Yetişkinler İçin Grafik Romanlar
Pelerinleri ve süper kahramanları unutun. Çeviri grafik romanlar, yetişkinliğin gerçeklerini ustaca ele alıyor.
Kim demiş grafik romanlar “gerçek kitap” değildir diye? Edebiyatı ve görsel sanatları bir araya getiren grafik roman, takipçisi bol bir tür ve iyi yapıldığında okuma zevkini birkaç kat artırabiliyor. Son yıllarda Türkçeye kazandırılan grafik romanlar yetişkin edebiyatında güçlü bir yer edindi ve görsel hikâye anlatımının insan deneyimini en az romanlar kadar iyi yakalayabileceğini gösterdi. Süper kahramanlar veya çocukluk nostaljisinin ötesine geçen bu eserler, yaşlanma, hafıza, sınıf, kimlik ve günlük yaşamın kırılgan güzelliği gibi konuları etkileyici bir samimiyetle keşfetti. Bu yazıda Saatolog okurları için Türkçeye çevrilmiş etkileyici grafik romanlardan bir liste sunuyoruz.
Yetişkinler İçin Grafik Romanlar
İki Kardeşin Duygusal Yolculuğu: Eskisi Gibi
Karakarga Yayınları’ndan Emre Yavuz çevirisiyle çıkan Eskisi Gibi, birbirini yıllardır görmemiş iki erkek kardeş Giovanni ve Fabio’nun 1958’de Fransa’da başlayıp memleketlerine, yani bir İtalyan kasabasına doğru çıktıkları dokunaklı yolculuğun hikâyesi. Alfred takma adıyla bilinen çizer Lionel Papagalli’nin eseri Eskisi Gibi, 2014 yılında Angoulême Uluslararası Çizgi Roman Festivali’nde En İyi Çizgi Roman Albümü Ödülü’nü aldı. Alfred’in bu ödülü kazanması tesadüf değil. Zira, Amerikalı karikatürist Jeff Smith’in önsözde yazdığı gibi “Alfred, soyut çizgileri kucaklamakla kalmıyor, onları bizi hipnotize edecek bir canlılıkla kullanıyor ve panelden panele canlılık akıp gidiyor. Renklerin güzelliğini gözlerinizle göreceksiniz. İtalya’daki gün batımı, Fransa’dakinden farklı mesela.” Renkler, mavi gece sahnelerinden şafak sökmeden önceki soluk ışıltıya, Akdeniz güneşinin parıltısından gün batımının zengin turuncu tonlarına kadar atmosferi okuyucuya maharetle yansıtıyor.

Alfred’in zamanın akışı konusundaki ustalığı, okuyucuya bu renkleri takdir etmek için zaman tanıyor. Geniş panellerin ve söz içermeyen sekansların düzenli kullanımı, ikilinin uzun yolculuğunun zamandan kopma hissini yakalamayı başarıyor. Zamanda geriye dönüşlerle (İtalya’da faşist yönetimin hüküm sürdüğü savaş zamanlarına) desteklenen farklı tarz çizimlerin kullanımı, okur için bu yolculuğun son derece duygusal olmasına yol açıyor. Hararetle tavsiye edilir!

Aylaklığın Cazibesine Kapılan Bir Kadın: Lulu, Bir Kadın
Fransız çizer Étienne Davodeau’nun kaleminden çıkan, Türkçesi Baobab Yayınları tarafından Damla Kellecioğlu çevirisiyle yayımlanan Lulu, Bir Kadın, üç çocuğu ve ayyaş bir kocası olan, arkadaş çevrelerinde sessiz sakinliğiyle tanınan Lulu’nun bir iş görüşmesine gittiği kasabadan eve dönmemeye ve aylaklık yapmaya karar vermesini anlatıyor. Deniz kıyısında uzun yürüyüşler yapıyor, amaçsızca dolaşıp insanları gözlemliyor, yeni arkadaşlar ediniyor ve hatta âşık olup tutkuyla sevişiyor. Lulu, bu yolculukta arkadaşlarının onu hiç görmediği kadar tasasız ve mutlu; öte yandan hikâyenin onu nereye götüreceğini ne arkadaşları ne de okur biliyor.

Kitabın başında gördüğümüz iş görüşmesinden bu yana neredeyse üç ay geçtiği için olayları okudukça öğreniyoruz ve bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Étienne Davodeau’nun çizimleri bu gerilimi yansıtacak ve özellikle Lulu’nun duygu geçişlerini okura aktaracak detaylar içeriyor. Özellikle kadınların aile içine hapsolduğunda yaşadıkları mutsuzlukla, aylaklık yapıp maceraya atıldıklarında hissettikleri coşku arasındaki fark, çizerin yeteneğinden fırlıyor. Hikâye ilerledikçe Lulu’nun hâlâ hayatta olup olmadığını ve hayattaysa başka bir yerde mutluluğu bulup bulmadığını merak etmeye başlıyoruz. Şimdi arkanıza yaslanın ve Lulu’nun maceralarına kendinizi bırakın. Lulu, Bir Kadın 2015 yılında ödül kazanan bir filme de uyarlandı.

Bir Çağ Yangını: Çalışmak ve Yaşamak
Çalışmaya yüklediğimiz anlamın değişmesi ve dönüşmesi son yıllarda daha fazla gündeme gelir oldu, zira kapitalizmin safhaları da Sanayi Devrimi’nden bu yana her coğrafyada hem benzer hem de farklı süreçlerden geçiyor. Buna bir de kuşak farklılıkları ve pandemi gibi büyük krizler eklenince, merceğini çalışma olgusuna çeviren düşünürlerin ve sanatçıların sayısı artıyor. Fransız çizer Fabien Toulmé de bunlardan biri.

Toulmé’nin “Dünyadan Yansımalar” adlı serisinin ikinci halkası, Desen Yayınları’ndan Hasan Can Utku çevirisiyle yayımlanan Çalışmak ve Yaşamak, pandemi sonrası âdeta yeniden tanımlanan çalışma ve iş kültürünün farklı toplumlar üzerindeki yansımalarına dikkat çekiyor. Bu seride sanatçı, sistem mağdurlarının ve onu değiştirmek için mücadele edenlerin peşinde usta bir belgeselci gibi iz sürüyor ve çizgilerini kıtalararası yolculuklar ve birebir görüşmelerle biçimlendiriyor.

Toulmé belgesel grafik romanı Çalışmak ve Yaşamak için Teksas’a, Kore’ye ve Komor Adaları’na seyahat ediyor; farklı kuşaklardan ve sınıflardan çalışanların iş koşullarına ve çalışmaya yükledikleri anlamları soruşturuyor. Stili, basit ama derin bir ifade gücü taşıyor ve görsel süslemelerden çok hikâye anlatımı ve duyguları ön plana çıkarıyor. Kore gibi uzak coğrafyalardaki çalışma şartlarının bizimkine benzerliğini görmek, Komor Adaları’nda yapılan ylang ylang bitkisi tarımının işçilerinin sesini duymak ve “yaşamak için çalışma” fikrini benimseyen yeni nesli yakından tanımak için Toulmé’nin eserine bir göz atmanızı tavsiye ederiz.
Büyük Mutfak Tutkusu: Bir Şef Gibi
Vedat Milör, gurmeliğin, lezzete ve damağa düşkünlüğün her zaman amatör bir ruh taşıması gerektiğini söyler. Roman yazarı ve eleştirmen Benoît Peeters, bu ruhu hep korumuş bir “mutfak düşkünü” olarak yemek hazırlamanın inceliğini, yemeği servis etmenin ve insanlarla paylaşmanın coşkusunu, karikatürist Aurelia Aurita’yla işbirliği içinde bize anlatıyor. Yani, hikâye Peeters’tan, çizimler Aurelia Aurita’dan. Türkçesi Desen Yayınları’ndan Damla Kellecioğlu çevirisiyle yayımlanan Bir Şef Gibi’nin önsözünde şef Pierre Gagnaire “Mutfakta insanın vermeyi bilmesi gerek. Cömert olmaksa hayatî bir unsur. Aşçının aşkı olmasa tabakta heyecan olmazdı ve Benoît bu hikâyeyi asla yazamazdı” diyor.

Peeters’ın yemeğe olan sevgisi ve yeniliklere olan tutkusu 20’li yaşlarının başında onu aşçılıkta şansını denemeye teşvik ediyor. Kitap, yazarın yetişkin hayatının ilk yıllarındaki gastronomik maceralarını anlatıyor. Troisgros kardeşlerin restoranında “yeni mutfağı” keşfetmesi (neredeyse dini bir aydınlanma yaşıyor) ile Gent’teki Apicius restoranından Willy Slawinksi ve El Bulli‘den Ferrian Adrià gibi bazı büyük şeflerle kişisel temasları onun mutfak yolculuğunda önemli dönüm noktaları. Kitap okura verdiği hazzı, karakterleri daha karikatürize bir şekilde sunmakla, gerçek bilgileri dikkatlice aktarmak arasındaki dengeyi doğru biçimde kuran Aurélia Aurita’nın canlı çizim stiline borçlu. Peeters ile Aurita arasındaki işbirliğinin kimyası ortaya “lezzetli” bir grafik roman çıkarmış diyebiliriz.

Fabrika İşçiliğinin Gerçekleri: Fabrika Günlükleri
Kanadalı çizgi romancı ve çizgi film sanatçısı Guy Delisle, Kudüs’e, Çin’e, hatta Kuzey Kore’ye yaptığı seyahatlerden yola çıkarak yayımladığı seyahat günlükleriyle tanınıyor. Karakarga Yayınları’ndan Kerem Yalçıner çevirisiyle çıkan Fabrika Günlükleri’nde ise babasının teknik ressam olarak çalıştığı kâğıt fabrikasında işçilik yaptığı ilk gençlik günlerini anlatıyor. Okuyucuyu sanayi işçiliğinin gürültüsüne, sıcağına ve monotonluğuna çeken kitap, aynı zamanda yetişkinliğe geçiş sürecinin sancılarını da yansıtıyor.

1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında Québec City’de geçen Fabrika Günlükleri, Delisle’in genç bir işçi olarak kâğıt fabrikasında geçirdiği üç yazı anlatıyor. Delisle okuru makinelerin gürültüsü ve onları çalıştıran adamların kayıtsızlığı arasında bir yere davet ediyor. Kâğıt üretiminin gerektirdiği süreçleri, yaptığı işin ayrıntılarını ve hatta fabrikanın farklı yerlerinde işlerin nasıl ilerlediğini ayrıntılı biçimde tasvir ettiği için okurun kâğıt fabrikalarıyla ve fabrika işçiliğiyle ilgili somut fikirler edinmesi kolaylaşıyor: bu iş monoton ve fiziksel olarak yıpratıcı.

Yalın ve temiz bir çizim tarzıyla anlatılan hikâye, işin fiziksel yoğunluğunun yanı sıra fabrikadaki toplumsal ilişkileri, hiyerarşileri, cinsiyet ve nesil ayrımlarını ve sözsüz kuralları da resmediyor. Aynı fabrikada beyaz yakalı çalışan olan babasının varlığı oğlunu düşüncelere sevk eden bir unsur: Delisle, fabrikada geçecek bir gelecek istemediğinden emin oluyor ve bunun yerine ne tür bir hayat seçebileceğini anlamaya başlıyor. Fabrika Günlükleri bir çizerin hayat yolculuğunda önemli bir durağı anlamak için önemli bir eser.
Kim Demiş Sadece Gençler Çılgınlık Yaparlar Diye: Küçük Irmaklar
Fransız çizgi roman eleştirmenleri ve gazetecileri derneği ACBD’nin 2007 Çizgi Roman Eleştirmenleri Büyük Ödülü’nü kazanan Küçük Irmaklar, yaşlanma, dostluk ve arzunun yeniden keşfiyle ilgili sıcak, komik ve insancıl bir grafik roman. Fransız karikatür dünyasının yetenekli ismi Pascal Rabaté’nin kaleminden çıkan ve Türkçesi Karakarga Yayınları’ndan Tolga Üygen’in çevirisiyle yayımlanan hikâye, küçük bir taşra kasabasında yalnız yaşayan emekli dul Émile’i anlatıyor.

Émile’in, arkadaşı Edmond’la birlikte balık tutmak, kasabanın pub’ında kasabalılarla sohbet etmek gibi sakin rutinleri var. Ancak bir gün arkadaşı Edmond bir sevgilisi olduğunu ona itiraf edince Émile sarsılıyor. Bu itiraf Émile’i tedirgin ediyor ve karısının ölümünden bu yana hayatında hüküm süren duygusal ve fiziksel durgunluğu yeniden düşünmesine neden oluyor. Kısa süre sonra Edmond beklenmedik şekilde ölünce Émile, kendini yenilediği ve ilerleyen yaşında da hayatında farklı olasılıklara alan açtığı bir sürece giriyor.

Rabaté, ömürlerinin sonuna yaklaşan karakterlerini zayıf, yaşlılığı ise trajik olarak göstermeyi reddediyor; bunun yerine, onları hâlâ meraklı, duygusal ve neşeye muktedir olarak tasvir ediyor. “Küçük ırmaklar” akıntısı yavaşlamış olsa da hayatın akmaya devam ettiğini gösteriyor ve sıradan insanları hayatta tutan küçük ama anlamlı kararları ön plana çıkarıyor. Rabaté’ Küçük Irmaklar’da gündelik hayatın mizahını ve insanlık hallerini, hafifliğini hiç kaybetmeden dokunaklı bir anlatıya dönüştürüyor.
Bedenin ve Ruhun Sınırlılıkları: İnsanüstü Gücün Sırrı
Amerikalı karikatür ve grafik roman yazarı Alison Bechdel’i en iyi Bechdel Testi’nden tanıyoruz. Sinemada ve diğer kurgu türlerinde kadın temsilini ölçen testin ilk sorusu bir eserde iki kadının erkekler dışında bir konudan konuşup konuşmadığı. Bechdel’in Cenaze Evi ve Annem Sen Misin? gibi ses getiren grafik romanları (bunlar daha ziyade anı kategorisinde) ise otobiyografik özellikler ve psikolojik çözümlemeler içeriyor. Bunlardan sonuncusu, BilgeSu Yayıncılık’tan S. Bilge Mutluay Çetintaş’ın çevirisiyle çıkan İnsanüstü Gücün Sırrı kültür tarihiyle kişisel fikirleri, anıları ve ruh hali çözümlemelerini bir araya getiren çok katmanlı bir eser.

Kitap ilk bakışta, Bechdel’in çocuklukta başlayan ve hayat boyu süren fitness takıntısının bir kronolojisi gibi görünüyor – ki bu kronolojide jimnastik, karate, koşu, bisiklet, kayak ve yoga gibi türlü fiziksel aktiviteyi içeriyor. Ancak kas gücü ve dayanıklılık anlatısının arka planında Bechdel’in iç dünyasının bir yansımasını okuyoruz. Bechdel, fiziksel egzersizle gelişen ilişkisini, ölümlülük, yaratıcılık, öz disiplin ve ulaşılması zor olan aşkınlık arayışını keşfetmek için bir mercek olarak kullanıyor. Hayatının her on yılı, bu arayışın bir bölümü haline geliyor ve kişisel evrimini, Beat Kuşağı ve romantik şairlerden Emerson ve Thoreau gibi aşkınlıkçılara ve hatta çağdaş kişisel gelişim kültürüne kadar daha geniş tarihsel ve edebi akımlarla ilişkilendiriyor. Dürüst bir iç hesaplaşmayı canlı çizgilerle takip etmek isteyenlere tavsiye edilir!

Şarap ve Gastronomi Üzerine Grafik Romanlar