212 Photography Istanbul kapsamında gerçekleşen “Spot Işıklarının Ardında: Müzik Dünyasının Hikayesi” sergisinin küratörü müzik fotoğrafçısı Ebru Yıldız’la sahne ışıklarının ötesinde bir yolculuğa hazır mısınız?
Ankara doğumlu, New York’ta yaşayan ve objektifini müziğin kalbine çeviren fotoğraf sanatçısı Ebru Yıldız, “Spot Işıklarının Ardında: Müzik Dünyasının Hikayesi/Beyond the Spotlight: Chronicles in Music History” sergisiyle İstanbul’a geldi. Yıldız, daha önce hiç görülmemiş fotoğraflarıyla müzik dünyasının efsane isimlerinin ve gruplarının sergilendiği bu özel seçkide, bizi sahne ışıklarının ötesinde bir yolculuğa çıkarıyor. 2016 yılında yayımladığı “We’ve Come So Far: The Last Days of Death By Audio” kitabıyla da tanınan sanatçı, 28 Ekim’e kadar Galata Rum Okulu’nda ziyaret edilebilecek sergiyle İstanbul’daki sanatseverlerle buluşacak ve müzik tutkunlarına unutulmaz bir deneyim yaşatacak.
“Spot Işıklarının Ardında: Müzik Dünyasının Hikâyesi” sergisinde, New York merkezli fotoğrafçıların müzik dünyasının ikonik isimleri ile sahne arkasında gerçekleştirdikleri fotoğraf çekimlerinden bir seçki görüyoruz. Bu kareler içinde sizi en çok etkileyen, “Keşke ben fotoğraflasaydım” dediğiniz kare hangisi oldu?
İnanın, neredeyse hepsi için aynı hisler içerisindeyim. Gerçekten müzik fotoğraflarına ilgi duymaya başladığımdan beridir, en sevdiğim ve “Keşke ben çekseydim” dediğim fotoğraflardan oluşuyor serginin tamamı. Tek bir tanesini seçmek imkânsız.
1998’den beri New York’ta yaşıyorsunuz. Ama Türkiye’den de hiç kopmadınız. İki farklı kültürün müzik dünyalarını düşündüğünüz zaman neler düşünüyorsunuz? Hangisi sizi daha çok kendine çekiyor?
İlk düşündüğüm şey, imkânların nasıl aynı olmadığı. Yaşadıkları ülke dışında turneye çıkmak zaten çok zor bir şey, mesela. Türk müzisyenler daha yeni yeni bunu yapmaya başladılar ve gene çok kısıtlı olarak. Ancak, yapılmaya başlanmış olması da çok önemli bir adım tabii ki. Beni çekmesi bakımından ise her iki kültür de inanılmaz çekici geliyor. İyi müzik, iyi müziktir sonuçta; hangi coğrafyada yapılmış olursa olsun.
- Sanatına Şapka Çıkarılacak Bir İsim: Stephen Jones
- Dünyanın En Güzel Enstantaneleri
- Londra’da Fotoğraflarla 50 Sene
- Dünyayı Gezen Bir Fotoğraf Kitabı: Cities on Earth
EN İYİ ANLAR KENDİNİZİ MÜZİĞE KAPTIRDIĞINIZ ZAMANLAR ÇIKIYOR
Uzun yıllar müzik gazetecisi olarak çalıştım ve en çok gözlemlediğim şey, iş fotoğraf çekmeye gelince yerli grup ve müzisyenlerin objektif karşısında daha “korunaklı” olmaya çalışmaları, fazla kontrollü davranmaları olmuştu. Siz böyle bir şey hissettiğinizde, karşınızdaki kişinin kendini kapattığını algıladığınızda nasıl bir yol izliyorsunuz?
Bence fotoğraf çekilme süreci herkes için zor bir tecrübe. Fotoğrafçıya, çekim anında verilmesi gereken ve çoğu zaman henüz hak edilmemiş bir güven var. Resmi çekilecek kişinin kendisini gergin hissetmesi kadar normal hiçbir şey yok. Bu, röportajlar için de aynı şekilde. Sonucunda nasıl gösterileceğinizi bilmiyorsunuz. Ben genelde çekimlere karşımdaki insanın bu kendi koruma hissinin devreye girdiğini düşünerek başlıyorum. Zaten beklentiniz o yönde olunca, psikolojik olarak hazırlanmış oluyorsunuz. Ben yaptığım işi çok sevdiğimden, genelde çekimlerde heyecanlı oluyorum. Bu heyecan da genelde bulaşıcı oluyor ve insanları rahatlatıyor.
Canlı performanslar sırasında biz izleyiciler olarak farklı pek çok şey görüyoruz. Hem sanatçı hem de izleyici bazen tek bir duyguda bütünleşiyor. Bu anı yakalamak da işin ustalığı. Siz bu tip anları yakalarken her an tetikte mi oluyorsunuz, yoksa aslında plan yapmayıp tamamen kendinizi o anın akışına mı bırakıyorsunuz? Yani “o an”ı nasıl yakalıyorsunuz?
Canlı müzik çekerken her şeyi akışına bırakmaktan başka şansınız yok. Hiçbir şey üzerinde kontrolünüz yok. Bence en iyi anlar, kendinizi müziğe kaptırdığınız zamanlar çıkıyor. Hislerin ham olduğu anlar. Müziği hissedip bir bütün olduğunuz ve bir sonraki notada kimin ne yapacağını önceden sezebildiğiniz anlar, genelde en etkili anlar oluyor. Eğer müzikseverseniz, zaten konseri izlemeye gelen kişiler gibi siz de mevcut enerjiyle bir bütün oluyorsunuz.
Hiç herhangi bir çekim/konser sırasında müziğe kapılıp sürüklendiğinizi hissettiğiniz, işinizi yapmayı unuttuğunuz, tek bir kare bile çekmemiş olduğunuzu fark ettiğiniz bir tecrübe yaşadınız mı?
Sadece bir kere oldu desem inanır mısınız? Normalde çekim başladığı anda çektiğim ve çekeceğim fotoğraflar haricinde her şeyi unutan bir çekim ahlakım var. Yemek yemeyi, su içmeyi birinin bana hatırlatması gerekiyor diyeyim. O yüzden fotoğraf çekmeyi unutmam gibi bir şey mümkün değil. 212 festivalinin sokak kampanyalarında kullanılan P!nk’in fotoğrafı başka bir şey ama. Tamamen ağzımın açık kaldığı bir anın sonunda yakalanmış bir fotoğraf. Kendisini iki ince görünen halatla Kaliforniya’nın en yüksek uçurumlarından birinden sallandırdıklarında gözlerime inanamadım. Böyle bir şey yapacaklarını biliyordum tabii ki, ama teori olarak bilmekle gerçekte görmek iki ayrı olay. O kadar rahatlıkla bir kere bile düşünmeden yaptı ki ağzım gerçekten açık kaldı. Ama tabii ki hemen kendime gelip, işe devam ettim.
Sorularınızı hazırlarken beni görsel olarak en çok etkileyen, unutamadığım bir fotoğrafı zihnimde canlandırdım ve ilk sonuç Kurt Cobain’in bir konser çıkışı yerde oturmuş ağlarken çekilmiş karesi oldu. Siz böyle bir ana şahit olsanız fotoğraflar mıydınız?
İlk düşündüğüm, ne kadar özel bir anın fotoğraflanmış ve bütün müzikseverlere ve tarihe hediye edilmiş olduğu. Artık aramızda olmayan, sevdiğimiz ve hayranı olduğumuz müzisyenlerle aramızdaki tek görsel bağlantı, onların zamanında çekilmiş olan fotoğrafları ve videoları. Ben hep bunların tarihi olarak çok önemli olduklarını düşünüyorum. Bu anı çeker miydim tam emin değilim aslında. Çok karakterle alakalı bir şey. Eğer halka açık bir yerde yaşanmış bir an ise veya benim fotoğraf çekmem beklenen bir an ise evet, çekerdim. Ama eğer bir gizlilik beklentisi olan bir an/yer ise, çekmezdim.
MÜZİK TARİHİNE BİR KATKI SUNABİLİRSEM KENDİMİ BAŞARILI HİSSEDEBİLİRİM
Tek bir sanatçının veya grubun bir sene boyunca sahnesini, günlük hayatını, kulisini, evini, odasını, ailesini vb. gibi kişisel alanlarını, kısacası tüm dünyasını fotoğraflayacak olsanız, böyle bir proje için aklınıza hangi isim gelirdi ve neden?
Aklıma hemen birkaç isim geldi. Tom Waits, Iggy Pop, Willie Nelson.
Bugüne kadar yaptığınız çalışmalarınızı birbirine bağlayan ortak bir bağ var mı? Bu bağ, gelecekteki projelerinizi nasıl şekillendiriyor?
Ortak bağ, bence fotoğrafını çektiğim kişilere duyduğum sevgi, saygı ve hayranlık. Yaptığım işe verdiğim sonsuz önem ve özen de bir diğer bağ. Gelecekteki projelerimi şekillendirmesi de sanırım ilgim, sevgim ve saygım olan projelere odaklanmamı sağlıyor.
Pek çok itibarlı müzik dergisi olmak üzere, eserleriniz global anlamda da büyük başarılar kazandı. Başarı sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Profesyonel anlamda başarılarınızdan en çok gurur duyduklarınız hangileri?
Şimdi mesela bu soruyu okurken düşündüğüm ilk şey, başarının ne kadar subjektif bir kavram olduğu. Siz beni öyle gördüğünüz için öncelikle teşekkür ederim. Ama gerçekten başarı göreceli bir kavram ve benim için ne demek diye hiç düşünmemişim sanırım. Eğer bir fotoğraf size fotoğrafın çekildiği anda oradaymışsınız hissi veriyorsa, o fotoğraftaki kişinin hayatını daha çok öğrenme isteği uyandırıyorsa başarılıdır sanırım. Bunu göze alarak, eğer bir müziksevere en sevdikleri müzisyenlerle ilgili bu hissi verebiliyorsam başarılı hissederim.
Bir de belki hayatımın sonunda müzik tarihine bir katkı sunabilirsem kendimi başarılı hissedebilirim. Sanırım siz daha elle tutulabilir şeylerden bahsediyorsunuz. Başarı mı emin değilim ama benim için en önemli iki projem, Death By Audio kitabım ve Yeraltı Türk Müziği projem. Başarılı olup olmadıklarına başkaları karar versin bence.
Son olarak, sergiye doğru yola çıkarken, o dünyaya giriş yapabilmek için bize bir şarkı önerseniz bu hangi şarkı olurdu?
Velvet Underground – Sunday Morning.