fbpx

Saatolog.com.tr

Saatolog.com.tr Logo

Serkan Yazıcı ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak

22 Mayıs 2023
Serkan Yazıcı ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak

Tarih profesörü Serkan Yazıcı ile yeni kitabı Sultanın Saatçisi’ni konuştuk.

Sultanın Saatçisi’nde Türkiye tarihini 1878’den başlayarak yazdığını söylüyor Serkan Yazıcı, yalnız bu sefer Karaköy’deki bir saatçi dükkânının vitrininin arkasından akıp giden tarihe bakarak yazmış kitabı. Johann Meyer, Karaköy’deki bu dükkânın ilk sahibi, tasarladığı Hamidiye Saati’yle Sultan Abdülhamid’den nişan ve madalyalar almış bir Alman saatçi. Johann Meyer’in kurduğu bu saatçinin öyküsü 1981yılına kadar ailenin ikinci ve üçüncü kuşak temsilcileri Emil ve Wolfgang Meyer ile devam etmiş. Meyer Ailesi’nin yüz seneyi aşan hikâyesiyle saat kadranlarından yakın tarihimize bir kapı açılıyor.
Serkan Yazıcı
Serkan Yazıcı
Fotoğraf: Emre Şişman

Sizi bu kitaba getiren süreçte neler yaptınız?

2000’li yıllardan itibaren akademik yaşamın içindeyim, Sinop Üniversitesi’nde Yakınçağ Tarihi alanında çalışmalarımı sürdürüyorum. Doktora tezim “Osmanlı’da Siyasi Muhalefetin Kurumsallaşma Süreciydi; bu gibi alanlarda araştırmalar yaptığım gibi Meyer Saat’te olduğu gibi kurum tarihi çalışmaları da yapıyorum. Sultanın Saatçisi’nden önce Yüzyıllık Markalar Derneği ile Yüzyıllık Hikâyeler adında bir çalışmayla yüz yıllık 25 markanın hikâyesini derlemiştik. Sultanın Saatçisi ise bundan önceki kurum tarihi çalışmalarımdan farklı olarak kitapçı raflarında yer alan bir kitap oldu. En başından itibaren bu hikâyenin saat dünyasıyla sınırlı kalmamasını, okurla buluşmasını istedik.

Serkan Yazıcı: “Türkiye tarihinin son yüz yılını yeniden yazarken buldum kendimi fakat Karaköy’deki bir saatçi dükkânının vitrininden bakarak.”

Bu hikâyenin okurla buluşması, Meyer Ailesi’nin üç kuşaklık hikâyesinin Osmanlı ve Türkiye tarihine de tanıklık ettiği için de önem kazanıyor.

Bu asırlık hikâye, 1876’da başlayıp 1981’e kadar süren Meyer Ailesi’nin üç ferdini anlatıyor. Müthiş bir tarihsel sürece tanıklık etmiş bir aile. Kitabın önsözünde de söyledim bunu, Türkiye tarihinin son yüz yılını yeniden yazarken buldum kendimi fakat bir saatçi dükkanının vitrininden bakarak. Karaköy’deki bu saatçi dükkânı bir vakitler hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de Cumhuriyet’in merkezinde, tüm değişimlerin yaşandığı şehirde. Türkiyeli olan bir aile yılların getirdiği tüm değişimlerden etkilenir elbette fakat burada Alman bir aile söz konusu. İkamet tezkiresi ile yaşayan, yüz yıllık konuk bir aile.

Bu konuk yaşam içinde, bir devletin vatandaşına sunacağı pek çok haktan da mahrum kalmışlar. Dolayısıyla bizim bir yüzyılda gördüğümüzden daha fazlasını, hem zirveleri hem de yüzyılın tüm güçlüklerini de görmüşler. Adeta haymatlos gibi nereye gidecekleri belli olmayan dönemler geçirmişler iki dünya savaşı sürecinde. 2. Dünya Savaşı’ndan Almanya mağlup çıkınca Türkiye, ülkedeki Almanların evlerine dönmesini istiyor. Dönmek istemeyen Almanlar ise enterne denilen bir uygulamayla Kırşehir, Yozgat ve Çorum gibi Anadolu’nun çeşitli şehirlerine yerleştiriliyorlar. Türkiye tarihinin dip noktalarına da tanıklık etmişler. Osmanlı döneminde Johann Meyer’e Mecidi Nişanı ve İftihar Madalyası verilmiş, Emil Meyer ise Atatürk’le sohbet etmiş.

Serkan Yazıcı: “Osmanlı döneminde Johann Meyer’e Mecidi Nişanı ve İftihar Madalyası verilmiş, Emil Meyer ise Atatürk’le sohbet etmiş.”

Sürgün yılları nasıl etkilemiş Meyer Ailesi’ni?

Zorlandıkları zamanlar olmuş. Almanya, 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıktığı için Almanların ekonomik faaliyetleri kısıtlanıyor; 1918-21 arasında büyük ihtimalle Meyer’lerin dükkânı da kapalı. Emil Meyer de Almanya’ya gidip orada çalışıyor. Hatta tam o vakitlerde, Johann Meyer vefat ediyor ve Emil Meyer, ailesini ayakta tutmak için işgal altındaki İstanbul’a geri dönmeye çalışıyor. Kitapta da görecekseniz, geri dönebilmek için İstanbul’daki birleşik komisyona yazdığı mektupta ailesinin yerlebir olmaması için geri dönmek istediğini yazıyor.

2. Dünya Savaşı’nın sonundaki sürgün ise çok daha katı bir şekilde uygulanmış. Aynı aileden Almanlar farklı Anadolu şehirlerine gönderilmiş; Emil Meyer Çorum’dayken Wolfgang Meyer Kırşehir’e gönderilmiş. Ancak bu ikinci sürgünde Karaköy’deki dükkân kapanmıyor, hatta Karaköy’deki ustaların tamir edemediği saatler Kırşehir’e gönderiliyor. Bu arada, bu ikinci sürgün, yanınıza sınırlı sayıda eşya ve para alabileceğiniz, para kazanacak bir iş yapamayacağınız bir sürgün. Bu yüzden, Meyer’ler bu arada yerel halkın saatlerini tamir ederken para karşılığında yapmıyorlar. Wolfgang’ın o günleri anlattığı bir hatıratı vardır, oradaki anılara baktığınızda hiç yakınmadığını görüyorsunuz. Anadolu halkıyla da bütünleşebilmiş, cenazelere katılmış, insanların sofrasına oturmuş. Emil Meyer’in kızı, babasını anlatırken “Türk mantalitesine sahip bir Alman’dı,” diyor.

Serkan Yazıcı Ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak
Serkan Yazıcı Ve Sultanın Saatçisi

Gelelim ailenin saatçi tarafına; II. Abdülhamid döneminde Johann Meyer, Hamidiye Saati’ni üretiyor. Nasıl bir saatti Hamidiye Saati?

Önce döneme bakmalı. Hem alaturka hem de alafranga zamanı gösteren iki saatli bir yaşam vardı ve bu yıllarda saat üreten ustalar, belli kadranları ve mekanizmaları kendince geliştirip üzerine ilaveler yapıyordu. Johann Meyer’in yaptığı da bu aslında, tek bir kadranda hem alaturka hem de alafranga zamanı gösterecek bir mekanizma geliştiriyor. Dönen çarklar farklı fraksiyonlara bağlanarak iki zamanı da doğru bir şekilde ve aynı anda göstermeyi mümkün kılıyor.

Meyer’den önce de iki zamanı birlikte gösterebilen saatler üretilmiş fakat her gün ayar yapılması gerekecek şekilde saatler çıkmış ortaya, Meyer’in ürettiği model daha uzun aralıklarla, yaklaşık iki – üç haftada bir ayarlama gerektiriyordu. Bunu biraz daha geliştiriyor ve 1890’larda Hamidiye Saati adını verdiği saate dönüştürüyor. İlk üretilen Ezani Saat bir prototip, Hamidiye Saati ise biraz daha ticarileşmeye aday bir saat olarak ortaya çıkıyor. II. Abdülhamid tarafından önce Mecidi Nişanı, sonra da İftihar Madalyası ile ödüllendiriliyor.

Serkan Yazıcı: “Dolmabahçe Sarayı’nda saat kulesinin deniz yüzündeki saati de Johann Meyer yerleştiriyor.”

Dolmabahçe Sarayı’ndaki saat kulesinin deniz yüzündeki saati de Johann Meyer yerleştiriyor. Kulenin dört yüzünde saat var, ortasında ise bir mekanizma. Dört yüzdeki her bir saat kadranından üçü tek mekanizmaya bağlanıyor. Johann Meyer’in yerleştirdiği ise bağımsız çalışan bir saat. Kuledeki saatler birer Meyer saati değil fakat yerleştirmesi Meyer’e ait. Ancak şehrin pek çok yerinde Meyer saatleri görmek mümkün o yıllarda; meydanlar, istasyonlar, fabrikalar…

Serkan Yazıcı Ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak
Serkan Yazıcı Ve Sultanın Saatçisi

Ailenin saatlerini tamir ettikleri meşhur isimler var mı?

Meyer’in işyeri, Atatürk’ün gençlik yıllarında Karaköy’de gezdiği yerlere çok yakın. Bu yüzden Atatürk’ün uğradığını tahmin ediyoruz. Dolmabahçe Sarayı’ndaki günlerinde de Emil Meyer’le bir araya geldiği biliniyor bir yandan. Yapı Kredi’nin kurucusu Kazım Taşkent, İlber Ortaylı çeşitli vesilelerle gidip geliyor Meyer’e. Rahmi Koç ve Erdal İnönü müşterileri arasında keza. Ve bir de saatle ve astronomi ilgilenen pek çok akademisyen Meyer müşterisi oluyor, Muammer Dizer bu isimlerden biri örneğin. Bana öyle geliyor ki, özellikle Emil ve Wolfgang Meyer’in halka ilişkisi daha fazla.

Neredeyse tüm müşterilerinin kayıtlarını tutuyor Meyer’ler. Arşivler duruyor mu?

Kayıt meselesi Meyer’ler için gerçekten çok önemli. Ursula Karaokçu ve bir başka beyefendi var, yalnızca müşterilerin kayıtlarını tutmakla sorumlu olan. Bu defterler şu an Meyer şirketinin arşivinde yok, bildiğim kadarıyla Wolfgang Meyer’in ustalarından biri olan Recep Gürgen’de defterler. Wolfgang, Gürgen’e daha özel saatlerin tamiri için ayrı bir ofis açıyor. Defterlerde bildiğim kadarıyla bu ofiste, Recep Bey’de kalıyor.

Serkan Yazıcı: “Sıradan bir saatçiden çok daha fazlasıydı bu Karaköy’deki saatçi dükkânı.”

Meyer’lerin Türkiye saatçiliğindeki yeri nedir?

Hem endüstriyle hem de gündelik saat anlamında bizleri birçok saat teknolojisiyle buluşturan bir aile Meyer’ler. Saatler, teknolojik devrimin ayak sesleri olarak görülür. Sanayi yaşamına ve iş formlarına uyum sağlamak, onları kontrol edebileceğimiz zaman araçlarından geçer. Meyerlerin girişimci tarafı da bizim topraklardaki bu ihtiyacı karşılıyor. Ve tabii onlarla birlikte yetişen saat ustaları var, Önder Şamhal hâlâ Meyer bünyesinden çalışan saat ustalarından biri. Biraz önce bahsettiğimiz Recep Bey de Wolfgang’ın yetiştirdiği ustalardandır. Ve bu ustalar, yalnız Meyer saatlerini değil, tüm saatleri onarabilen ustalar çünkü Meyer’ler duvar, sanayi ve bekçi saatleri de tamir ediyorlardı. Bu yüzden, sıradan bir saatçiden çok daha fazlasıydı bu Karaköy’deki saatçi dükkânı.

Meyer arşivleriyle ilgili bir çalışma olacak mı?

Meyer Objects’in bugünkü sahipleri Nahsen Bayındır’ın Ümraniye’deki ofislerinde hem saat hem de firmaya dair birtakım malzemeler var. Onur Bayındır’ın elinde de birçok materyal var. Şimdilerde bir müze çalışması planlıyor Meyer Objects, güzel bir saat koleksiyonu ve Meyer Müzesi haline gelecek. Zarflar, faturalar, antetli kağıtlar, Meyer markalı cüzdanlar gibi çok ilgi çekici bir koleksiyon olacak gibi görünüyor.

Serkan Yazıcı: “Meyer Ailesi’nin öyküsünden bütün Türkiye’nin hikâyesini bir kere daha okuyabilirsiniz.”

Görmeyi bilen göz şunu görür ki, bu sadece bir ailenin hikâyesi değil. Meyer Ailesi’nin öyküsünden bütün Türkiye’nin hikâyesini bir kere daha okuyabilirsiniz. Hatta bir siyasi tarih kitabında göremeyeceğiniz dönemleri, anları görmek dahi mümkün. Kısıtlı bir Alman topluluğunun Anadolu’ya enterne edildiğini belki de 2. Dünya Savaşı’yla ilgili bir tarih metninden görmek her zaman mümkün olmayabilirdi. Bu yüzden Sultanın Saatçisi, bir yanıyla bir sosyal tarih çalışması.

Sultanın Saatçisi kitabı nasıl ortaya çıktı?

Ben dahil olmadan önce de olgunlaşmış bir fikirdi. Meyer’in şimdiki sahiplerinin elinde ciddi bir arşiv kaynağı olduğu için bu hikâyenin güzel anlatılması halinde anlamlı olacağını düşünüyorlardı. Bir şekilde de benimle irtibat kurdular. Hem Meyer’in elindeki malzemeyi inceledim hem de Osmanlı arşivlerini taradım. Bir kurumun hikâyesi devlet arşivlerine yansımışsa literatüre ve basın koleksiyonlarına da yansımış oluyor genelde. Çeşitli hatıratlar ya da edebiyat eserlerinde mutlaka karşılık bulmuş oluyor. Tüm bunları da görünce çok hoşuma gitti.

Emil Meyer’in çalışmaya yurtdışına gittiği bir dönem var, 1. Dünya Savaşı sıralarında. Babası Johann Meyer’in vefatından sonra şirketi ve ailesini ayakta tutmak için geri dönmek istiyor. İlk okuduğum şey, Emil Meyer’in geri dönebilmek için yazdığı bu dilekçeydi. Çok dokunaklı geldi bana. Hikâye bana dokunduğu vakit içine girmeyi seviyorum. Wolfgang’ın hatıraları da beni çok motive etti.

Serkan Yazıcı Ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak
Serkan Yazıcı

Ne kadar sürdü kitabı yazmak?

Bir senede bitirmeyi planlıyorduk fakat iki yılı geçti. Bunda bizim kişisel iniş çıkışlarımız da etkili oldu. Bir senelik bir araştırma süreci oldu, bu süreçte de Akın Öge’yle birlikte çalıştık. Araştırmayı Öge’yle birlikte götürdük, metni de ben kaleme aldım.

Zaman nasıl geçti kitabı yazarken?

İyi bir şey yaşarken zaman hızlı akar, kitabı yazarken de öyle oldu. Bölüm bölüm ilerledim, biriktirdim, zihnimde oluşturdum ve sonra bölümü yazdım. Dört nefeste bitti diyebilirim. Önce zaman ve saatlerle ilgili genel bir anlatı olsun istedik çünkü literatürde eksik kalmış bir şey Türkiye’de. Çok değerli çalışmalar olmakla birlikte çok az. Biraz o tarafı da kapsasın arzusuyla kitabın başına o kısmı da ekledik. Her bir Meyer üyesinin hikâyesine odaklanarak bu yüz yıllık hikâyeyi tamamladık. Bazen imlecin tıkandığı anlar da oldu tabii. Wolfgang’la ilgili söze nereden başlamak daha doğru olur diye düşündüğüm oldu örneğin, Wolfgang’ın babasıyla hikâyesi daha girift çünkü.

Serkan Yazıcı: “Akrep ve yelkovanı döndüren mekanizma, sanayileşmede ortaya çıkan makineler için ilham kaynağı.”

Bir tarihçi olarak zaman kavramının yüzyıllar boyunca insan yaşamında nasıl evrimleştiğini düşünüyorsunuz?

Zamana neresinden baktığımızla ilişkili, kavrayışımıza etki eden bazı temel faktörler var. İş ve zaman özelinden baktığımızda farklı, din perspektifinden baktığımızda farklı şekilde ilişkileniyoruz saatle. Kapitalist dönüşüm zamanla olan bağımızı çok kuvvetlendirdi örneğin, erken dönemin insanı, Batı’da ya da Doğu’da, gündelik hayatında saate çok ihtiyaç duymuyordu. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan insan için dışarıdaki ışık düzeyi yeterli. Ancak denizcilik öyle değildi, bu yüzden kum saatleri kullanıyorlardı. Güneşten istifade edemeyen coğrafyalarda kum saati, su saati gibi saatler kullanılmış zamanı ölçmek için. Hatta Mısır Kralı Osiris’in kullandığı süt saati bile var. Aslında bu, su saatinin bir modeli ama Osiris sütle çalıştırmış mekanizmayı.

Bir başka ilginç örnek, Fransız asilzadelerinin geceleri saatin kaç olduğunu tespit edebilmek için kullandıkları baharatlı saat. Her bir saat haznesinde farklı bir baharat var, baharatın tadından zamanı ölçüyorlar, ışığa gerek duymadan.

Kültürlere göre bakacak olursak, Batı kapitalist evrene daha erken dahil olduğu için ve kapitalizm Batı’da şekillendiği için orada modern saatle ilişki de erken gelişmiş. Saat mekanizmasının gelişiminin, sanayi gelişimini de çok etkilediğini düşünüyoruz. Fabrikalaşma ve mekanikleşme sürecinde, saatten öğrenilen çok şey var.

Saat aslında zamanı gösteren bir otomat, robotik bir araç. Akrep ve yelkovanı döndüren mekanizma, sanayileşmede ortaya çıkan makineler için çok büyük bir ilham kaynağı. Dolayısıyla Batı, bu ilişkiye daha erken bir zamanda ve sıkı bir şekilde dahil oldu. Doğu’da ise biraz daha yavaş seyretti. Zamanla ilişkiyi şekillendiren biraz kapitalizm oluyor. Bugünü düşünelim, dakika dakika ne kadar da zamana bağlıyız. Her zamankinden daha çok belki de. Kol saati kullanımı azalmış gibi görünse de farklı şekillerde zamanı sıkı sıkı takip ediyoruz.

Serkan Yazıcı: “Cumhuriyet inkılaplarında en sancısız geçilen devrim hareketi saat olmuştu diyebilirim.”

Meyer Ailesi’nin üç kuşağını konuştuğumuz Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk yıllarında saat kullanımı nasıldı?

1910’lardan itibaren zaten alafranga saat yaygın kullanıyordu, Cumhuriyet’ten önce alafranga saate geçiş yapılmıştı. Devlet dairelerinde, istasyonlarda, vapur seferlerinde hep alafranga saat kullanılıyordu. Alaturka saat, biraz daha gündelik yaşamla ilişkili bir saatti. Belki de bu yüzden, Cumhuriyet inkılaplarında en sancısız geçilen devrim hareketi saat olmuştu diyebilirim. Şöyle düşünebiliriz; alaturka saat güneşle ilişkili bir saatti fakat toplumun modernleşmesiyle yaşam da değişmeye başlamıştı.

Alafranga saat, güneş battıktan sonra da yaşamın devam ettiği bu yeni zamanlar için daha uygundu. Pratik olarak daha kullanışlı olan alafranga saate geçilmesi de bu yüzden zor olmadı. Bana kalırsa Sultan Abdülhamid de Johann Meyer’in alafranga saati alaturkaya adapte etmesinden mutlu oluyor, çünkü Sultan da toplumun bu modern zaman türüne uyum sağlamasını istiyor. Belki de Sultan’ın ödüllendirdiği şey, Meyer’in modern ve geleneksel olanı bir araya getirmesiydi.

Serkan Yazıcı Ile Tarihi, Karaköy’deki Bir Saatçi Dükkânından Okumak
Serkan Yazıcı ve Sultanın Saatçisi

Zamanla kaybolan saat türleri var, koyun ve cep saatleri gibi… Saatle ilişkimiz nasıl devam edecek sizce?

Bana öyle geliyor ki, kol saati takmak bizim kuşağa ait kalacak. Bizden sonraki kuşaklar bizim gibi saat takmayabilir. Yine de insanların zamanı takip edecek bir aletle ilişkisinin bitmesi mümkün değil. Cep saatinden kol saatine nasıl evrildiyse başka bir halde yine zamanı takip ediyor olacağız.