Müjde Akyurt ya da Instagram’daki adıyla Pera Puppe, doll-art sanatının Türkiye’deki en iyi temsilcilerinden. Hazırladığı her parça, eşsiz bir hikayeye sahip. Belki de bu yüzden birçok insan sadece kendisine özel ve üzerinde taşıyabileceği bir sanat eseri için merakla peşine düşüyor onun. Müjde Akyurt’un masalsı dünyasına hoşgeldiniz.
Uzun zamandır Instagram’da paylaştığınız her kareyi takip ediyor, tam olarak ne olduğunu çözemeden, cazibesine kapılarak anlattığınız hikayeyi anlamaya çalışıyordum. Siz “yaptığınız şeyi” nasıl tanımlıyorsunuz?
Çalışmalarımı kategorize etmek oldukça güç, o nedenle haklı ve yerinde bulduğum sorunuz için teşekkür etmek isterim. Dünyada kabul gören genel geçer ismi “Doll-art” sanatı fakat ben çalışmalarımı kumaş ve tekstil ürünleri ile üretilen heykeller olarak tanımlamayı daha doğru buluyorum. Ana malzemem kumaş olsa da birçok farklı tekstil malzemesi eşlik edebiliyor çalışmalarıma. Bir cümle ile tanımlayacak olursam; kumaşlara veya tellere form verilerek, boyut kazandırılarak üretilen heykeller diyebilirim.
Instagram’da paylaştığınız her kare; bir fotoğraftan, bir üründen çok bir performans gibi. Bir hikaye yazıyorsunuz ve sunumuna da bayağı çalışıyor gibisiniz. Nasıl bir çalışma yönteminiz var?
Hayal etme, yaratım ve fotoğraflama süreci boyunca eserlerimle o kadar çok hemhal oluyorum ki; kendimi onlardan soyutlamam imkansız oluyor diyebilirim. Her birine ayrı hikayeler yazdığım bu karakterler benim fantastik dünyamın birer şahsiyetleri, ben de o dünyanın baş aktristiyim. Bu nedenle çoğu zaman fotoğraflama aşamasında kamera önünü birlikte paylaşıyoruz. Eserinizi, anlatmak istediğiniz hikaye veya duyguyu prezante etme şeklinizin önemi çok büyük çünkü ancak bu şekilde doğru insan ve kanallara ulaşabilirsiniz. Üretim aşamasında zihnimde bir sahne belirir, fotoğraflarken de hayalimdeki seti oluşturmaya çalışıp çekimleri kendim gerçekleştiriyorum.
Fotoğrafçı değilim, teknik hatalar mümkündür. Fakat öncelikli hedefim, duygu aktarımını elimden geldiğince geçirebilecek miyim kaygısı. Her çalışmamda kendime şu soruyu sorarım, “Elinden gelenin en iyisi mi?” Yanıtım “Evet” ise paylaşıyorum, şayet “Hayır” ise sonsuz denemeye devam ederim. Yaptığım işte kendim esastır.
Bazen fantastik bir dünyadan, bazen de nostaljik hikayelerden sesleniyor gibisiniz. Size ne ilham verir?
Çalışmalarımı ortaya koyarken bana ilham olan birçok itici güç var. Bazen dokunduğum antik bir kumaş veya obje, dinlediğim bir hikaye çıkış noktam olabiliyor. Lakin beslendiğim iki ana kanal var; çocukluğum ve uzun yıllardır dokusundan ve ruhundan etkilendiğim Arifpaşa Apartmanı diyebilirim.
Nasıl bir bağ var Arifpaşa Apartmanı’yla aranızda?
Hayatta tesadüflere pek inanmıyorum. İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda hemşirelik mesleğimi icra ederken her gün önünden geçip merakla ve hayranlıkla izlediğim bu ihtişamlı tarihi dokunun içerisinde güzel bir yaşam inşa edeceğim gerçeğini tesadüf olarak tanımlayamıyorum. 15 yıldır üretimlerime ilham olan bu tarihi dokunun içerisinde yaşamaktan apayrı keyif alıyorum.
Bize biraz işinizin teknik taraflarından bahseder misiniz? Bir tasarım nasıl ortaya çıkıyor?
Her sanatçı için yaratım prosesi farklıdır muhakkak. Ben zihnimde hayal ettiğim karakterin genel hatlarıyla çiziyor ve kalıbını çıkarıyorum ve böylece genel hatlarıyla bir vücut elde etmiş oluyorum. Sonra yüzüne tellerle bir bakış ve ifade kazandırmaya çalışıyorum, o ifadeyi yakaladıktan sonra giydirmeye başlıyorum. Üzerine iliştirdiğim minik objeler, eskitme tekniklerim bazen bir saç detayı ile anlamına, hikayesine derinlik katmaya çalışıyorum. Öyle ki bazen minik bir detay zihnimde yerine oturmaz ve haftalarca beklemek zorunda kalabilirim. Ta ki “İşte bu!” diyene kadar.
Gördüğüm kadarıyla bebekler, broşlar, yakalar gibi aksesuarlar var. Bana biraz tasarımlardan örnek verir misiniz?
Çalışmalarımı “Art-décor” olarak tanımlayabilirim, fakat tasarladığım şapkalar ve broşlar “Kullanılabilir sanat” diye tanımladığımız kategoriye daha yakın çalışmalar. Kullanılmadığı anlarda dekoratif dolap ve şık cam fanuslar içerisinde sergilenebilir birer art-decor eserlerdir.
Satış süreci nasıl ilerliyor, nasıl ulaşıyor insanlar size?
Son birkaç yıldır kendi isteğimle satışlarıma ara verdim. En büyük nedeni Moskova’da düzenlenen uluslararası doll-art sergisine hazırlanmaktı. Fakat o proje ve hayalimi şimdilik rafa kaldırdım. Bir süredir farklı materyal ve disiplinlerde üretimler yapmaya çalışmak, deneme yanılma süreci beni daha çok heyecanlandırıyor. Sipariş süreci nasıl ilerliyor derseniz; her bir çalısmam kendi içinde unique ve tekrarı olmayan eserler. Hal böyle olunca kişiye özel çalışmalarla insanlara ulaşmanın keyfini yaşıyorum.
Bana genellikle şu cümlelerle ulaşırlar; “Benim için de bir puppe hayal edip üretebilir misiniz?” veya “Çalışmalarınızdan birine sahip olma şansım var mı?” Maalesef her talebe cevap veremesem de paylaştığım kişilerle her iki tarafın da ortaya nasıl bir şeyin çıkacağını bilmediği, sürprizli bir sürece girmiş oluyoruz. Yaratıcılığıma sınır koyabilir endişesi ile üretim bitip görselini kişinin kendisiyle paylaşana kadar kişi hakkında (mesleği, zevkleri, sevdiği renkler vs. ) hiçbir ön bilgi edinmek istemiyorum. Sipariş veya satış olarak tanımlamak, bu kişilerle muammalı, sonu sürprizli etkileşim ve paylaşıma biraz haksızlık olur diye düşünüyorum.
Doll-art festivallerine davet edildiğinizi okudum. Dünyada nasıl ilgi görüyor bu meslek, Türkiye’de nasıl?
Her yıl Moskova’da düzenlenen uluslararası Doll-art festivaline davet edildim. İngilizlerin porselen üretimiyle birlikte porselen bebeklerin hayatımıza girişi ve Rusların birbirinden incelikli ustalık gerektiren eserleri ile dünyada belli bir saygınlığı olan bir sanat dalı bu. Fakat ülkemizde henüz tam olarak yerini bulduğunu ve doğru kategorize edildiğini düşünmüyorum. Bebek sanatı veya Doll-art denildiğinde oyuncak bebekler olarak algılanabiliyor. Aksine bu çalışmalar art-decor eserlerdir. Bırakın oynamayı, dokunurken bile imtina gösterilmelidir .
Hemşirelikten bu mesleğe geçtiğinizi okudum. Nasıl bir manevra oldu hayatınızda?
Bambaşka iki mecra. Hemşirelik mesleğimi icra ederken de elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Fakat kendimi ait hissetmedim ve ruhuma iyi gelmeyen ameliyathane salonlarını terk etme kararı aldım. Bu sanatla birlikte kendimi keşfetme sürecine girdim diyebilirim. Kendime koyduğum görünmez sınırlar üretirken ortadan kalkıyor ve özgürce hayal edip üretebiliyorum. Keyfi paha biçilemez.
Fuaye Pera adlı bir mekanın işletmeciliğini de yapmışsınız. Ne oldu sonra mekan?
Fuaye Pera, Beyoğlu’nda yönetmen Tevfik Başer ile ortak inşa ettiğimiz bir sinema okulu projesiydi ve bir süre bu yönde faaliyet gösterdi. Bu süre zarfında Yekta Kopan, Mario Levi gibi isimler yaratıcı yazarlık ve sinema dersleri verdi. Sonrasında tek olarak işlettiğim süre içerisinde birçok kültürel ve sanatsal etkinliğe imza attık. Çok büyük zevk alsam da hizmet sektörü içinde olmak istemeyişim ve çok fazla insanla iletişimde olma zorunluluğunun yoruculuğu sebebiyle devrini gerçekleştirdim. Fakat benim için müthiş tecrübeler edindiğim bir hayat okulu olması nedeniyle önemi çok büyük.