Rufat Babayev, 1995’ten bu yana Hyatt Oteller bünyesinde görev alıyor. Memleketi Bakü’de başlayan Hyatt yolcuğuna Varşova, Kiev, Chicago ve Selanik’te devam eden Babayev, 2019’dan bu yana da Grand Hyatt İstanbul’un genel müdürü. “Dünyaya bir daha gelsem yine otel yöneticisi olmak isterdim” diyen, öğle yemeklerini otelin kafeteryası Laklak’ta çalışanlarla birlikte yiyen ve tebessüm etmenin pek çok kapıyı açacağını söyleyen Babayev ile Harbiye’deki Grand Hyatt İstanbul otelinde bir araya geldik, iş yaşamında bir günün nasıl geçtiğini sorduk.
24 Saat
Güne nasıl başlıyor?
Yeni bir sabaha gözlerimi açabildiğim için güne şükrederek başlarım. Bir diğer olmazsa olmazım ise yoga. Sabahları mutlaka yoga yaparım. Ve tabii kahvaltı da var, elimden geldiğince sağlıklı besleniyorum, güne ne yiyerek başladığıma çok dikkat ederim.
09.00
Ofise geçtiğimde ilk olarak ajandamı kontrol ederim. Otellerin “top-tier” dediği misafirler olur, bu VIP misafirleri ben karşılarım. Bu yüzden ofise gelince ajandamı kontrol eder, benim karşılayacağım misafir var mı diye bakarım. Sonrasında çalışmaya ofiste devam etmem, bunun yerine otelin içerisinde çalışırım. Böylece hem çalışanlarla hem de misafirlerle iç içe olabiliyorum. Bir otel genel müdürünün sosyal olarak aktif olması, oteli dolaşması ve misafirleri görmesi gerektiğini düşünüyorum.
12.00
Otelimizin Laklak adında bir kafeteryası var, öğle yemeklerini orada çalışanlarla birlikte yemeyi seviyorum. Eğer bir iş toplantısı olacaksa otelin ana restoranında karşılıyorum misafirlerimi. Fakat öğle yemeğini haftanın neredeyse dört gününde, otelin kafeteryasında çalışanlarla birlikte yediğimi söyleyebilirim. Genel müdürün kafeteryada yemek yemesinin otel çalışanları için de motive edici olduğunu düşünüyorum.
14.00 – 16.00 arası
Oteller için çok önemli bir departman vardır, housekeeping. Öğleden sonraları bu departmandan sorumlu kişiyle oteli gezip odaları kontrol ediyoruz birlikte. Tabii yalnız odalar değil, back office dediğimiz bir kısım da var, buraları da kontrol ediyoruz. Günü bitirmeden önce ise ertesi gün kimler geliyor diye kontrol ediyorum ve satış müdürüyle bir toplantı yapıyorum. Akşam 18.00 civarı da iş gününü bitirmiş oluyorum.
İş çıkışında neler yapıyor?
İş çıkışında fitness yapıyorum genelde. Zaten her gün spor ya da yoga yaparım. Neredeyse üç seneden beri Soho üyesiyim, fakat bir süreden beri fitness egzersizlerini kişisel antrenörümle birlikte yapıyorum. Haftada iki gün ise Paris’teki hocam ile çevrimiçi yoga yapıyorum.
19.00 – 22.00
Doğrusu akşamları evde pek vakit geçirmiyorum. Genelde dışarıda arkadaşlarımla akşam yemekleri yiyor ya da bir şeyler içiyorum. Tabii bu, biraz havanın durumuna da bağlı. Eğer hava güzelse dışarıda olurum, değilse de evde kalıp bir film gecesi yaparım.
Günü nasıl bitiyor?
Başladığı gibi, yoga ile. Haftada iki ya da üç defa da günün stresinden arınmak için yaklaşık yarım saat kadar meditasyon yaparım. Neredeyse on seneden beri meditasyon yapıyorum; otel yaşamını, gün içinde aldığım kötü haberleri ve iş hayatını unutmakta yardımcı oluyor. Mental olarak iyileştirici olduğunu düşünüyorum. Yoga ya da meditasyondan sonra da uyurum, gece yarısını bulmadan önce uyumuş olurum.
İş ve Yaşam Sırları
Zaman yönetimi metodunuz nedir, zamanı nasıl verimli kullanırsınız?
Zamanı verimli kullanabilmek için planlı olmak gerektiğini düşünüyorum. Bir gün öncesinden ertesi günün işlerini planlamış ve önceliklerinizi belirlemiş olmalısınız. Bence düzenli bir takvim oluşturmak ve bu takvimi önceliklerinize göre ayarlayabilmek, zamanı yönetebilmek için çok önemli.
Günün en sevdiğiniz saati nedir?
Sabahları diyebilirim. Odaya vuran günün ilk ışıkları enerjimi yükseltir. Tabii güne nasıl başladığınız da önemli: Yeni bir güne gözlerinizi açabildiğiniz için gülümseyerek uyanabilir ya da duşta şarkı söyleyebilirsiniz. Evimden çıkıp otele gelirken geçtiğim yemyeşil bahçeler sabahları enerjimi yükselten şeylerden biridir örneğin.
Stresinizi azaltmak için ne yaparsınız?
Benim için stres gelip geçici bir duygu, yani tüm gün boyunca devam etmesi mümkün değil. Bu yüzden beş dakikadan fazla stresli kalmaya bütünüyle karşıyım. Bu, biraz kendi kişiliğimle ilgili bir şey, öfkem hemen gelir geçer. Her zaman söylediğim bir şey vardır, öfkeyi hiçbir zaman kalbimde muhafaza etmem. Stresli olduğum durumlarda başa çıkabilmek için nefes alıp veririm, ki aslında bu yöntem yoganın da temellerinden biridir.
İş yaşamında sizi güçlü kılan yanlarınız nelerdir?
İşime duyduğum tutku. Bana kalırsa ne yaptığınız fark etmeksizin işinize tutku duymalısınız. Yıllardan beri, işime geldiğim için her gün çok mutlu oluyorum. Dünyaya tekrar gelsem yine otel yöneticisi olmak isterim. Hatta öyle ki, özel hayatımda bile farklı otelleri ve restoranları ziyaret eder, gözlemlerim.
Gençlere yönetici olmakla ilgili en önemli öğüdünüz nedir?
Sabır. Günümüzde genç yöneticilerin olgunlaşmakta biraz aceleci davrandıklarını düşünüyorum. Bu kötü bir şey değil tabii ki, fakat önce öğrenmek ve biraz sabırlı olmak gerekir. Her opsiyona açık olmadan iş teklifleri ve seçenekler üzerinde düşünmek gerekir.
Bugüne kadar aldığınız bir riskten bahsedebilir misiniz?
Ülkemden, Azerbaycan’dan ayrıldığım gün kariyerim adına büyük bir risk almıştım. 2005 senesinin eylül ayıydı, oradaki tüm hayatımı arkamda bırakarak Azerbaycan’dan ayrılıp Polonya’ya taşındım. Yepyeni bir kültür, dil ve insanlar… Fakat sonrasında hayatımın en iyi yıllarını yaşadım. Bu yüzden risk almaktan kaçmamak gerektiğini düşünüyorum.
Hep hayranı olduğunuz isim kimdir ve neden?
Polonya’daki ilk genel müdürüm, özellikle iş hayatı için rol modelim olmuştur. Aslında çalışması zor bir yöneticiydi, fakat çok sevdiğim ve örnek aldığım bir özelliği vardı: Gün içinde çok katı ve disiplinliydi ama gün bitince size bir arkadaş gibi davranırdı, iş çıkışı yemek yiyip havadan sudan konuşabilirdiniz. İş ve özel hayatı ayırma konusunda ben de onu örnek aldım.
Hafta sonu için vazgeçilmez aktiviteniz nedir?
Dinlenmek. Denizi ve deniz kenarını çok severim. Türkiye, bu açıdan çok güzel bir ülke. Alaçatı ve Çeşme gibi yerlerin birkaç saat uzaklıkta olması harika mesela. İstanbul’dan biraz uzaklaşıp deniz kenarında bir yerlerde vakit geçirmeyi tercih ediyorum. Sudan aldığım enerji çok önemli benim için. Bir de yaşadığım ülkeyi keşfetmeyi çok severim. Türkiye’de gitmediğim yalnız birkaç şehir kaldı sanırım; Mardin, Adıyaman ve Kars bunlardan bazıları. Bu kış Doğu Ekspresi ile Kars’a gitmeyi planlıyorum hatta. Özetle şöyle söyleyebilirim, benim için hafta sonları yeni şeyler keşfetmek demek. Bir şey keşfetmediğim hafta sonu boşa geçmiştir. Yerebatan Sarnıcı açıldığında ilk ziyaretçilerinden biri oldum mesela, böyle anlatayım bu tutkumu.
İş-hayat dengesini sağlama yönteminiz nedir?
Kendime en çok hafta sonlarında vakit ayırabiliyorum, bu dengeyi de hafta sonlarında korumaya çalışıyorum. Fakat maalesef akıllı telefonlar var. Telefona girip de e-posta kutusunu kontrol ettiniz mi, iş artık hafta sonunuza dahil oluyor. Bu yüzden, çok acil bir konu olmadıkça hafta sonları gelen e-postaları kontrol etmeyerek bu dengeyi korumaya çalışıyorum.
Grand Hyatt İstanbul sanatla iç içe bir otel, peki siz sanatla ilgili misiniz?
Sanata olan ilgim çocukluğumdan geliyor. Annem sanata çok meraklıydı, sanatı genlerime annem işledi diyebilirim. Büyük bir Fellini hayranıyım mesela, çocukluğumdan beri izlerim Fellini’yi. İş hayatımda da sanatla ilişkim hep oldu: Hyatt Kiev’deyken bir sanat projesi yapmıştık. Şimdi Grand Hyatt İstanbul’da öyle, sanat eserleriyle dolu. Çağdaş sanat eserleri var örneğin, misafirler her ziyaretlerinde başka başka sanatçıların eserleriyle karşılaşıyorlar. Bir de otelin kalıcı sanat eserleri var ki, onlar da yıllardan beri otelin bir parçası olarak sergileniyorlar.
Sizin bir koleksiyonunuz var mı?
Tabii, açık artırmalara katılmayı severim. Tablolardan ve heykellerden oluşan küçük bir sanat koleksiyonum var. Şu an İstanbul’daki evimdeler, ben nereye gidiyorsam onlar da benimle birlikte geliyor.
Değerli parçaları konuşmuşken saatlerle aranız nasıl?
Şöyle anlatabilirim: Saat olmadan bir günümü geçiremem, mutlaka bileğimde olması gerekiyor. İlk gençlik yıllarımdan beri takarım. Zamanı takip etmenin yanı sıra saatlerin stilinizi tamamlayan parçalar olduğunu düşünüyorum. Taktığım saatler benim bir parçam gibidir, muhakkak bir bağ kurarım. Aslında bu, yaptığım bütün alışverişlerde böyledir. Moda olduğu ya da lüks olduğu için almam, benim karakterime uydukları ve şıklığımı tamamladıkları için alır ve takarım. Saatlerim de böyle. Sürekli kullandığım bir Hublot’m var, ikinci saatim ise Rolex. Bir de ilginçtir ki, saatleri sol değil de sağ bileğime takarım. Sağ bileğimdeyken daha rahat görüyorum gibi geliyor.
Bugüne dek yaşadığınız ülkelerden en çok hangisini sevdiniz?
Dört sene Selanik’te yaşadım, Yunanistan’ı çok sevdim. Ben, gülümsemeye çok değer veren biriyimdir. Yunanistan’da insanlar çok gülümserler, belki deniz kıyısında bir ülke olduğu içindir. Küçük, tatlı ve mutlu bir şehir, bu yüzden Selanik’i çok sevdim. Tabii mutfağını da öyle, özellikle deniz ürünleri harika. Bir de şunu eklemek istiyorum, bu sorunun cevabı ülkelerle ilgili değil de orada yaşayan insanlarla ilgili daha çok. Bir yer güzel yapan insanları aslında. Tabii siz de mutlu bir insansanız Antarktika’ya bile gitseniz mutlu olacaksınızdır.
İstanbul’da müdavimi olduğunuz mekânlar ve restoranlar neresidir?
Galataport’un yeni halini çok beğeniyorum. Bana kalırsa açıldığından beri kentin bir simgesi haline geldi. Dünyanın pek çok yerini gezdim fakat böylesine güzel ve yaratıcı şekilde tasarlanmış bir iskele görmedim. Ayrıca en sevdiğim restoran da burada bulunan Roka, bu yüzden Galataport’ta oldukça vakit geçiriyorum. Denizi sevdiğimi söylemiştim, Galataport’un deniz kenarında olmasının etkisi de var tabii. Benim için şehrin içindeki bir kaçış adresi gibi.