
Zamanın ölçü değil, deneyim olduğu bir yer varsa; burası. Geceyle gündüzün birbirine karıştığı beyaz gecelerde St. Petersburg gezi rehberiniz elinizin altında.
Sabahla başlayan koşuşturma akşama, akşamın telaşı geceye karışıyor, bir şeylere yetişemiyoruz. Hepimiz bir ağızdan “Gün keşke daha uzun olsa!” diyoruz ve bazen, dünyanın bir köşesinde doğa bu dileğe cevap verir gibi davranıyor: St. Petersburg’da… 59°56′ kuzey enleminde yaz mevsiminin bir bölümünde güneş geceleri tam batmadan ufkun sadece 6–7 derece altına iniyor. Bu açı, gecenin solgun bir aydınlıkla geçmesine neden oluyor.
St. Petersburg Gezi Rehberi
Haziran ortasından Temmuz’un ikinci haftasını da kapsayan ve “Beyaz geceler” adı verilen bu zaman diliminde güneş, gündüzü yetiremeyenleri pembe, mavi ve altın tonlarında gezdirerek onlara masalsı bir alan açıyor. Masalsı diyorum çünkü ufuk çizgisinin hemen altında biraz oynaşıp geri dönmeye karar veren güneşle gündüzler ne kadar uzasa da gerçekte zaman aynı hızda akıp gidiyor. Ve o sırada yeniden anlıyorsunuz mesele günleri uzatmakta veya zamanı yavaşlatmakta değil…
Coğrafi bir durum, görsel bir şölen olmanın ötesinde biz saatologlara zamanın değerini bir kez daha hatırlatan St. Petersburg’un “Beyaz Geceler”ine biraz bakalım.

Şiirsel Bir Gökyüzü Tablosu…
Petersburg’un yürümekle bitmeyecek, bir kez geçmekle doyulmayacak geniş sokaklarında adımlıyorsunuz… Saat gece yarısını geçmiş ama gökyüzü hâlâ mavimsi bir şafak renginde. Islak kaldırımlar göğü yansıtan ayna gibi, yükünü indirmiş yağmur bulutları telaşla dağılırken göğün hayran bırakan sanatının canlılığını perçinliyor. Her biri bir başka güzellikteki Petersburg kubbelerinin fonu durmadan ton değiştiriyor…
Rusçası Belye Noçi (Белые ночи) olan beyaz geceler, güneşin batmamasıyla oluşan doğal bir olguyken edebiyata sızmasıyla bir fenomene dönüşüyor. Bu fenomen satırlara sadece romantik tasvirlerle değil yalnızlık ve huzursuzluk olarak da yansıyor. Çünkü karanlık gelip huzurlu bir uykuyla üstünüzü usulca örtmediğinde, bastırılan düşünceler hortlamak için vakit buluyor. Fransızların literatürüne bu olgunun “Nuit blanche” yani uykusuz gece olarak geçmesi de boşuna değil gibi.
Helsinki, Stockholm, Anchorage gibi şehirler de bu doğa olayına sahne oluyor. Ama hiçbirinde Petersburg’daki gibi edebi bir mitolojiye dönüşmüyor. Bunda diğer şehirlerin Petersburg kadar kalabalık olmamasının etkisi olduğu kadar, edebiyatçılarının kaleminin Ruslar kadar kuvvetli olmamasının da etkisi var gibi. Rusların da dediği gibi: “Başka hiçbir yerde beyaz geceler Petersburg’daki kadar zihinlere hükmedip şiirle beslenmemiştir.”

Beyaz geceleri “Beyaz Geceler” yapan F. M. Dostoyevski’nin aynı isimli öyküsü desek abartıyor olmayız. Yazarın dört gecelik bir aşk hayalini tarif ettiği bu kısa anlatıda, yalnız bir adam ve ona eşlik eden bir kadının, karanlığın gelmediği gecelerde karşılaşmasına tanık oluruz. Adam o aydınlıkta cesaret bulur, kalbini kadına açar; ta ki sabah sökün edip gerçekleri hatırlatana kadar. Gecelerin büyüsü, gün ışığında dağılır. Geriye o büyülü aralık kalır… Unutulmayan, ama yaşanması da zor bir düş.
Bu öykü Dostoyevski’nin ardından gelen sanatçıların pusulası olur. Aleksandr Blok, bu geceleri “İnsanı günlük hayattan koparıp tutkuyla deliliğe sürükleyen anlar” olarak tanımlar. Konstantin Paustovski, anılarında şöyle yazar: “Şehir, sanki donuk beyaz bir sis bulutuna bürünmüş; insan bu bitmeyen alacakaranlıkta heykelleri nefesiyle ısıtmaya, taş yüzlere can vermeye çalışıyor…”
Müzikte de bu ışıklı gecelerin peşinden gidilir. P. İ. Çaykovski, Mevsimler başlıklı piyano süitinin “Mayıs: Beyaz Geceler” bölümünde, şair Afanasi Fet’in dizelerini epigraf yapar: “Ne gece ama! Ne saadet!” 1968’de besteci Yuri Butsko, Dostoyevski’den ilhamla bir Beyaz Geceler Operası besteler; prömiyeri elbette Mariinski’de olur ve sonra dünyayı dolaşır. Alexandre Benois tuvallerinde Petersburg’un alacakaranlıkta eriyen siluetini kaydeder. Çizdiği bir şehir değil bir ruh halidir.

Beyaz Gecelerin Karanlık Yüzü
Yukarıda da değindiğim gibi beyaz geceler masal gibi anlatılsa da her masalın gölgeleri var. Üç hafta devam eden sürekli ışık halinin insan bedeninin alıştığı karanlığı elinden alması her bünyeye aynı derecede yansımıyor. Özellikle biz turistler ışığa uçan şaşkın kelebekler misali St. Petersburg sokaklarında savrulurken şehrin pek çok sakini bu durumdan mustarip. Onlar için bu zaman dilimi uykusuzlukla gelen huzursuzluk demek. Karanlığın eksikliğinden yorgun halkın bu durumunu Ressam Alexandre Benois şu sözlerle kayda geçmiş: “Beyaz gecelere tutkuyla bağlananlar da oldu, alışamayıp nefret edenler de.”
Nerede Olmalı?
Beyaz gecelerde St. Petersburg dev bir sahneye dönüşüyor. Gece yarısı Neva Nehri üzerindeki Palace ve Trinity köprüleri kanatlarını göğe doğru açarken, altından rengarenk akan tekneleri izlemek, en iyi seyir noktalarından biri olan Strelka’da nehir boyunca yürümek Petersburg’un ritüellerinden.
Ve bir gece var ki, beyaz gecelerin zirvesi sayılıyor. Petersburg göğü o gece yalnızca soluk ışıkla değil, umutla da aydınlanıyor. O gece Neva Nehri üzerinde, kırmızı yelkenli bir gemi bir masaldan çıkmış diğer masala geçerken insanlara görünmeyi seçmiş gibi. Bu etkinlik Scarlet Sails (Alye Parusa). Her yıl Haziran sonunda düzenlenen Beyaz Geceler Festivali’nin en görkemli akşamı! 1968’de mezuniyetini kutlayan liseli gençler için başlatılan bu gelenek, yazar Aleksandr Grin’in aynı adlı romanında kahramanı Assol’un hayalini kurduğu kırmızı yelkenli gemiden ilham alır. 1979’da ara vermiş olsa da 2005’ten beri yine şehrin imzalarından biri olarak düzenleniyor. Yeni başlangıçların ve umudun simgesi olarak…
Konserler, piknikler, müze gezileri, tekne turları beyaz geceleri doldururken şehir her zamankinden hızlı akmaya devam ediyor.

Gözle Değil, Işıkla Düşünenler İçin
Şehrin bu zamanları fotoğraf meraklıları için de kaçırılmaması gereken bir dönem. Amatör meraklılar için burada küçük ipucu verebiliriz. Beyaz geceler için tripodla uzun pozlama yapılarak; ISO 100–400 aralığında, f/8 açıklıkla çalışmak ideal olabilir. Altın saatlerin sunduğu pastel gökyüzü, gümüş rengi kaldırımlar ve nehir üzerinde dans eden ışıklar… Kesinlikle fotoğraf makineniz de bu anlara şahitlik etmeli.
Zaman Bir Ölçü Mü?
Peki bu kimileri için ilham verici, kimilerini huzursuzluğun kollarına bırakan beyaz gecelerden geriye ne kalıyor? Modern fizikten fenomenolojiye, zamanın ne olduğu hâlâ tartışılıyor. Newton için evrensel ve mutlak bir akış, Einstein için gözlemciye bağlı bir eğrilik, Heidegger’e içinse varoluşun ta kendisi… Petersburg’un beyaz gecelerinde zaman sabit bir çizgi olmaktan çıkıp, deneyimin içindeki ânlara dönüşüyor. Ölçülen bir nicelik değil, fark edilen bir nitelik oluyor. Bir sonraki Petersburg beyaz gecelerine yolunuz düşerse ışığın nimetinden faydalanıp daha fazla yer görebilme imkânınız var. İşte o zamanlar için Petersburg kronolojisinde 24 öneri!

St. Petersburg’da 24 Tarih Durağı
Peter ve Paul Kalesi – Petropavlovskaya Krepostʹ (1703–1733)
I. Petro (Peter the Great) tarafından Neva Nehri kıyısındaki Tavşan Adası’nda (Zayachy Ostrov) kurulan kale, St. Petersburg tarihinin ilk yapı harcı sayılıyor. Kalenin içindeki barok üsluptaki katedralin, şehrin zirvesini belirleyen devasa altın kulesi dikkat çekiyor. Kalenin hapishane bölümlerinde tutulan birçok ünlü isim bugün ziyaret edilebiliyor; imparatorların aile kabri olarak da kullanılan katedral, şehir hafızasının manevi merkezlerinden biri sayılıyor.

Anichkov Köprüsü
Ahşap olarak 1715’te inşa edilen köprü, 1841–42 yıllarında taş olarak yeniden yapılarak heykellerle süslenmiş şekliyle günümüz kimliğine kavuşuyor. Yönetici heykelleri (Horse Tamers – Укротители коней) ve zarif korkuluklarıyla Nevsky Bulvarı’nın başlıca simgelerinden biri haline geliyor. P. Puškin ve N. Gogol gibi yazarların eserlerine konu olan bu köprü, hem mimari hem de edebi anlamda bir zaman kesiti sunuyor.

Ermitaj / Kışlık Saray (1712–1837)
İlk olarak 1712 yılında inşa edilmeye başlanan ve zamanla büyüyen yapı, 1762’den itibaren İmparatorluk ailesinin resmi ikametgahı hâline geliyor. Barok ve Neoklasik mimari öğeleri bir arada barındırıyor. Bugün 3 milyondan fazla eserin sergilendiği Ermitaj, dünyanın en büyük müzelerinden biri olarak kabul ediliyor.

Peterhof Sarayı ve Bahçeleri (1714–1723)
I. Petro tarafından Batı’ya açılan yüzü simgelemek amacıyla yaptırılan saray, Baltık kıyısında konumlanıyor ve Rus Baroğu’nun zirve örneklerinden biri sayılıyor. 150’den fazla çeşme, Grand Cascade ve Altın Heykeller Terası ile Versailles’a karşı bir imparatorluk cevabı olarak tasarlanıyor. Günümüzde UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu kompleks, yaz aylarında düzenlenen tekne ulaşımıyla da şehre bağlı kalıyor.

Chesme Kilisesi (1774–1777)
II. Yekaterina tarafından Osmanlı donanmasına karşı kazanılan 1770 Çeşme Zaferi anısına yaptırılıyor. Rus Gotik mimarisinin erken örneklerinden biri olan saray, askeri zaferin siyasal ve mimari temsili olarak tasarlanıyor. Günümüzde St. Petersburg’daki sivil mimari içinde en dikkat çeken yapılar arasında yer alıyor.

Yusupov Sarayı (1776; yenileme 1830)
Fransız mimar J.-B. Vallin de la Mothe tarafından tasarlanıyor ve 19. yüzyılda Yusupov ailesinin konutu hâline geliyor. 1916 yılında mistik figür G. Rasputin’in suikastine sahne oluyor. Bugün hem müze hem tiyatro salonu olarak kullanılıyor ve Rus aristokrasisinin yaşam biçimini yansıtan nadir iç mekanlardan biri.

Tunç Süvari / Senato Meydanı – Senatskaya ploşçad (1782)
I. Petro’nun bronzdan yapılmış heykeli 1782’de F. Voltaire’in önerisiyle dikiliyor. A. S. Puşkin’in “Mednıy Vsadnik” şiiriyle simgesel anlam kazanıyor. Çarlık otoritesinin ve modern Rusya’nın sembolü olarak kabul ediliyor.

Mihaylovski Sarayı – Mihaylovskiy dvorets (1819)
İmparator I. Pavel’in güvenlik endişesiyle yaptırdığı haç planlı kale, tamamlandıktan 40 gün sonra uğradığı suikastla tarihe geçmiş. Günümüzde Rus Devlet Müzesi’ne bağlı bir sergi alanı olarak kullanılan binanın hemen yakınındaki Mihaylovski Sarayı ise I. Aleksandr tarafından kardeşi Mikhail Pavloviç için inşa edilmiş ve 1895’te Rus sanatına adanmış ilk devlet müzesi konumunda. 400.000’den fazla eseriyle Petersburg’un kültürel belleğinde önemli bir durak.

Kazan Katedrali – Kazanskiy sobor (1801–1811)
Kutsal Kazan İkonası’na ithafen inşa edilen yapı, mimar A. N. Voronikhin tarafından tasarlanıyor. Dış cephesindeki yarım dairesel kolonad, St. Peter Bazilikası’na gönderme yapıyor. 1812 Napolyon Savaşı zaferinin ardından ulusal anıt statüsü kazanıyor.

Aleksandrinski Tiyatrosu – Aleksandrinskiy teatr (1832)
Klasik tiyatro mimarisinin önde gelen örneklerinden biri olarak mimar K. I. Rossi tarafından tasarlanıyor. Rus tiyatrosunun kurumsallaşma sürecinde büyük rol oynuyor. Gogol, Lermontov ve Turgenev gibi isimlerin eserleri burada ilk kez sahneleniyor.

Smolny Katedrali – Smolnıy sobor (1748–1764)
B. F. Rastrelli tarafından tasarlanan bu geç barok yapı, kadınlar için manastır ve eğitim kompleksi olarak planlanıyor. Sovyet döneminde işlevini yitiriyor ve konser salonuna dönüştürülüyor. Petersburg siluetinde ayırt edici mavi-beyaz formuyla öne çıkıyor.

Mariinski Tiyatrosu – Mariinskiy teatr (1860)
Çar II. Aleksandr’ın eşi Mariya Aleksandrovna’nın adıyla açılıyor. M. Petipa’nın koreografileriyle klasik Rus balesinin altın çağına ev sahipliği yapıyor. Bugün hâlâ dünyanın en önemli opera ve bale sahnelerinden biri.

St. Isaac Katedrali – Isakiyevskiy sobor (1818–1858)
Mimar A. Montferrand tarafından tasarlanan katedral, yapımı 40 yıl süren dev bir projeyle tamamlanıyor. 101,5 metre yüksekliğindeki altın kaplı kubbesiyle Petersburg siluetinin en baskın yapılarından biri hâline geliyor. Hem Ortodoks ibadet mekânı hem de 19. yüzyılın mühendislik harikası olan bu yapı, günümüzde müze statüsünde ziyaret ediliyor. Katedralin tepesindeki panoramik seyir terası ise 262 basamaklık bir tırmanışın sonunda, şehri 360 derece izleme imkânı sunuyor.

Kanlı Kurtarıcı / İsa’nın Kanı Kilisesi – Spas na Krovi (1883–1907)
II. Aleksandr’ın suikastine uğradığı yerde oğlu III. Aleksandr tarafından yaptırılıyor. İçindeki 7000 metrekarelik mozaik süsleme, Rus ikonografisinin en büyük örneklerinden birini oluşturuyor. Sovyet döneminde depo ve morg olarak kullanılıyor, 1997’de tekrar açılıyor.

Fabergé Müzesi (1885 sarayı)
Fabergé yumurtalarının en geniş koleksiyonunu barındırıyor. Mimar A. V. Sıuçev’in restore ettiği Şuvalov Sarayı içinde konumlanıyor. Minyatür sanat, mücevher işçiliği ve zanaatkârlığın kesişiminde önemli bir müze kimliği taşıyor.

Nevsky Bulvarı – Nevskiy prospekt (18. yy başı)
Petersburg’un ana ulaşım ve kültür aksı olarak planlanıyor. Üzerinde 18.–20. yüzyıl mimarisinden örnekler ve sayısız kitapçı, tiyatro, kafe bulunuyor. Sosyal hayatın nabzı burada atıyor.

Singer Binası – Dom kompanii Zinger (1904)
Amerikan Singer Dikiş Makinesi Şirketi için inşa edilen bina, mimar P. S. Suzor’un Art Nouveau tarzındaki projesiyle öne çıkıyor. Cam kubbesi ve granit cephesiyle Nevsky üzerinde ikonik bir görüntü sunuyor. Günümüzde Dom Knigi (Kitap Evi) olarak kitapçı ve kültürel merkez işlevi görüyor.

Yaz Bahçesi – Letniy sad) (1704)
I. Petro’nun kişisel talimatıyla kurulan bahçe, Fransız ve Hollanda peyzaj mimarisi etkisinde şekilleniyor. İçinde 90’dan fazla heykel, uzun yürüyüş yolları ve çeşmeler bulunuyor. Şehrin ilk halka açık parkı olma özelliği taşıyor.

Tikhvin Mezarlığı / Aleksandr Nevski Manastırı – Tihvinskoye kladbishçe (1823–)
1823’te açılan bu mezarlık, Aleksandr Nevski Lavrası kompleksinin bir parçası olarak kurularak kısa sürede sanatçılar için kutsal bir mekâna dönüşüyor. P. I. Çaykovski, M. Mussorgski, F. M. Dostoyevski, I. Krilov, N. Rimsky-Korsakovgibi birçok önemli isim burada defnediliyor. Sessiz taşlar arasında yürürken, Rus müziği ve edebiyatının kalıcı hafızasında geziniyor oluyorsunuz.

Palace Bridge – Dvortsovıy most (1916)
1916’da tamamlanan köprü, Neva üzerindeki ikonik yapılardan biri. Geceleri açılıp kapanan kanatları, teknelere geçiş sağlıyor ve görsel bir şölen oluşturuyor. Beyaz gecelerde sabaha karşı izlenmesi şehir ritüellerinden biri.

Strelka / Vasilievski Burnu
Vasilievski Adası’nın doğu ucundaki bu burun, panoramik şehir manzaraları sunuyor. Rostral sütunları ve gümrük binasıyla 19. yüzyıl liman planlamasını temsil ediyor. Gözlem noktası olarak Petersburg’un iki yakasını birleştiriyor.

St. Petersburg Kanalları Üzerinde Beyaz Gece Turu
Beyaz geceler boyunca şehrin içinden geçen kanallar, tekne turlarıyla bambaşka bir görünüme bürünüyor. Hava tam kararmadığı için suyun yüzeyinde yankılanan pastel ışıklar, mimariyle birlikte görsel bir bütünlük yaratıyor. Sessizce süzülen tekneler, Petersburg’un “Kuzey’in Venedik’i” olarak anılmasını her durakta yeniden haklı çıkarıyor.

Rus Denizcilik Müzesi – Rus–Türk Deniz Savaşları Bölümü
Rusya’nın sıcak denizlere açılma hayalini yansıtan deniz müzesi, üç yüzyıllık Rus ve Sovyet donanma tarihini 85.000’i aşkın parçayla gözler önüne seriyor. Müzenin en ilgi çekici bölümlerinden biri, Osmanlı-Rus deniz savaşlarına ayrılmış bölüm; 1770 Çeşme Zaferi ve 1853 Sinop Baskını gibi önemli olaylara ait tablolar, gemi modelleri ve savaş gereçleriyle dikkat çekiyor. Ivan Aivazovsky’nin “Vesta kruvazörü ile Fethi Bülend” adlı tablosu ise bu tarihi anlatımın en etkileyici eserlerinden biri.

Cafe Pushkin – Son Masa
Nevsky Bulvarı’na çok yakın konumdaki bu tarihi kafe, şair A. S. Puşkin’in 1837 yılında düello öncesi son akşamını geçirdiği yer olarak biliniyor. Bugün orada Puşkin’e ait bir masa, kurşun geçirmez cam arkasında korunuyor; menüde ise 19. yüzyıl Petersburg mutfağından esinlenmeler var. Sessizliğiyle edebiyatın zamansızlığını taşıyan mekân, şehrin anıtsal yapıları kadar güçlü bir hafıza durağı olarak gezinin son cümlesini kuruyor.
O halde onun mısrasıyla bitirelim:
“Ve ben sessizce seyrederim
Zamanın camından sarkan ölümsüz bir anı.”


Bienal Özel: Berlin Gezi Rehberi
2025’in Sıra Dışı 10 Cruise Rotası