Gorbon Seramik’in küllerinden doğup bugün dünyanın en ünlü markalarının duvarlarında olmasını sağlayan üçüncü kuşak yönetici Orhan Gorbon, liderlik becerilerinin birçoğunu denizcilikten gelen bir disiplinle kazandığını söylüyor.
Bu yıl 22’ncisi düzenlenecek uluslararası yat yarışı Bosphorus Cup’ın kurucusu ve yöneticisi de olan Gorbon, rutinin dışında bir iş yaşamına sahip. Kurallardan öte iletişime inanıyor, verimli bir iş yaşamının geniş bir vizyona sahip olmaktan geçtiğini söylüyor. 21-24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek Bosphorus Cup öncesinde Gorbon’u yeni teknesinde ziyaret ederek iş yaşamında bir gününün nasıl geçtiğini konuştuk.
24 Saat
Güne nasıl başlıyor?
Ben güne saat 06:30 – 07:00 gibi başlıyorum. Zaten Alman Lisesi mezunu olduğum için daha 13 yaşında erken kalkmayı öğrenmiştim. Belli bir ofis hayatım yok aslında. Pendik’te Gorbon Seramik fabrikası ve bunun yanında Bosphorus Cup için de Kalamış’ta bir ofisimiz var. İkisi arasında gidip geliyorum. Hiçbir zaman tüm gün bir yerde oturmuyorum. Çok mobil bir hayatım var diyebilirim ve bunu seviyorum da. Zaman zaman İzmir’deki fabrikamızı da ziyaret ediyorum. İşin ihtiyacına göre spontane program yapıyorum ama zaten tüm gün bir odada oturmayı sevmediğim için problem yaşamıyorum.
Nasıl bir temposu var?
Ben çok çalışkan bir insanım. Ama bu sürekli bilgisayar başında, excel tabloları içerisinde hesap kitap yapan bir çalışkanlık değil. Daha çok verimli ve vizyoner fikirler üretebileceğim bir tempo içerisindeyim. Bosphorus Cup için farklı yerler gezmem gerekiyor, Gorbon içinse mimarlarla görüşmem. Oldukça yoğun bir tempo ama hep aynı şeyleri yaparak geçirmiyorum günlerimi.
09.00
İş hayatının başladığı ve telefonların çaldığı bir saat bu. O saat gelene kadar ben kendi işlerimi hallediyorum, e-maillerimi gönderiyorum. 09:00’da normal iş hayatına girmiş oluyorum. Vejetaryen beslendiğim için uzun süreli bir kahvaltı sürecim de yok. Granola, badem sütü gibi sağlıklı şeyler tüketiyorum, kahve çay içmiyorum. İşe başlamadan önce sağlıklı bir zihin için, vizyoner bir mindset için kendimi hazırlıyorum diyebilirim. Bu yüzden çoğu işimi 07:30-08:00 arasında bitirmiş oluyorum.
12.00
Günün en yoğun saati gibi geliyor. Genelde seramikle ilgili olan işleri bu saatlerde yapıyorum. Fabrikanın içinde küçük bir ofisimiz var. Orada mimarlarla temas ederek çalışmak çok verimli oluyor. Üretimleri kontrol ediyoruz. Öğle yemeğini de genelde Pendik’teki fabrikada yiyorum. Orada taze, çok sevgi dolu bir yemek ortamı oluyor. Ama bu daha çok 13:00 gibi.
14.00 – 16.00
Yavaş yavaş ayaklansam mı demeye başlıyorum. Genelde şehre geliyorum o saatte, başka toplantılar organize ediyorum. Yoldaysam bile devam ediyor bu durum. Bir de olağanüstü bir Whatsapp trafiğim var. Ben iletişim konusunda cömert davrandığımı düşünüyorum.
19.00 – 22.00
İş hayatı 18:00-19:00 gibi bitiyor herkes gibi ama ben o saatlerin çok verimli olduğunu düşünüyorum. Yemek öncesi iş konuşmak ya da fikir alışverişinde bulunmak için iyi saatler. O yüzden saat 21:00’e kadar bir iş organizasyonu yapmaya çalışıyorum. Sabah 7’deki vizyoner hali, yine telefonların artık çalmadığı, maillerin gelmediği saatte yeniden kullanmaya çalışıyorum. Akşam yemeğini de o arada çıkartıyorum. Zaten çok da gezdiğim söylenemez. Sadece duvarlarında Gorbon Seramik olan yerlere gidiyorum. Peninsula, Bizİstanbul gibi…
Günü nasıl bitiriyor?
Akşamlarımı genelde müzik dinleyerek, tarih kitapları karıştırarak geçiriyorum. Günü 22:00 – 22:30 gibi, erken bitiriyorum diyebilirim. Ama hemen uyuyamıyorum.
- Raffles İstanbul Genel Müdürü Andrew Steele’in Bir Günü
- ROCA Türkiye Genel Müdürü Salvador Lopez Oliva’nın Bir Günü
- Mandarin Oriental Bosphorus, Istanbul Genel Müdürü Ali Tunç Batum’un Bir Günü
İş ve Yaşam Sırları
Zaman yönetimi metodunuz nedir, zamanı nasıl verimli kullanırsınız?
Güne hazırlıklı başlıyorum. İş yükünün altında ezilmemek için planlama yapıyorum. Mental olarak da kendimi hazırlıyorum. Sabah 7’de kalkıp bugün ne düşünmem lazım diye düşünüyorum. O yüzden de birçok şeyi karşımdakinden önce planlamış oluyorum. Bu denizcilikten gelen bir şey. Her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Denizde “Bugün neler geldi başıma” diyemezsin mesela. Çünkü onlar senin başına gelmez, sen hazırlıksızsındır. Hazırlıklı olma refleksim gelişti ki karada da devam ediyor. Denizde bazen fırtınayla karşılaşıyoruz diyelim, kimisi “Öldük bittik, nasıl baş edeceğiz?” diyor, kimisi de “Geçecek” diye bakıyor. Çünkü hiçbir fırtına aslında altı ay sürmüyor. En fazla iki gün. “Geçecek” demek kolay değil ama diyebiliyoruz da.
İş hayatında da “Yetişemiyorum, baş edemiyorum” diyen birine “Geçecek” diyebiliriz. Bunun kesinlikle denizde öğrenildiği ve karada insana mucizeler getirdiği şüphesiz. Yelken şaka maka 40 yıldır hayatımda. Ondan çok beslendiğim kesin ama bir de Alman Lisesi gibi, Boğaziçi gibi iyi okullardan aldığım bir disiplin de var. Ve Kova burcuyum. Sanırım kova burçlarının da kendine has bir organize etme biçimi ve becerisi var.
Günün en sevdiğiniz saati nedir?
Sabah 7 ya da akşam 19:00. Biri sükûnet anı diğeriyse hazmetme anı gibi geliyor. Eğer günü verimli geçirdiysem akşam 19:00’da tamamladığım işleri düşünerek huzur içinde bitirebiliyorum günü.
Stresinizi azaltmak için ne yaparsınız?
Stres yaşamıyorum ki. Belki çok ender, o da özel hayatımda olabilir. Ama şuna inanıyorum. Kimse kimsenin stresini atmasına yardımcı olamaz. Böyle bir aktivite de olamaz. Boks salonunda da atamazsınız bence. Kendine güvenle, kendini sakinleştirmekle, her şeyin geçeceğini bilmekle yönetilebilir gibi geliyor.
Tevekkül gibi bir şeyden mi bahsediyoruz?
Kesinlikle. Hepimizin bir yolculuğu var. Ben de 51 yaşına geldim. Ne yapmaya çalışıyoruz, nereye gitmeye çalışıyoruz, daha zengin mi olmaya çalışıyoruz, daha saygın mı, daha çekici mi olmaya çalışıyoruz… Kimsenin bir fikri yok aslında. Bu tevekkülü arıyoruz diye düşünüyorum. Beni stresten kurtaracak bir aktivite varsa o geçicidir. Aktivite de, stressizliğin kendisi de.
İstanbul’un kaosundan kaçma yönteminiz nelerdir?
Sadece kaos değil ama temiz hava için, temiz su için, sağlıklı besinler için hafta sonları şehir dışına kaçmaya özen gösteriyorum. Bazen 12 gibi İzmir’e gidip akşam uçağıyla dönüyorum. Bazen de Midilli’ye, Atina’ya gidiyorum. Bunu sadece seyahat olarak düşünmüyorum. Fabrika havaalanına beş dakika uzaklıkta olduğu için zor da olmuyor.
İş yaşamında sizi güçlü kılan yanlarınız nelerdir?
Liderlik becerisi. Ben çocukluğumdan beri bu özellikleri taşıdım. Basketbol oynarken de takım kaptanıydım, denizde defalarca kaptan oldum, Bosphorus Cup’ı kurdum, sayısız kez fırtınalarda 8-10 kişinin emniyetinden sorumlu oldum, Gorbon’da birçok gence liderlik yapıyorum. Ama bu liderlik despot bir şey değil. “Oh be adama bak, 50 yaşına gelmiş, lider olmuş, kafası rahat” diyebilir beni tanımayan biri, halbuki öyle değil. Teknede kaptansın mesela, birisi sana itiraz ediyor. Ona “Sus” dersen ayıp olur ama demezsen de lider olamazsın. Dolayısıyla bunu demenin bir üslubu var. Lider olmanın böyle bir zorluğu var.
İş hayatında da böyle. Kimse lidere, kaptana “Ne ukala şey” demez. Çünkü bilakis güven veren bir şey bu. Mesela dünya turu yapan yelkencilerden birinin yarış esnasında dili koptu, dikti, devam etti. Olay bu. Kimisi yarım bırakıyor ama ben devam ediyorum. Sadece yarışı değil, her şeyi bırakıyor. İşini, ilişkisini… Sıkılabilirsin, yorulabilirsin ama bırakma diyorum ben de. Deniz, her hâlükârda orada var olmanı bekliyor. Hayat da böyle. Rüzgâr olmadığında bekleyecek, fırtına çıktığında devam edeceksin ve sonunda o limana varacaksın.
Gençlere yönetici olmakla ilgili en önemli öğüdünüz nedir?
Bir sürü şey olabilir. Ama öncelikle klişe de olsa iletişim. Bence gençler artık anlaşamıyorlar. Birbirleriyle de, aileleriyle de, sevgilileriyle de. Bu bir suçlama değil, böyle yetiştirilmişler. Alelacele bir iletişim kuruyorlar. Dilbilgisi derslerinde öğretilen özne, zarf, yüklem hiçbir şey yok… İletişim çöktüğü için de herkes geriliyor. Ne anlatmaya ne de dinlemeye vakit ayırıyorlar. Söyleyecekleri şeye az emek verdikleri için herkes her şeyi yanlış anlıyor. Bunun haricinde kimse gençlere karşısındaki olanakları anlatmıyor. Ne kadar çok seçenek olduğunu bilmiyorlar. Bugün üniversiteden mezun olan bir çocuk ya bankada çalışabileceğini, ya mühendis olabileceğini düşünüyor… Bu mudur hayat? Değil.
Birinin gençlere hem para kazanıp hem saygın olup hem de mutlu olabileceğini anlatması gerekiyor. Para kazanamazsan da bir daha denersin, olmadı bir daha denersin. Gençlere daha özgüvenli, daha üretken bir perspektif sunmalıyız. Çok kapitalist bir düzendeyiz ve çocuklar nasıl mutlu olacağını şaşırmış durumda. Fotoğraf çekebilirsin, beste yapabilirsin, balinaları besleyebilirsin ve kariyerinde de başarılı olabilirsin. Hepsini yapmak mümkün.
Bir yanda kurumsal iş dünyası, bir yanda uluslararası bir spor müsabakasının sorumluluğu. İkisi arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Epey emek veriyorum her ikisine de, ama her ikisinde de çok insancıl ve sevgi dolu bir dünya yaratmaya çalışıyorum. Şu ana kadar çok iyi gitti, umuyorum böyle devam eder.
Hep hayranı olduğunuz isim kimdir ve neden?
Benim oldum olası hayranı olduğum isim Yunan yazar Nikos Kazancakis çünkü çok özgür olduğunu düşünüyorum.
İş-hayat dengesini sağlama yönteminiz nedir?
Aslında bir denge yok. Ve çok basit, iş önemsiz, hayat çok önemli.
Spor ne kadar hayatınızın içinde?
Bir fitness club’a gitmiyorum. Bazen yogaya gidiyorum. Yelkenciliğim de azaldı. İş hayatı bu kadar yoğun olunca eskisi gibi yarışamıyorum. Yapmam gerektiği kadar spor yapmıyorum ve bu yüzden kendime de biraz kızıyorum açıkçası.
Pandemi döneminde resim yapmaya başladınız. Bu bir hobi mi profesyonelliğe dönüyor mu?
Sadece bir hobi aslında, bu ara pek de vakit bulamıyorum. Ama güzel bir birikim oldu diye düşünüyorum. İleride yeniden ilgilenmeyi düşünüyorum.
Sizin bir koleksiyonunuz var mı?
1960’lı ve 70’li yıllardaki GORBON objelerini toplamaya çalışıyorum. Bu zaten çok doğal olsa gerek. Başka bir koleksiyonum yok. Ama olsaydı İran edebiyatıınn kadim kitaplarından bir koleksiyon yapmak isterdim.
Bize iş hayatınızda unutamadığınız bir anınızdan bahsedebilir misiniz?
Gorbon Seramik olarak Paris’teki Christan Dior mağazasının vitrinlerinin seramiklerini yapmıştık. Yılbaşında yüzlerce insan kar altında sıraya girmişlerdi ve bizim ürünlerimize bakıyorlardı. Orada çok gururlanmıştım.
Bugüne dek konaklamayı en çok sevdiğiniz ülke ve otel neresi oldu?
En çok etkilendiğim şehir Pakistan’ın Lahor şehri. Ama konaklamayı en çok sevdiğim yer Midilli adasındaki Golden Beach.
İstanbul’da müdavimi olduğunuz mekânlar ve restoranlar neresidir?
Genellikle Gorbon seramikleri ile donatılmış lokantaları seviyorum. Mesela BizIstanbul ve Karaköy Lokantası tabii. Ama ayrıca Hünkar ve Kanaat Lokantası gibi klasik yerleri de çok severim.