Türkiye’nin ilk solo deniz yarışçısı Tolga Pamir’in deniz tutkusu henüz bir çocukken başlamış, hatta öyle ki suyun üzerine çıktığı ilk anı hatırlamayacak kadar küçükmüş. Yıllar önce hayallerinin peşinden gitmek için İstanbul’daki kurulu düzenini bırakıp dilini bile bilmediği Fransa’ya giden Pamir, Türkiye’nin denizlerini tek başına durmaksızın geçen ilk Türk denizci. Geçtiğimiz günlerde Türkiye denizlerini yelkenci Sevda Ersezer ile 11 gün, 20 saat, 23 dakikada tamamlayan Pamir, yeni bir Türkiye turu rekoruna imza attı. Türkiye turundan dönen Tolga Pamir’le dünden bugüne deniz yolculuğunu konuştuk.
Şu an Tuzla’da, çocukluğunuzun geçtiği yerdeyiz. Su üzerine ilk çıktığınız anı hatırlıyor musunuz?
Doğruyu söylemek gerekirse babam 3 yaşından beri yüzdüğümü söyler. Sanırım suyun üzerine ilk çıkışımı tam hatırlamam mümkün değil. Ancak zihnimde canlandırabildiğim en eski hatıralardan biri, kış döneminde sahilde bıraktığımız kayığımızı, yazları balık tutmak için babamla hazırlamak üzere kayıkhaneye götürmek. Tahtaları kış döneminde açıldığı için su alırdı. Ben de batmadan hızlı bir tempo kürekle kayıkhaneye kadar götürmeye çalışırdım.
Deniz maceranız nasıl başladı?
Öncelikle yelken macerası demek istiyorum. 7 yaşında ailemin beni Tuzla Ankara Mercan Spor Kulübü’ndeki yelken kurslarına yazdırmasıyla başladı. Rahmetli Mehmet Hoca eşliğinde denizi kullanmayı, ondan korkmayı, ondan beslenmeyi, onun üzerinde yol almayı, teknemize hakim olmayı öğrendik. Bu tutku hayatımın bir parçası olarak 40. yaşını doldurdu. Halen de yeni bir şeyler öğrenmeye, bilmediğim tatları keşfetmeye ve yepyeni korkularla karşı karşıya kalmaya devam ediyorum. Ancak Fransa’ya gidişim ve bu sporun açık deniz branşına yönelişim çok basit bir şekilde oldu.
Ajansta çalıştığım dönemde internet üzerinde karşılaştığım Vendee Globe solo dünya turu yarışı hakkında yayınlanan bir haber sonrasında… Kimi zaman “Nasıl bir tutkuymuş?” dedirtiyor. Bir makale, hiç bilmediğin bir ülkede, bilmediğin bir dilde, bilmediğin sularda kariyerine 20 yıllık bir proje ile devam edebilme isteği ve cesaretini tetikliyor.
Bir ajansta çalışmaya devam etseydiniz bugün ne yapıyor olurdunuz sizce?
Kötü bir reklamcı olurdum muhtemelen (Gülüyor).
Günler boyunca okyanusta yalnız kalmak nasıl bir his?
Yalnızlık çok endişe duyulacak bir konu değil. Konuşmak gerekiyorsa kendi kendinizle de konuşabiliyorsunuz (Gülüyor). İnanılmaz bir özgürlük hissi ve bir o kadar da hapis hayatı diyelim. Dünyanın farklı denizlerinde sonsuz bir ufka bakarak her gün güneşin doğuşunu ve batışını izleyebilmek herkese nasip olan bir keyif olmayabilir.
Ancak denizin ve doğanın kurguladığı oyunun kurallarına da tabi kaldığınız bir gerçek. Bu kuralları görmezden gelmek mümkün değil, sadece ona adapte olmayı öğrenmeniz gerekiyor. Kimi zaman çok zamanımız var gibi gözükse de tekne içinde yapacak da bir o kadar çok iş var. Teknik anlamda teknenizin doğru işlevinden tutun, beslenme, navigasyon, strateji, performans, uyku yönetimi gibi kalemlerinin hepsini tek başınıza doğru bir şekilde yönetmek durumundasınız. Bu da kişiliğinizi sağlamlaştıran, karar verme ve kararlarınızın sonuçlarına katlanmayı, hatalarınızı tekrarlamamayı öğreten bir durum.
Özlem ise ayrı bir konu. Kimi zaman yakınlarınızla geçirebileceğiniz birçok anı kaçırıyorsunuz belki. Yakınlarınıza ulaşma isteği parkuru hızlı tamamlama ve onlara ulaşma motivasyonu olarak performansınızı artırıcı bir parametreye dönüşebilirse ne mutlu size.
Bu yalnızlık bir limana varınca son buluyor tabii, bilmediğiniz limanlara varmak nasıl bir his?
Uzun süreli seyirler sırasında kendi kendinize düşünme fırsatınız oluyor. Deniz, denizcilik, tarih, coğrafya, karşılaştığınız ortamlar, yaşamlar kimi zaman sıra dışı resim tabloları olarak önünüze seriliyor. Bu tablolara bakarken de o dönemleri hayal ediyorsunuz. Dünyayı keşfeden denizcilerin, maceraperestlerin yola çıkış motivasyonları, hedefleri, yaşadıkları, o dönemin imkânları, imkânsızlıkları derken zihninizde bambaşka bir film canlanıyor. Sonra bir limana varıyorsunuz. O kâşiflik ruhunun getirdiği heyecan ve yol boyunca hayal ettikleriniz tekrar vücudunuzu ateşliyor. Bir yere varmanın mutluluğu, heyecanı, meraklı bir şekilde beş duyunuzu derinleştiriyor. Yeni bir limanın bile kendine ait kokusunu miller ötesinden almaya başlıyorsunuz.
Challange4Seas ile Türkiye’nin denizlerinde bir yolculuğu tek başınıza tamamladınız ve bunu yapan ilk denizcisiniz. Türkiye’nin denizlerinden bahsedebilir misiniz?
Tek başına durmaksızın yapan sanırım ilk denizciyim, ama denizcilik tarihimizde bu parkuru yapan çok denizcimiz var. 4 denizimizin de kendine ait bir karakteri var. Kıyılarında yaşayan toplulukların şivelerinden kültürlerine, yemeklerinden danslarına farklılıkları var. Denizlerimiz de aynı. Tuzluluk oranları bile farklı. Denizlerin karakterini belirleyen başka parametreler olduğunu da unutmamak lazım. Kıyı profilleri, dağlar, nem, rutubet, tatlı su kaynaklarının denize karışımı… Maruz kaldıkları hava sistemleri Balkanlar, Basra Körfezi derken çok bileşenli saat gibi işleyen bir mekanizmayla karşılaşıyorsunuz. Ve bu parametreler denizlerin farklı yüzlerini karşımıza çıkarıyor. Bu da denizciliğimiz adına büyük bir zenginlik bence.
Bu yolculuktan paylaşabileceğiniz bir hatıranız var mı?
Karadeniz’in herkesin bahsettiğinden veya gözünüzde canlandırdığınızdan farklı olması ilk karşılaştığım ve iz bırakan konu oldu. Bu kadar yunus ve mavi bir denizle karşılaşacağımı, bu denli yeşil bir kıyı şeridimiz olduğunu beklemiyordum. Marmara’yı geçerken İstanbul gibi bir mücevherin doğru kullanılmazsa ve önlem alınmazsa nasıl bir zehre dönüşebileceğinin önemli bir konu olduğunu gördüm. Ege sistemler arası bir koridor. Akdeniz ise kapris dolu bir kişilik. Bu yolculukta anıdan çok iz bırakan konu; daha denizlerimizde keşfedecek ve yapacak çok şey olduğu.
Aynı rotayı geçtiğimiz günlerde bir kadın yelkenciyle birlikte izleyerek rekor kırdınız. Nasıldı yolculuk?
Geçtiğimiz sene solo olarak çıktığım yolculuğun devamının gelmesi için bu sefer iki kişi olarak ilerlemek istedim. Bilenleriniz vardır belki, Dünya Yelken Federasyonu (World Sailing) şöyle bir karar aldı; bütün çift kişilik sınıflarda kadın-erkek karışımı zorunluluğu geldi. Ben de ülkemizde, bu konuda bir adım atmak ve öncülük etmek için parkuru bu sefer bir kadın yelkenciyle tamamlamak istedim. Böylece Sevda Ersezer’le yola çıkmış olduk. Tabii öncesinde hem fiziksel hem de mental olarak bir hazırlık süreci oldu. Hatta Fransız bir meteorologla da çalıştık, Karadeniz’in yaklaşık bir senelik hava yapılanmasını takip ederek Marmara ve Ege üzerindeki etkisine bakarak tahmini bir zaman çıkardık.
Karadeniz’i beş buçuk gün gibi bir sürede tamamladık, Sinop Burnu her zamanki gibi zordu tabii, fakat oradan sonrası İnceburun’a kadar oldukça keyifli geçti. Marmara ve Ege’yi ise bizden yaklaşık bir ay evvel rekor kıran Gökova kardeşlerle aynı süre içerisinde kalarak geçmeyi başardık. Fakat asıl sürprizli ve kaprisli olan bölüm Akdeniz’di, çünkü Akdeniz’in hava durumu çok hızlı değişebiliyor. Yine de bizi, ne beklediğini biraz kestirebiliyordum; dört denizin birbiriyle olan bağını biraz hissedebiliyor gibiyim, sanırım yavaş yavaş bu kokuyu almaya başladım. En nihayetinde, Kıbrıs’a kadar olan bölümü gerçekten çok hızlı bir şekilde geçtik. Peşinden de 11 gün 20 saat gibi bir sürede parkuru tamamladık.
Denizde iki kişi olmanın solo çıkmaktan farklı yanları nedir?
Tek başınıza olduğunuzda kendi limitlerinizi çok kolay yönetebiliyorsunuz. Bu limitlerin oluşmasında 20 yıla yakın süredir denizlerde geçirdiğiniz tecrübeler belirleyici bir kriter. İki kişi olduğunuzda limitlerinizi, ritminizi farklı yapılandırmanız gerekiyor. Bir ekip olarak hareket etmeniz, ekibin diğer parçasının da koşullar karşısındaki yönetimine kulak vermeniz gerekiyor. Alışılagelmiş düzeninizde biraz olsun farklılık göstermek, esnemeler yapmak durumunda kalabiliyorsunuz. Bu iki tarafın da yaşam alanlarını bu kısıtlı konfor ortamında dengelemek üzere büyük özveri ve çalışma yapmasını gerektirebilir. Sevda ile yaptığımız Türkiye turuna gelince, seçimimden o kadar memnunum ki… Hem aramızdaki diyalog uyumu hem de manevraların dönmesi açısından gerçekten çok güzel bir uyum yakaladık.
Yakın zamanda yeni bir hedefiniz var mı?
Yakın zamandaki hedeflerimden biri, solo olarak Türkiye turu rekorunu, gerçekten bir rekor olarak tamamlamak. 10 günün altına indirmeyi hedefliyorum. Beraberinde bu turu, Türkiye’deki genç sporcuların önünü açmak için genç sporculardan oluşan bir ekiple yapmak istiyorum. Henüz hazırlık aşamasındayız.
Vendee Globe neredeyse 20 yıllık hayaliniz, şimdi 2028’deki büyük yarışa hazırlanıyorsunuz. Biraz bahsedebilir misiniz?
Vendee Globe “Denizlerin Everest”i olarak anılan bir yarış. Yarım yüzyılın üzerindeki tarihinde sadece 16 ülkeden denizcilerin tamamlayabildiği, en zorlu ve en çetin denizcilik sınavı olarak adlandırılıyor. İki yönlü ekvator geçişi, Ümit Burnu, Horn Burnu gibi kara parçalarının en uçlarından geçen, Hint ve Pasifik Okyanusu gibi büyük satıhların yanı sıra, Tanrı’nın terk ettiği denizler olarak adlandırılan enlemlerde seyir gerçekleştirmeyi gerektiren solo dünya turu. Kişisel, mental, teknik, fiziksel büyük bir hazırlık ve çalışma gerektiriyor. Böyle bir hayali ve hedefi kurarken iki belki üç defa düşünmek doğru olur sanırım.
Bir denizcinin daimî yol arkadaşlarından biri de saatler. Denizde zamanı nasıl geçiyor, saatlerle aranız nasıl?
Zaman. Akışına engel olamadığınız ama akışını da takip etmek durumunda olduğunuz bir parametre. Rekor dediğinizde bir de zamana karşı hareket ediyorsunuz. Günümüzde teknoloji büyük bir yer aldı. Ama düşünün ki yerinizi tayin etmek üzere kullanılan ekipmanlarda önemli parçalardan biri saat ve saatin doğruluğu. Hatta Atlantik kıyısında akıntıların yön değişimleri için bile saat ve zaman önemli bir kriter. Aynı güneş gözlüğü gibi, saat bir denizcinin en önemli takılarından diyebiliriz. Ama tuzlu deniz suyu, hareket sırasındaki sürtünmeler, su geçirmezlik, presizyon önemli özellikler olarak karşımıza çıkıyor. Saat benim için önemli bir yol arkadaşı.
Sohbeti bugüne dek denizden ne öğrendiğinizi sorarak bitirmek istiyorum; deniz ne öğretti size?
Deniz çok güçlü bir varlık. İnsanoğlunun varoluşundan milyonlarca yıl öncesine dayanan bir geçmişi var. Belki de insanoğlunun ve canlıların doğuşunun merkezini oluşturan çorbanın ta kendisi. Karşı koymak, direnmek mümkün değil. Adapte olmak, onunla eşzamanlı hareket etmek gerekiyor. Tedbirli olmak, hafife almamak, hatayı ve zayıf anınızı affetmediğinin bilincinde olunmalı. Denizlerimize sahip çıkmak, temiz tutmak ve korumak, aynı anda sevmek ve sevdirmek görevimiz. Yelken yapalım, yelkenle büyütelim…
Süperyat Tasarımında Türkiye’nin Gururu: Red Yacht Design