Hira Tekindor’un perdedeki yolculuğu Haluk Bilginer’in kendi tiyatrosunda bir oyun yönetmesini teklif etmesiyle başlamış. O vakitten bu yana “Kim Korkar Hain Kurttan”, “Köprüden Görünüş” ve “Arzu Tramvayı” gibi klasik oyunların yönetmenliğini üstlenen Tekindor, şimdilerdeyse “Toz” oyunuyla seyirciyle buluşuyor. Hira Tekindor’la yönetmenlik yolculuğunu ve “Toz”u konuştuk.
- Halit Kıvanç’ın Ardından
- Dünyanın En İlginç Konser Alanları
- Sahnelerin İsviçre Çakısı: Özkan Uğur
- Yaz Işıltılarıyla Meşhur Tablolar
İki usta ve meşhur oyuncunun oğlu olarak haber ve röportajlarda ilk olarak bu kimliğinizle anılıyorsunuz. Bu, sizin meslek hayatınızdaki yolculuğunuzu etkiledi mi?
Ailemin tanınır olması ya da meslekleri evde hiçbir zaman bir konu olmadı. Diğer arkadaşlarımın anne babası gibi işe gidip gelen, benimle ilgilenen ebeveynlerdi. Yaşım ilerledikçe onların meslekleri hoşuma gitmeye başladı; kendi kendime tespit ettim gibi bir şey oldu. Evde hiçbir yönlendirme olmadı bu mesleği seçmem için. Sizin de bildiğiniz işleri yapıyorum sonuç olarak.
Çocukluğu sanatla iç içe geçmiş biri olarak çocukluk hayaliniz neydi? Büyüyünce ne olmak isterdiniz?
Çocukken kaleci olmak isterdim büyüyünce. Okulun futbol takımında kalecilik de yapmıştım hatta.
İlk izlediğiniz ya da hatırası sizde en kuvvetli oyundan bahsedebilir misiniz?
İlk izlediğim oyunu hatırlamıyorum; büyük ihtimalle annemin ya da babamın oynadığı bir oyundur. Ben 7 yaşındayken, annemle babamın oynadığı; David Hare’in yazdığı, Kerim Afşar’ın yönettiği “Pencere” (Skylight) oyunu beni çok etkilemişti. Oyun bir kahvaltı sahnesiyle bitiyordu. Perde kapanıp seyirciler çıktıktan sonra ben sahneye atlayıp masadaki kruvasanları, peynirleri yerdim.
9-10 yaşlarında seyrettiğim İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunu “Leenane’in Güzellik Kraliçesi” de hiç unutamadığım bir oyun. Martin McDonagh’ın metni; Sumru Yavrucuk, Rüçhan Çalışkur, Hakkı Ergök ve Yurdaer Okur’un şahane oyunculukları ve Cüneyt Çalışkur’un harika rejisi hiç aklımdan çıkmadı. Oyun çok uzun yıllar sahnelendiği için her sezon 1 kere izledim, toplamda da bir 8-9 kere seyrettiğim bir oyun oldu.
Perdenin arkasına doğru geçmek istiyorum. Nasıl başladı yönetmenlik yolculuğunuz?
Üniversitede Film bölümünde okudum ve zaten film yönetmek istiyordum. Hâlâ da istiyorum… Ama tiyatro yönetmenliği Haluk Bilginer’in tiyatrosunda bana bir oyun yönetmemi teklif etmesiyle başladı. 2013 yılında Jez Butterworth’ün yazdığı “Nehir” adlı oyunu çevirmiştim Oyun Atölyesi için. O oyunun provaları sırasında Haluk Bilginer “’Kim Korkar Hain Kurttan’ı yönetsen, Zerrin de Martha’yı oynasa nasıl olur?” diye sordu. Ben de şaşkınlık ve mutlulukla “Çok güzel olur,” dedim.
“Kim Korkar Hain Kurttan”, “Köprüden Görünüş” ve “Arzu Tramvayı” gibi klasiklerin yönetmenliğini üstlenmiştiniz. Bu sıralar Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun kaleme aldığı “Toz”u yönetiyorsunuz. Biraz “Toz”dan bahsedebilir misiniz?
Murat’la tanışmıyorduk ama yazıp yönettiği oyunları izlemiş ve çok beğenmiştim. Başka bir oyunun adaptasyonu için Murat’ı aradım, Murat da bana “Bu oyunu adapte etmek yerine, sana yeni bir oyun yazsam da Zerrin Hanım da oynasa, ne dersin?” diye sordu. Üç Amerikan klasiği yönettim ama her zaman bir yerli oyun yönetme isteğim vardı. Murat’ın da böyle söylemesinden sonra çok mutlu oldum ve “Toz”un metninin yazılmasını beklemeye başladım.
Bir yandan şunu da merak ediyorum; bu oyunda metnin yazarıyla iletişimde olma olanağınız var, diğer oyunlarınızın aksine. Bu, oyunun dinamiklerinde ya da sizin çalışmalarınızda daha önce yönettiğiniz Amerikan klasiklerine göre neleri farklılaştırdı?
Oyunun dili ve dünyası zaten halihazırda içinde yaşadığımız dünya olduğu için ve anlayışlarımız da yakın olduğu için oyun üstüne çalışmak, geliştirmek ve zenginleştirmek çok kolay ve zevkli oldu. Oyuncu, yönetmen, yazar olarak üçümüzün de ortak paydası, ortaya iyi bir oyun çıkarmaktı. Bunda hemfikir olunca her şey çok kolay oldu.
Tiyatro metinleri çeviriyorsunuz, peki bir gün kendi yazdığınız oyunu sahnelemeyi düşünüyor musunuz?
O kadar yapmak istediğim, yazılmış iyi oyun var ki zaten, ben de yazmayıvereyim.
Bir söyleşinizde çizgi filmlerden ilham aldığınızı söylüyorsunuz. Bu aralar çok severek izlediğiniz bir animasyon var mı? Ya da çocukluğunuzdan favorileriniz…
Bu sene izlediklerimden en çok “Luca”yı beğendim. Çocukluk ve şimdiki favorim de “Aslan Kral” tabii. Hâlâ daha iyisi yapılmadı.
Son zamanlarda hem İstanbul hem de Londra’da izlediğiniz oyunlardan hangileri bizimle paylaşmak istersiniz?
İstanbul’da bu sezon pek oyun seyredemedim. “Toz” başladıktan sonra hemen Londra’ya döndüm. Ama merak ettiğim oyunlar var. Talimhane Tiyatrosu oyunu “Harika Şeyler Listesi” ve DasDas oyunu “Ağaçtaki Kız”ı merak ediyorum.
Londra’da James McAvoy’un oynadığı “Cyrano de Bergerac” muhteşemdi. Mark Rylance, 10 yıl önce oynadığı “Jerusalem”i tekrar oynayacak bu sene. Onu da tavsiye ederim. Geçen hafta da Paris’te Isabelle Huppert’in oynadığı “Vişne Bahçesi”ni seyrettim. Şahaneydi.
Oyunların dışında yakın zamanda sizi en çok etkileyen kitaplar hangileridir peki?
Klara ve Güneş (Kazuo Ishiguro) ve No One Is Talking About This (Patricia Lockwood).