Saatolog.com.tr

Saatolog.com.tr Logo

Ömer Atakan ve Paralel Evreni

4 Nisan 2024
Ömer Atakan ve Paralel Evreni
Ömer Atakan, pop-art eserleriyle Cüneyt Arkın’la Kadir İnanır’ın oynadığı bir “Pulp Fiction”ı, Ayhan Işık’ın başrolünde olduğu bir “James Bond”u hayalden gerçek dünyaya taşıyor.

Yıl 1960. James Bond, henüz sadece romanlarıyla ünlü bir karakter, filmi henüz çekilmemiş. Kitabın yazarı Ian Fleming, Sunday Times’da çalışan bir gazeteci ve 6-7 Eylül olaylarıyla çalkalanan Türkiye’ye haber yapmaya gelir. “İstanbul’da Büyük Kargaşa” adlı makalesini yazarken Pera Palace Otel’de konaklayan Fleming, bir gün otelin lobisinde oldukça yakışıklı bir erkek ve çekici bir kadına görür. “Küçük Hanımefendi” filminin çekimleri hakkında konuşan Ayhan Işık ve Belgin Doruk, tam da o anda James Bond filmi için Fleming’in hayal ettiği oyuncular haline gelir. Ancak dönemin kaosu buna izin vermez ve 1962 yılında vizyona giren Bond’un başrolünde Sean Connery yer alır. Bu hikaye tarihin tozlu sayfalarına karışmış olabilirdi. Ta ki Ömer Atakan, bu hiç gerçekleşmeyen senaryoyu pop-art eserlerine taşımasaydı.

Bugünlerde yeni sergisi için “Alternatif Yeşilçam” posterleri çizen Ömer Atakan, paralel bir evrenden sesleniyor gibi. Cüneyt Arkın’la Kadir İnanır’ın oynadığı bir “Pulp Fiction” bu dünyada gerçek. Ve aklınıza hiç gelmeyen birçok ünlü isim de dünyaca ünlü filmlerden fırlıyor. İlhamı ise çok gerilerden geliyor gibi. Dünyanın sergilenen en geniş James Bond koleksiyonuna sahip olan Ömer Atakan’ın hayallerin ötesine geçen dünyasına buyurun.  

Alternatif Yeşilçam Sergisinden
Ömer Atakan
Ömer Atakan Ve Paralel Evreni
Ömer Atakan

Eserlerinizi nasıl tarif ediyorsunuz?

70×50 cm bir çerçeve içerisinde eserlerimi izleyenlere sanki filmin trailer’ını izliyormuşçasına bir duygu vermeye çalışıyorum. 90’lı yıllar öncesinde bilgisayar olmadan illüstrasyon tekniği ile elle çizilen film afişlerini, Pop Art sanat akımının ögeleri, grafik anlatım ve kendi tarzım ile harmanlayarak, kurşun kalem, mürekkep, marker, pastel ve akrilik boya ile ortaya çıkartıyorum.

Nasıl başladı bu serüven?

Ben Mimar Sinan resim bölümünü 9.’lukla kazandım ama aynı zamanda iç mimarlığı da kazanmıştım ve orada devam ettim. Üniversite bittikten sonra Los Angeles UCLA’da Sinema-TV master’ı yaptım. Döndükten sonra da iç mimarlık ve mimarlık sektöründe hizmet verdim. Çizime olan tutkumsa hep devam etti.

Nasıl keşfettiniz bu tutkuyu?

Çocukken hep çizgi roman okurdum. Film de çok seyrederdim. Hem sinemaya giderdim hem de videotek dükkanlarından film kiralardım. Zaten çizgi roman ve sinema birbirine çok benzer. Çizgi romandaki kare kare anlatım, sinemadaki story board gibidir. Çocukluğumdan beri bu tutku vardı yani.

Sonra bir kitap yazdınız ve aslında bugünkü resim serüveninizi de ateşleyen bu oldu sanırım?

Doğru. İki sene kadar önce Kelebek Camı adlı kitabım çıktı. Kitapta, 1980-95 yıllarındaki popüler kültür olaylarını kendi anılarımla bağlantı kurarak anlattım. Örneğin, Bağdat Caddesi’nde Suadiye Atlantik Sineması’nı orada izlediğim “Rocky” üzerinden anlatıyorum. Ya da Moda’daki Kırıntı’yı Depeche Mode’la veya Kristal Büfe’yi Brooke Shields’le anlatıyorum. Kitap birçok insanın anılarına dokunduğu için bayağı tuttu. İkinci baskısını yaptı. Kitabın içinde çizimlerim vardı. Mimar Sinan’dan arkadaşım, Goba Art&Design’ın kurucusu Esin Kalender, bu çizimleri gördükten sonra sergi yapmayı teklif etti. Goba Art&Design, tasarımcının sanat platformu olarak konumlandırıyor kendini. 2022 Aralık ayında ilk kişisel sergim Kinematograph’ı gerçekleştirdim.

Neden “Kinematograf”? Nereden geliyor bu isim?

“Kinematograf”, 20. yüzyılın başında Fransız Lumière kardeşler ile daha sonra Thomas Edison’un icat ettiği ilk film makinası. Sinema ve grafik kelimeleri de eserlerimi çok iyi ifade ettiği için bu ismi seçtim. Sergide Quentin Tarantino, Martin Scorsese veya Coen Kardeşler gibi 15 yönetmenin 15 filmini resmettim. Sadece eş dost gelir diye düşünürken, dışarıdan da yoğun bir katılım oldu ve ilk gün tüm eserler satıldı. Sonrasında basından da büyük ilgi gördü.

2023 Eylül ayında ise ikinci kişisel sergimi gerçekleştirdim. Bu kez serginin teması, 80’li yılların sinema müzik ve spor olaylarını resmettiğim “Back to the 80’s” idi. Önümüzdeki aylarda ise “Kill Bill”, “Mission Impossible”, “John Wick” gibi aksiyon filmleri için hazırladığım eserlerden oluşan “All Time Action” adlı üçüncü sergim olacak. Şimdi de Alternatif Yeşilçam adını verdiğim sergi için çalışıyorum. 1976 yılında Tarantino, Pulp Fiction’ı çekseydi Cüneyt Arkın’la Kadir İnanır’ı oynatırdı diye düşünerek eserlerimi hazırlıyorum.

Ömer Atakan
Ömer Atakan

Siz aslında mimarlık yaparken birdenbire her şey değişmiş gibi. Ve anladığımız her şey iki sene içerisinde olmuş. Bu kadar tutmasının sebebi neydi sizce?

15 yaşından beri çiziyorum aslında. Ama artık çok da uğraşmıyordum. Mimarlık şirketimde işlerim yoğundu. 50 yaşında birdenbire aslında hep yapmak istediğim şeye dönmüş oldum. 

Resim okumak istemiş genç Ömer’e hayallerini geri mi verdiniz?

Belki de…

Tamamen el yapımı değil mi eserleriniz? Hiç bilgisayar ya da dijital uygulamalar giriyor mu işin içine?

Hayır, tamamen el çizimi. Çoğu kişi bilgisayar işi ya da kolaj sanabiliyor. Şunu biliyorum ki, aslında bu tarz eserleri 10 sene önce yapsaydım bu kadar beğenilmezdi belki. Zira o zamanlar “digital art” daha popülerdi. Şimdi de belki popüler ama artık günümüzde herkes yapay zekayla prompt girip sanat eseri (!) çıkarabildiği için, elle yapılan işler daha değerli hale geldi diye düşünüyorum. Bir de yaptığım her eser tabii ki tek, edisyonları yok.

Yapay zekayla yapılan işlere nasıl bakıyorsunuz?

Yapay zeka olmadan önce bilgisayarda sanat yapmanın iki yolu vardı. Kağıt yerine ekranı kullanıyordunuz, kalem yerine de mouse’u. Sadece kullandığınız aleti değiştiriyorsunuz. Bir şey yapacağınız zaman gene elinizle çiziyorsunuz, paletten renk almak yerine uygulamanın size sunduklarından seçim yapıyorsunuz. Bu yalnızca bir araç farkıydı. Kağıt kalem yokken de insanlar mağara duvarına taşla çiziliyordu. Dolayısıyla dijital sanat aslında çok da beklenen bir aşamaydı. Ama bir eksisi, geleneksel yöntemlere göre istediğiniz kadar baskı alabilmeniz. Orijinal bir şey olmuyor yani elinizde. Sanatçının eli bilgisayara değiyor. Ben buna kötü bakmıyorum. 10 sene önce de bu popülerdi.

Yapay zekada ise prompt giriyorsunuz. Yeteneğiniz olmasa bile bir şey ortaya çıkıyor. Sanat önce fikir. Fikriniz yoksa eliniz iyi olsa bile resim belli bir noktaya geliyor. Avrupa’da bir sürü sokak sanatçısı var mesela. 1 saat içinde sizin birebir portrenizi çiziyorlar. Ama bunu yapan çok insan olduğu için belli bir değer görüyor. Yetenek herkeste var olan bir şey olabilir. Sanat olabilmesi içinse fikir gerekiyor. Yapay zekada fikir var, yetenek muallak. Bu da suistimale açık hale getiriyor. Bilen bilmeyen herkes iki tane promptla bir şey çıkarıyor.

Siz bu anlamda biraz mesafelisiniz sanırım?

Elon Musk bile mesafeli. Yapay zeka çok hızlı gelişiyor, öğreniyor ve bu çok tehlikeli. Matrix’in birinci bölümünü bile izleseniz geleceğin nasıl olacağını görüyorsunuz. Meteor filan çarpmaz ya da afet olmazsa insanlığın sonunun böyle geleceğini düşünüyorum. Ama sanata döndüğümüz zamansa bir avantajı var. Gerçek yetenekle yapılan işler yapay zeka arttıkça, bilgisayar sanatı çoğaldıkça daha kıymetli olacak.

Ömer Atakan Ve Paralel Evreni
Ömer Atakan

Malzeme olarak ne kullanıyorsunuz?

200 gr. Schoeller kağıdı, kurşun kalem, mürekkep, marker, kuru boya, pastel ve akrilik boyayla yapıyorum. Çerçeveleri de yaptırırken çok özeniyorum. Bu tarz bir eseri zaten camla kaplamadan teslim edemem. Hangi malzemelerle yaptığımı da mutlaka yazıyorum.

Nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Herkes çok beğeniyor ve koleksiyonlara katılıyor eserlerim ama bazen kullanılan malzemeden dolayı çizgi roman diye bakanlar da oluyor. Resim oldu mu illa tuvalin üstüne yağlı boyayla yapılmak zorunda gibi düşünen aslında bence resim sanatının derinine inmeden yüzeysel olarak bakan az da olsa bir kesim bu. Halbuki dünyada “original published comics artwork” diye bir koleksiyon türü var. Örneğin Superman’in, Tenten’in çizgi roman sanatçısı tarafından çizdiği kapak. Bunlar bugün milyon dolarlara satılıyor. Veya sinema afişlerinin orijinalleri. 90’lı yıllara kadar bu afişler bilgisayar olmadığı için illüstratörlere elle çizdiriliyordu. Üstelik tek bir adet. Dünyada bu orijinalleri toplayan koleksiyonerler var. Türkiye’de pek yok bu.

Ama bildiğimiz kadarıyla Cem Yılmaz gibi ünlü isimlerden eserlerinizi toplayanlar var.

Cem Yılmaz, sanatçı, fikir adamı, karikatürist, yönetmen ve sinemacı kimliklerinin dışında, ülkemizin önde gelen çağdaş resim koleksiyonlarından birine de sahip. Tabii ki kendisinin eserlerime koleksiyonunda yer vermesi benim için ayrı bir onur ve mutluluk oldu. Geçtiğimiz aralık ayında ise özel bir sipariş üzerine yaptığım eserimi alan kişi, Texas’ta Tesla’nın Cybertruck lansmanında, Elon Musk’ın yardımcısıyla görüşeceği bir toplantıya gitti. Eser, özel bir çerçeve ve kadife kutufusuyla Elon Musk’a teslim edildi. Önümüzdeki aylarda da Ip-Man ve John Wick filmlerinin dünya starı Donnie Yen için yaptığım bir eser kendisine ulaşacak.

Koleksiyonerliğinize dönecek olursak… Çok geniş bir James Bond koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz ama gördüğümüz kadarıyla figürler, saatler ve farklı objeler de var.

Evet. James Bond koleksiyonunu beş ana başlıkta topladım. Öncelikle Ian Fleming’in yazdığı romanın ilk baskıları. Ama her dilde. Fransızca, İtalyanca, İzlandaca, birçok ilk baskı mevcut. Bunun yanında Bond oyuncularının, kızlarının otantik ıslak imzaları var. Üçüncü kategori, afişler, gazete bantları ve orijinal çizimler. Dört; filmlerde kullanılan “screen used” diye tabir edilen eşyalar, proplar ve tabii James Bond’la ilgili çıkan tüm medya. VHS’lerden tutun da laser disklere, kasetlere, CD’lere kadar ne varsa…

Ömer Atakan
Ömer Atakan

Koleksiyonunuzda saatler de var değil mi?

“James Bond” filmlerinde saatler çok önemli. İlk Rolex’le başlıyor, sonra Roger Moore zamanı Seiko, Pulsar falan giriyor. 95’teki “Golden Eye”dan beri de saat sponsoru, Omega. Bende Swatch’un James Bond serileri var. “No Time To Die” için 6 saatlik bir seri yaptılar mesela. Onları hemen aldım. Hatta standını almak için çok uğraştım. Normalde vermiyorlar ama koleksiyon için altısını birden alınca verdiler. Bond’un 40., 50. senesi için hazırlanmış serilerden saatler var.

Bütün koleksiyonu düşündüğümüzde Türkiye’de daha genişi var mı bu alanda?

Türkiye’de zaten James Bond koleksiyonu yapan 4-5 kişi var. Benim koleksiyonum muhtemelen en büyüğü. Avrupa’da da en genişler içindedir. Ama daha önemlisi dünyada sergilenen en geniş koleksiyon olduğuna eminim. Kimse bu kadar sergilenmesiyle ilgilenmiyor çünkü. Dolapların içine dolduruyor ya da hiç kutusunu açmıyor. Ben sergilemek gerektiğini düşünüyorum. Ama sınıflamak gerekiyor bunun için. Yoksa sonu yok. Bir şeyi alacağım zaman yeri yoksa almıyorum. Hem her şeyi alacağım hem de sergileyeceğim dersen 3-5 tane koleksiyon yapamazsın. Tabii bu bir yatırım da. Durdukça değerlenen şeyler bunlar. Evinizde kaç tane eski telefon vardır, hiçbir işe yaramaz. Ama bunlar nadirleştikçe daha da değerli oluyor.

Nasıl başlıyor koleksiyonerlik?

Zamanında dedemin pul koleksiyonu vardı. 1923’ten 60’ların sonuna kadar damgasız pul serisi. Benim 35-40 yaşlarına kadar işim olmadı açıkçası. Koleksiyon yaptığınız zaman kendinizi buna adıyorsunuz ama gençken yapacak başka şeyler var tabi. DVD’ler çıktığı zaman onları biriktirirdim. Sonra Ebay ve internetin çıkmasıyla figür koleksiyonu başladı. Silikon, gerçek saçlı, sertifikalı figürler ve ardından İkinci Dünya Savaşı kurşun askerleri.

Instagram’daki bir gönderinizde sahafları paylaşmış ve “Bulanlar arayanlardır” yazmıştınız. Bir koleksiyoner olarak siz ne arıyorsunuz mesela tam olarak?

Koleksiyon işi acayip bir şey. Gruplarımız var mesela. Hiç tanımadığınız insanlarla aynı tutkuyu paylaştığınız için çok yakın arkadaş oluyorsunuz. Mahalleye güzel bir kız gelir mesela, herkes kızı beğenir ve herkes birbirbirini izler ya, koleksiyonerlik de öyle. Bir parça geldiği zaman herkes onu istiyor. O kadar insanı cezbeden bir tutku. “Bir şeyi alırken bir kere düşünürsün, almazsan bin kere düşünürsün” diye bir laf var ki çok doğru.  Ben bunu nasıl kaçırdım diye yıllarca düşünebilirsin.

Sonu var mı?

Yok. En fazla sonu müze olabilir.

Ömer Atakan’ın eserleri 20-28 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek Artweek İstanbul’da Frank Art Studio standında görülebilir.