Maximilian Büsser and Friends ya da daha sık duyduğumuz haliyle MB&F, son yıllarda saat dünyasının en sıra dışı markalarından biri. Saatlerle yolu üniversitede mühendislik okuduğu yıllarda kesişen Büsser, kendi markası MB&F’i 2005’te kurarak hayatındaki en büyük adımlardan birini atmış. Şimdilerde MB&F, üç boyutlu kreatif kasaları, birer mekanik heykeli anımsatan tasarımlarıyla yüksek saatçilikte kendine has bir edinmeyi başarmış bağımsız saat markası. Cenevre Saat Günleri vesilesiyle Maximilian Büsser’le bir araya gelerek markanın yeniliklerini ve çeyrek yüzyıla dayanan hikâyesini konuştuk.
Yolunuz saat dünyasıyla nasıl kesişti?
1989’da, üniversitede mühendislik okuduğum yıllarda yaptığım bir çalışmayla başladı. Bu çalışma için, konu olarak modasının geçmesine rağmen neden insanların çok para harcadığını anlamadığım lüks saatçiliği seçtim. Audemars Piguet, JLC, Breguet ve Vacheron Constantin gibi markaların CEO’larıyla ve hatta Gérald Genta ile röportajlar yaptım. Bu röportajlarla yüksek saatçiliğinin bir gün bitmesinin insanlık için bir kayıp olacağını kavradım. Bu görüşmelerden sonra artık ben de bir saat bağımlısıydım.
MB&F nasıl kuruldu?
MB&F bir iş değil, hayatımın kararıydı. MB&F çatısı altında verdiğimiz her kararda yaşamımızın son gününde kendimizle gurur duyabileceğimiz adımlar olmasına odaklanıyoruz. Saatçilik bizim için bir amaç değil, bir anlam ifade ediyor.
Çocukken bir otomobil tasarımcısı olmak isterdim. Mezun olduktan sonra 1991’de, lüks saat markalarının can çekiştiği yıllarda Jaeger-LeCoultre’da çalışmaya başladım. Yedi yıl burada çalıştıktan sonra yedi yıl da Harry Winston’da çalışarak saatlere olan tutkumu derinleştirdim. Asıl tutkumu ve kalbimi attıran şeyi keşfettim, daha önemlisi artık neyi yapmak istemediğimi fark ettim. Bütün bu deneyimlerle birlikte hayalimdeki şirketi, MB&F’yi yarattım. İnandığımız ve bizi gururlandıran şeyleri yaratmaya adanmış bir şirket oldu MB&F. Tamamen yaratıcılık merkezli. Bu çatı altında aynı değerleri paylaşıyor ve başkalarının bize nasıl davranmasını istiyorsak biz de karşımızdaki insanlara öyle davranıyoruz.
Saatçilik dünyasındaki en sıra dışı markalardan biri MB&F. Sizi diğer markalardan ayrı kılan şey nedir?
Her ne kadar saat üreticisi olsak da her birimiz birer kinetik sanatçılarız. Yarattığımız mekanik heykeller, geleneksel saatçiliği onurlandırarak üç boyutlu sanat eserlerine dönüştürüyor. Ancak MB&F’de yaptığımız sadece saatlerimizle ilgili değil, her şeyden önce sunduğumuz zihniyetle ilgili. İnsanlara farklı düşünmeleri, daha yaratıcı olmaları ve daha fazla risk almaları için ilham vermek istiyoruz.
Markanızın mottolarından biri şöyle: “Yaratıcı bir yetişkin, hayatta kalmayı başarmış bir çocuktur.” Bir saat markası için bu deyiş neyi ifade ediyor?
Aslına bakılırsa burada kastettiğimiz şey, çocuklar ya da saatlerle ilgili değil. Yaratıcılığı kaybetmemeyi vurguluyoruz. Tüm çocuklar müthiş yaratıcılar fakat birçoğu büyüdükçe bu özelliklerini kaybeder. Neden? Çünkü ailemiz ve öğretmenlerimiz, hata yapmak gibi bir seçeneğimizin olmadığını öğretiyorlar. Başarısızlıktan korkmak, modern pazarı ve mümkün olduğunca çok insanı memnun etme gayesine dayanıyor. Bu da yaratıcılığın en büyük düşmanı.
Geçen sene GPHG’de Grand Prix’yi (Büyük Ödül) kazandınız. Ödülü kazanan saatiniz Legacy Machine Sequential Evo’dan bahsedebilir misiniz?
Sequentail mekanizması bir saat dâhisi olan Stephan McDonnell’ın buluşu. Stephan, yaklaşık beş sene boyunca hemen hemen tek başına tarihin en devrimci kronografını icat etti. Kronograf çalışırken genliğini (ve tabii hassasiyetini) kaybetmemesini sağlayacak bir sistem üzerinde çalıştı ve tek bir mekanizmada dört fonksiyon oluşturdu: Birbirinden tamamen bağımsız iki kronometre, birbirine bağlı ama bağımsız iki kronograf ile ayrık saniye fonksiyonu ve satranç tahtası gravürlü bir butonla idare edilen modlar arasında geçiş.
Gelelim Cenevre Saat Günleri’ne, yeniliklerinizden bahsedebilir misiniz?
Doğrusu bizim için bu senenin en önemli yeniliği, kasımda duyuracağımız HM11 olacak. Cenevre Saat Günleri sırasında da HM9SV modelinin iki yeni versiyonunu tanıtacağız. Ve bir de Only Watch’da H. Moser & Cie. ile yaptığımız özel bir işbirliği var, ona da değinmeden geçmek istemem.
Bu yıl saat dünyası için nasıl geçiyor sizce? Önümüzdeki seneden beklentileriniz neler?
Hâlâ normalleşme sürecinde olduğumuzu düşünüyorum. Neredeyse tüm spekülatörler piyasayı terk etti, nihayet gerçek saat meraklıları istedikleri saatleri daha kolay bulabilir hale geldi. Ancak yine de, bazı referanslar için hâlâ birkaç yıllık bekleme listelerindeyiz.
Saat sektörü yapısı itibarıyla oldukça geleneksel. Fakat Z kuşağı, ileri teknoloji gibi pek çok faktör de saatçiliğin dinamiklerini etkiliyor. Saat dünyasının yakın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Z kuşağının saat takmadığını, zamanı telefon gibi başka cihazlardan takip ettiğini görüyordum uzun yıllardır. Ancak bu durum son zamanlarda değişiyor gibi. Şimdiye kadar bileklerine hiçbir şey takmayan pek çok genç MoonSwatch almaya çalışıyor. Belki de MoonSwatch, Swatch’un yaklaşık kırk yıl önce saat endüstrisi için yaptığını yapıyor.
Türkiye saat pazarını nasıl gözlemliyorsunuz?
Türkiye’ye gelmeyeli on seneyi geçti, fakat Cenevre’deki M.A.D Gallery’mizde Türk saat meraklılarının gittikçe arttığını görüyorum. Bu beni çok mutlu ediyor.
Sohbetimizi bitirirken saatleri kendi dilinizden tanımlar mısınız?
13. yüzyıldan beri çelik ve pirinci zamanı hesaplayan aletlere dönüştüren, insan dehasının bir eseri.