

Mimar ve yazar Ertuğ Uçar’ın son kitabı İstanbulin’le İstanbul’u semt semt gezerek onu başka bir gözle görmeye hazır mısınız?
Yedikule’de bir berber, Emirgan’dan Boğaz manzarası, yokuşlar, kayıkhaneler, kemerler, ağaçlar, manzaralar, kediler köpekler… Mimar, çizer ve yazar Ertuğ Uçar, Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı İstanbulin’le İstanbul’a dair hayalimizde canlanan bütün imgeleri küçük hikâyelerle okura geçiriyor. Ertuğ Uçar kitabında, içinde dolaşarak bir parçası olduğu şehre dair gözlemlerini, kurmaca ve gerçeğin iç içe geçtiği akıcı ve yalın bir dilde sunuyor.
Uçar’ın bu geziler sırasında çizdiği eskizler ise öykülerin geçtiği mekânları, sokakları, kısacası İstanbul’u görsel olarak yeniden ve yeniden canlandırmamızı sağlıyor. Ertuğ Uçar, kitabın ismini ise ilgili şu sözlerle açıklıyor: “İstanbulin’in şöyle bir anlamı var zihnimde: İstanbul’a dair hoşa giden şeyleri nitelemek için kullanılan bir sıfat. Boğaz’a bakan bahçelere özgü bir peyzaj terkibinin tesadüfi güzelliği, Edirnekârilerin kufilere, barok süslemelerin Çin porselenlerine karıştığı bir yalı odasının sadece İstanbul’da bir araya gelebilecek eklektik atmosferi, kış öğleden sonralarının Boğaz’a özgü ışığı veyahut sonu denizde biten kedili merdivenli bir İstanbul sokağının manzarası olabilir bu. İşte bu kitap İstanbulin şeylerin kitabı.”
Ertuğ Uçar, Saatolog okurları için yeni kitabına, yazarlığa, mesleğine ve ürettiklerine dair sorularımızı cevapladı.

Mesleğiniz mimarlık. Peki, yazar olma serüveniniz nasıl gelişti?
Bir merakla başladı. 1999-2000 seneleriydi, deniz fenerlerini araştırmaya ve gezmeye başladım. Sonra iş ciddileşti, Virginia Woolf’un Deniz Feneri kitabındaki feneri görmeye İngiltere’ye, St. Ives’e gittim. Sonrasında üç kitabım yayımlandı bu konuda. Fener bekçilerinin hikayelerini anlattığım Yalnızlığın 17 Türü; anı, deneme, öykü arakesitinde Dünyayı Seyretmek İçin Bir Yer ve en son Woolf’un İzinde. Bu esnada yazar oldum sanırım.
İstanbulin’deki öykülerin çoğu İstanbul’un farklı bir bölgesinde geçiyor. Kitaptaki öyküler küçük anların fotoğrafı gibi; çizimler de bazen öykünün geçtiği bir sokağı veya mekânı tasvir ediyor… Bazen çay ocağı, bazen Galata Köprüsü… İnsan portreleri de var, seyyar satıcı gibi veya kediler köpekler… Edebi ve görsel bir konu olarak sizi İstanbul’a çeken nedir? Hayalinizde sürekli yeniden beliren favori bir semt ya da bina var mı?
İstanbul özgün bir yer. Öncelikle üzerine yerleştiği coğrafya çok özel. Kıvrılarak şehri ikiye ayıran (ya da şehrin kıyısında birleştiği) Boğaziçi büyülü bir yer. Yakın denizlerdeki balıklar, yakın kıtalardaki kuşlar, çevre şehirlerdeki ve ülkelerdeki insanlar bu yüzden buraya geliyor. Kalabalık, canlı ve şaşırtıcı. Evet plansız, düzensiz, içinde yaşayan bizleri yoran ve öfkelendiren bir yer. Bunun da övülecek bir tarafı yok. Ama bir yandan da şehrin enerjisini, sürprizlerini yaratan şey bu kaos ve doğaçlama yaşam. Ben tüm Boğaz semtlerini severim. Denize inen yokuşları, sağına soluna kedilerin park ettiği merdivenli sokakları, karşıma çıkıveren küçük mescitleri, şapelleri severim. Özel bir bina derseniz, Beşiktaş İskelesi’ni seviyorum. Üst kata oturup gelen giden tekneleri seyretmek çok hoşuma gidiyor.

Kitaptaki bir öyküde İstanbul’un kedilerinin bu şehirde bir şekilde kendilerine bakabildiklerini ve bu şehre ait göründüklerini; ancak köpeklerin bir o kadar mutsuz ve kederli olduklarını söylüyorsunuz. Bu farkı, İstanbul’daki toplumsal dinamiklerin bir metaforu olarak okuyabilir miyiz sizce?
Bu farkı bir analoji olarak insanlara uygulayabiliriz bence. Kediler daha keyiflerine düşkün, gününü yaşayan ve sosyal ilişkileri kuvvetli canlılar. Bir de çevikler. İstanbul’un girinti ve çıkıntılarında, geçitlerde, çatılarda, terkedilmiş arsalarda dolaşıyor, bahçe çitlerinden içeri atlıyor, şehirde sınır tanımıyorlar. Hayatta kalma becerileri yüksek. Köpekler ne yazık ki sokaklara mahkûm. Bahçelere, aralıklara giremez, saçaklara sıçrayamaz. Hayatta kalmaları daha zor.
İdeal bir okur imgesi var mı kafanızda? Yazarken hayalinizde seslendiğiniz nasıl bir okur, mesela? Nasıl bir okur sizi kızdırır?
Güzel bir soru. Hiç düşünmemiştim. Meraklı olmalı. Yazdıklarımdan yola çıkarak başka kitaplara, başka yerlere uzanmalı. Mekânı, şehri sevmeli. Kolaycı olmamalı. Kendi seveceği kitapları, müziği kendi keşfetmeli. Öte yandan edebiyat okuru az dünyada, bu yüzden hiçbirine kızamam.

Yazar Ertuğ ile mimar Ertuğ arasında nasıl farklar var? Geçişler sizi zorluyor mu?
Yazar olan yalnız. Kendisinin hem patronu, hem işçisi ve hem okuru, hem eleştirmeni. Mimar olanın ortakları, iş arkadaşları, projeye göre değişen ekipleri, çalışma grupları var. Mimar olan büyük bir makinenin işlev gören bir parçası. Senelerdir ikisini birden yaşatmanın pratiğini yapıyorum. Geçişler pek zorlamıyor. Birbirlerine faydaları bile dokunuyor artık.
Antalya’da yaşadınız, Ankara’da okudunuz, ancak kurgu eserlerinizin çoğunu İstanbul’da oluşturdunuz. Yaşadığınız kentler bir yazar ve mimar olarak kimliğinizi nasıl şekillendirdi?
Çocukluğum Antalya’da geçti. Liseyi orada bitirdim. Üniversite yılları da Ankara’da geçti. İki kenti de çok severim. İstanbul onlara nazaran ürkütücü bir yer. Burada evlendim, kızlarım doğdu, büyüdü; ofisim burada serpildi büyüdü. Burayı sevmeyi yavaş yavaş öğrendim. Antalya ve Ankara benim için anıların canlandığı, dinlendiğim, huzur bulduğum yerler hâlâ. İstanbul ise çalışıp ürettiğim, ilham veren, bana benzer üreten çalışan insanlarla dolu, sürprizli bir yer. Burada daha enerjik, hareketli oluyorum.

Çıraklarınız ya da genç mimarlar edebi çalışmalarınızı nasıl buluyor? Onları mimarlığın geleneksel sınırlarının dışında yazmaya veya çizmeye teşvik ediyor musunuz?
Merak ediyorum ama bilmiyorum. Pek geri dönüşler aldığımı söyleyemem. Ofisteki tasarımcı arkadaşlarım dâhil olmak üzere tanıdığım ve tavsiye verecek samimiyette olduğum herkesi yazmaya, çizmeye, bir enstrüman çalmaya veya işlerine paralel herhangi bir üretime teşvik ederim.
Kitaptaki çizimleriniz öykülerin illüstrasyonları mı, yoksa daha çok görsel eşlikçiler mi?
Öyküleri resmetmek üzere çizdiklerim çok az. Otobüs öyküsündekiler gibi mesela. Çoğu öykülerden önce vardı, hatta öykülerin başlatıcısı oldular.
Hikâye anlatımının da bir mimarisi var mı sizin için? Yani, kısa bir öyküyü inşa ederken de bir tür “mimari” iş mi yapıyorsunuz?
Romanların, öykülerin mutlaka bir mimari yapısı vardır. Hepsinde aynı görünürlükte olmayabilir. Bu kitaptakilerde ise o kadar yok. Bunlar daha doğaçlama metinler. Kısa öyküleri ben eskize benzetiyorum. Yani bir cümleyle veya bir görüntüyle başlayıveren, hızla karaladığım eskizlere. Burada kitabın bütününün bir mimari yapısı var daha çok. Bu görsel ve yazınsal eskizleri hangi sırayla nasıl bir bütün haline getireceğim konusu, elimdeki yüzlerce görsel eskiz ve yazınsal eskizden hangilerini atıp hangilerini kitaba seçeceğim konuları bir büyük yapı kurmayı gerektirdi. Mimari pratiğimin buralara faydası var mutlaka.

Web sitesinizde sadece yakın plan çizimler değil, panoramalar da var ve İstanbulin’deki çizimlerin ardından bunları görmek beni şaşırttı. Neden geniş açı çizmeye ihtiyaç duyuyorsunuz?
Evet, sitede panoramalar var. Onlardan da bir kitap yapmak istiyorum aslında. Gittiğim şehirleri, adaları veya semtleri, eğer mümkünse tepelere, üst kotlara, bir kaleye, bir yapının tepesine çıkıp çizmeye çalışırım. Bu benim için orayı öğrenmenin en kısa ve sağlam yoludur. Çizerken telefondan haritaya falan da bakar, oradaki dağın, vadinin veya yamaca yerleşmiş bir mahallenin ismini de öğrenirim ve bu manzara kafama iyice yerleşir. Bazen arabaya biner, bu manzarayı yakalayabileceğim bir noktaya çıkarım. Mesela Fethiye’ye gidince, Kral Yolu’nun bir yerine tırmanır, Ölüdeniz’i yukarıdan çizerim. O zaman aşağıda kaybolmam. Dağ nerede, deniz nerede otel nerede kafama kazınır.
ERTUĞ UÇAR KİMDİR?
Ertuğ Uçar, 1971’de Antalya’da doğdu. Çocukluğu Antalya’da, gençliği Ankara’da geçti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecesi aldı. Yüksek lisans tezinde, ilgilendiği iki konuyu; yazı ve mimarlığı bir araya getirmeyi denedi: “Mekânın Sözel Temsili Üzerine Bir Eskiz”. Mezuniyetinden bu yana mimarlık yapıyor. Ayrılığın Haritası (roman), Woolf’un İzinde (deneme), Gece Yolculuğu (öykü), Bir Çift Ayak (roman), Dünyayı Seyretmek İçin Bir Yer (öykü), Ormanda Kaybolmak (öykü), Yalnızlığın 17 Türü (öykü), Rüya Arızaları (öykü) olmak üzere, bugüne kadar sekiz kitabı yayımlandı. Eşi ve iki kızıyla beraber İstanbul’da yaşıyor. Şehir mekânını eskizlemeyi, özellikle de İstanbul’u çizmeyi ve anlatmayı, kedileri, vapurları ve kıvrılan sokakları seviyor.
Huzurlarınızda Kırk Kat Baklava Tarihi
Can Ortabaş ile Urla’nın Şarap ve Doğa Yolculuğu