Müzik tarihinin dahi kulağı Arif Mardin’le anılmak, 30 yaşında genç bir kadın için nasıl bir histir emin değiliz ama Esin Aydıngöz, Grammy Ödülleri’nde En İyi Aranjman dalında aday olmanın sarhoşluğuna kapılmadan üretmeye devam ediyor.
Herkes sizin Grammy adaylığınızı konuşuyor. Oysa bildiğimiz kadarıyla ömrünün çoğunu zaten müziğe adamış bir insandan bahsediyoruz. Esin Aydıngöz’ü siz nasıl anlatırdınız?
Dört yaşımdan beri müzikle iç içeyim. Yedi yaşımdan beri sahneye çıkıyorum ve 13 yaşımdan beri de besteler yapıyorum. Ben kendimi büyük hayalleri olan ve kendi hayallerini gerçekleştirirken bir yandan da müzik sayesinde dünyada pozitif bir etki yaratmaya çalışan biri olarak anlatırdım. Çocukların sevdiği projelerde yer almak ve onlara tutkularının peşinden koşmaları için ilham vermek benim icin çok önemli. Müziğin her türünden ve her aşamasından büyük keyif alıyorum ve mutluluğun sırrının sevdiğimiz işi yapmak olduğunu düşünüyorum.
Hayatın herhangi bir yerinde Arif Mardin gibi bir isimle anılmak nasıl bir şey? Sonuçta Grammy’de ödül alan bir önceki Türk oydu…
Arif Mardin benim icin çok özel bir isim. Grammy adaylığının ötesinde Berklee College of Music serüvenim biraz da onun sayesinde başlamış oldu. Berklee, 2010 yılında şimdiki adı “Aspire” olan “Five Week Summer Performance Program” yaz okulu için tek bir Türk öğrenciye “Arif Mardin Bursu” veriyordu. Ben de babamın bir arkadaşı sayesinde bu burstan haberdar oldum ve Berklee’ye ilgi duymaya başladım. Her ne kadar o yaz bu bursu alamamış olsam da bir sonraki sene burssuz olarak bu yaz programına katıldım ve sonrasında üniversiteyi Berklee’de okurken hiç beklemediğim bir anda bu burs ile ödüllendirildim. Eğitimimi Arif Mardin bursu ile bitirip de Grammy’lerde onun izinde yürüyebildiğim için çok mutluyum. Umarım onun gibi ödülü de alır Türkiyemizi gururlandırırım.
“Wednesday” dizisiyle popüler olan “Paint It Black” aranjmanınızla aday gösterildiniz. Bu kategorideki diğer eserleri dinleyince sizin kazanacağınıza dair güçlü bir hissimiz var. Sizce en çok kiminle yarışırsınız?
Çok teşekkürler! Umarım haklısınızdır. Bence en büyük rakibimiz Ludwig Goransson. Hem çok iyi bir müzisyen, hem de aday olduğu eser bu seneye damgasını vuran “Oppenheimer” filminden. Grammy, Oscar, Emmy gibi ödüllerde tahmin edersiniz ki; projenin bilinirliği de şansınızı arttırabiliyor. Bizim aranjmanımız çok kısıtlı bir kesimin izlediği bağımsız bir festival filminde kullanılsaydı ve bu kadar bilinmeseydi, biz bence böyle bir adaylık alamazdık. “Wednesday” sayesinde aranjmanımızı bütün dünya ve dolayısıyla müzik endüstrisi de duymuş oldu. “Oppenheimer” da “Wednesday” gibi çok ses getiren bir proje ve büyük kitleler tarafından izlendi, beğenildi, konuşuldu. Dolayısıyla Ludwig’in şansının da yüksek olduğunu düşünüyorum.
“Wednesday”, zeki, alaycı ve karanlık bir kızın hikâyesini anlatıyor. Böylesine tamamen kurgusal bir esere müzik yazmak nasıl bir süreç gerektiriyor?
Hayal gücüne, empatiye ve iletişime dayalı bir süreç gerektiriyor. Yönetmenlerinizin ve yapımcılarınızın vizyonunu anlayabilmeniz, onların yıllardır üstünde çalıştığı ve bebekleri gibi gördüğü hikayelerini notalara ve seslere dökmeniz ve bunu yaparken de filme özel yeni bir müzikal dünya yaratmanız gerekiyor.
Normal bir beste sürecinden farklı olduğu kesin. Hikâyenin belirlenmiş olması ve sınırların çizilmiş olması hayal gücünüzü sınırlıyor mu yoksa ufuk açıcı mı oluyor?
Kendim icin beste yaparken çoğu zaman konu seçmekte zorlanıyorum çünkü hakkında beste yapmak istediğim ya da bana ilham veren düzinelerce konu, kişi ya da mekân var. Bunları müziğe nasıl dönüştürebileceğimin kararı tamamen bana bağlı olduğunda ihtimaller arasında boğuluyorum biraz. Filmlere müzik yaparken bu kararların çoğu zaten filmin konusu ve yönetmenin tercihleri dolayısıyla az çok belli olduğu için, ihtimaller içinde kaybolmadan direkt üretime geçebiliyorsunuz. Projenin getirdiği bütçesel ve yaratıcı sınırlar bir yerde işimi kolaylaştırıyor ve beni daha verimli yapıyor diyebiliriz.
Hadi bir hayal kuralım. Hangi Türk filminin müziklerini yazmış olmak isterdiniz?
Bu çok zor bir soru. Çağan Irmak’ın filmlerinde hep çok ağlamışımdır. “Babam ve Oğlum”un film müziklerini yapmış olsam nasıl olurdu acaba diye merak edip bestecisine baktım şimdi. Bu film çıktığında henüz çocuktum ve beste yapabildiğimi keşfetmeme daha bir yıl vardı. Meğer Yunanlı bir kadın besteci olan Evanthia Reboutsika yapmış! Çok sevindim. Onun dışında Cem Yılmaz ve Gülse Birsel’le çalışmak çok keyiflidir diye tahmin ediyorum. Bu yüzden “G.O.R.A” veya “Aile Arasında”da çalışmak unutulmaz olabilirdi.
Esin Aydıngöz: “Şans kapıyı çalınca gerekeni yapan biriyim.”
Henüz küçük bir çocukken Disney’e gidip “Ben burada çalışacağım” demişsiniz. Hafızanızda nasıl bir yeri var bu anının?
Disney’in parklarında dört beş gün geçirip de kendinizi o sihirli dünyanın bir parçası gibi hissetmeye başladıktan sonra oradan ayrılıp da normal hayatınıza geri dönmek bence çok zor. Çocukken de zordu, şimdi de zor. Ben oraya bir çocuk olarak 2000 ve 2002 yazlarında gittim. Son gün parklardan ayrılırken Magic Kingdom’daki şatoya bakarak “Ben Disney için çalışacağım” dedim.
Çok ilginçtir ki; Walt Disney World’e yetişkin olarak dönüşüm bu aralık ayında oldu, hem de Disney Music Group’un konuğu olarak. Parklara Disney/Pixar’ın Coco filminin iki aylık Kuzey Amerika turnesini yönetmiş bir orkestra şefi olarak dönmek ve Disney Concerts’ın sosyal medya hesaplarında kendi videolarımın paylaşıldığını görmek inanılmazdı. Sözümü tutabildiğim için çok mutluyum ve yıllar içinde bu sözümü tutabilmeme yardımcı olan herkese ve her şeye minnettarım!
Hayallerini gerçekleştirebilenlerden şanslı insanlardan sayabilir miyiz sizi?
Evet sayabilirsiniz, ama sadece hayal kurmak hayalleri gerçekleştirmez. Hayalleri için var gücüyle çalışan, hayallerini durmaksızın kendisine, çevresine ve evrene hatırlatan, kendi şansını kendisi yaratmaya çalışan ve şans kapıyı çalınca da gerekeni yapan biri olarak sayalım beni.
Adaylığınızla birlikte gözler üzerinize çevrildi. Sizce kadın orkestra şefi ve besteci olmanıza mı daha çok şaşırılıyor, yoksa Türk bir besteci olarak bu alanda kariyer yapmanıza mı? Bütün bu kimlikler ve sıfatlar sizi nasıl zenginleştiriyor?
Bence müzisyenliğin kadını erkeği olmaz. Müzik duyguyla, tutkuyla, aşkla yapılan bir iş ve bunun için hepimiz nitelikliyiz. Özellikle Disney turnesindeyken “Kadın bir orkestra şefi gördüğümüz için çok mutlu olduk” gibi yorumlar aldım. Ben büyürken sanırım hiç kadın şef görmedim, o yüzden şimdinin çocuk jenerasyonuna bu işin cinsiyeti olmadığını gösterebildiğim için ve küçük kızlara “Bir gün ben de bunu yapabilirim” deme cesareti verebildiğim icin çok mutluyum. Hepimiz sanatımıza kendi kimliklerimizden parçalar ekliyoruz tabii ki, ama yazdığım müziği zenginleştiren şey bence kadın ya da Türk oluşumdan kaynaklanmıyor. Eğitimim, duygularımı ne kadar derin bir şekilde yaşadığım ve diğer müzisyenleri gözlemleyerek edindiğim dersler bence daha değerli.
“Esin Aydıngöz: Hayallerim daha büyük.”
4 Şubat’a kadar zaman nasıl geçecek? Biz bile heyecanla beklerken siz ne hissediyorsunuz?
Bu Grammy adaylığının her aşaması çok keyifli. Tabii ki sabırla beklemekte zorlanıyorum çünkü çok heyecanlı ve mutluyum. Ama ileride başka adaylık almama ihtimalime karşı şu an gelen her kutlamanın ve rüyamda ödülü aldığımı görüp de daha sadece bir aday olduğumu hatırladığım her sabahın tadını çıkarmaya çalışıyorum. NTV’nin Gece Gündüz programına konuk oldum ve çok gergin olacağımı düşünürken tam tersine Ömer Vatanartıran ile sanki yıllardır dostmuşuz gibi bir rahatlıkta konuştum, harika bir deneyimdi. Öte yandan çok değerli modacımız Özlem Süer’in modaevine gittim ve tasarımları içinde kendimi hakikaten bir kraliçe gibi hissettim. Kısacası adaylığın getirdiği her güzelliğin sonuna kadar tadını çıkardığım ve bitmesini hiç istemediğim bir dönem!
Bütün bu sürece rağmen çok yoğun bir üretim dönemindesiniz. Grammy haricinde ne gibi projeler var önünüzde?
Daha da büyük hayaller kurduğum ve onları gerçekleştirmek için daha çok çalıştığım bir dönem bu. Bestecilik ağırlıklı bir kariyer düşlerken şefliğe de büyük bir ilgi duymaya başladığım için bu ikisini dengelediğim bir gelecek kurmaya çalışıyorum. 9 Subat’ta piyano ağırlıklı bir oda müziği eserim New York’taki Carnegie Hall’da çalınacak. Heyecanla onu bekliyorum. Bir yandan Onur Doğan, Ömer Seyfettin’in “Bomba” isimli hikayesinin kısa filmini çekti, onun müziklerini yapıyorum. Amerika’daki projelerime de devam ediyorum. Özetle planlarım müziğin içinde birçok farklı rolde var olduğum, hem sahne hem de stüdyo ortamında severek çalıştığım, yerli ve yabancı projelerde yer aldığım bir gelecek üstüne!
Sizinle ilgili haberleri gururla takip ederken bir yandan da uzakta yaşamanızı bu ülke için büyük bir kayıp olarak düşünüyoruz. Siz bu mesafeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence her şeye pozitif taraftan bakmak lazım. Amerika’da oluşum ülkemizi orada iyi temsil ettiğim sürece bir kayıp değil, tam tersine bir kazanç. Bana gelen yerli projeleri de severek değerlendiriyor ve çoğunlukla kabul etmeye çalışıyorum. Amerika’daki arkadaşlarımı yerli projelerden haberdar ediyorum. Çalıştığım yabancı yönetmenler ve müzisyenler benden duyarak Kulüp, Bir Başkadır gibi dizileri izliyor ve Türkiye’den çıkan işlerden çok etkileniyor. Kültürler arası bir köprü olabilmek çok kıymetli. Mesafeler günümüz dünyasında artık çok yakın! İki ülkede de var olduğum ve bunun her ikisi için de kazanç olduğu bir denge yaratmaya çalışıyorum.