Datça Murat Çiftliği’nin kurucusu Murat Tapik’le Fişekhane’deki Ekolojik Pazar’da buluştuk ve sağlıklı gıdaya ulaşmanın yollarını konuştuk.
Sağlıklı yaşam ve “iyi olma hali”nin temelinde sağlıklı beslenme yer alır. Çünkü sağlıklı besinler ve doğru şekillerde tüketilmeleri hastalıklara karşı savaşımızda en güçlü silahımızdır. Büyük marketlere gittiğimizde birçok etiket altında sağlıklı olduğu iddia edilen yiyecek içeceklerle karşılaşmamız mümkün. Ama maalesef bu büyük büyük iddiaları olan ürünler her zaman o kadar da masum olmayabiliyorlar. Örneğin seneler evvel gluten intoleransı sebebiyle glutensiz beslenmeye başladığımda market raflarındaki glutensiz etiketli ürünlere yöneldim çünkü ekmeğin, kurabiyenin, çikolatanın, krakerlerin yerine ne koyacağımı bilmiyordum. Buna rağmen semptomlarım azalmadan devam etti ve hatta hızla kilo aldım. Neyi yanlış yaptığımı bir türlü anlayamıyordum. Ta ki fonksiyonel beslenme sayesinde o sağlıklı diye tükettiğim gıdaların aslında pirinç unu, nişasta, koruyucu gibi daha da zararlı içerikleri olduğunu anlayana kadar. Aslında doğal olan, atalık tohumlardan üretilmiş karabuğday ve kinoa unları, organik ve doğal tarım sebze ve meyveler, hayvanlarını hormonsuz yemlerle ve doğal ortamlarında besleyen hayvancılardan aldığım yumurtalar sağlığımın kapısını açan anahtarlar oldu.
Herkesin kafasında bu ürünlere nasıl ulaşacakları sorusunun belirdiğini biliyorum. Aynı soruyu 10 yıl önce sorup bir yola çıkmış ve sağlıklı ürünler yetiştiren üreticiler ile sağlığını korumayı ve iyileştirmeyi hedefleyen tüketiciler arasında bir köprü görevi görmek amacıyla Datça Murat Çiftiliği’ni kurmuş olan Murat Tapik’le yaptığımız hoş sohbet benim aklımdaki tüm soru işaretlerini giderdi ve gönül rahatlığıyla ve güven duyarak alışveriş yapabileceğiniz bir platformun hayal olmadığını eminim sizlere de gösterecek.
Murat Bey’yle Fişekhane’deki Ekolojik Pazar’da konuştuk. Pazara gittiğimde kendimi şehrin karmaşasından uzakta, taze sebze ve meyve kokularının, baharat rayihalarının arasında buldum. Çok büyük bir yer değil burası ama her şey olması gerektiği gibi. Girişinde sizi Murat Bey’in, “Aklımdaki tasarımı aktardım,” dediği sepetler karşılıyor, hatta alışveriş arabası olarak da başka yerde göremeyeceğiniz sepet arabalar kullanıyorsunuz. Doğayla ve doğalla buluşmanız sepeti kolunuza taktığınızda başlıyor. Aklınızda “Ben bunu kullanıyorum ama içinde ne var acaba” sorusu belirmeden mutfağınızda kullanabileceğiniz her markayı Ekolojik Pazar’da bulabilirsiniz. Pazarın dizaynı da çok çekici. Hiçbir şey yan yana öylesine dizilmiş tezgâhlarda yer almıyor. Tüm ürünler için özel stantlar düzenlenmiş. Tüm üreticiler ve Datça Murat Çiftliği görevlileri yüzlerinde kocaman gülümsemelerle, her bir ürünlerini tüm detaylarıyla anlatıyorlar. İşte aklınızda soru kalmamasının en önemli sebebi de bu. Fişekhane’deki Ekolojik Pazar cumartesi ve pazar günleri kuruluyor, burada haftanın her günü açık olan bir dükkânları da bulunuyor. Ürünlerine Kadıköy Moda ve Çengelköy’deki mağazalarından, Cuma ve cumartesi günleri Kanyon’da kurulan Organikanyon standından, cumartesi günü Zekeriyaköy Ormanada’da kurulan Organik Ada standından ve ayrıca internet sitelerinden de erişmek mümkün.
Bu kadar büyük bir platforma dönüşen ve daha da büyümeyi hedefleyen Datça Murat Çiftiliği’nin kıvılcımını neyin yaktığını, her şeyin nasıl başladığını Murat Bey şöyle anlatıyor: “Çocuk doktoru olan babam çocuk sağlığı için en önemli şeyin sağlıklı beslenmek olduğunu, sağlıklı beslenen çocukların diğer çocuklara göre daha az hasta olduğunu, hastalıkları daha hafif atlattığını, bağışıklık sisteminin daha iyi olduğunu gözlemleyip aslında hastalanmadan önlem almayı prensip edindiği için çocukluğumuz sağlıklı besinlerle geçti. Doğal olarak bunun paydaşı olan doğada yaşam, babamın kurduğu çiftlikler, alanlar bizi sahalarda, dağlarda, nehir kenarlarında gezdirmesi sebebiyle buna eğilim gösterdik. Arkadaşlarım piyano dersi alırken biz tarlada havuç söküyorduk. Bireysel ilgim de bu yönde olduğu için ortaokul çağlarında bu bana keyif veriyordu.” Ortaokuldan sonra Robert Koleji’nde yoğun bir eğitim hayatı geçiren Murat Bey’in doğayla olan yakınlığı devam etmiş. Boğaziçi Uluslararası Ticaret Bölümü üçüncü sınıftayken yurtdışında yaşama hevesi galip gelince okulu dondurup Kuzey İrlanda’da Microsoft’un bir kolunda çalışmaya başlamış. Aslında orada sürdürülebilir tarıma duyduğu ilginin artmasına paralel olarak onu Türkiye’ye dönmeye iten şeyi şöyle anlatıyor Murat Bey: “Zenginlikle ya da ülkenin koşullarıyla sağlıklı gıdaya ulaşma arasında doğru bir orantı olmadığını anladım. En zengin insan bile en doğal ürünü bulamıyor. En lüks, en güzel ambalajlı ürünü buluyor ama doğalı bulamıyor. Bunu hissettim ve oradaki marketlerde de gördüm. En doğal ve en sağlıklı ürün en verimsiz olduğu için kapital sistemin içine giremiyor çünkü ya pahalı kalıyor ya lojistiği verimli olmuyor. Bu sebeple en iyi marketlere giremiyor ya da yalnızca en büyük firmalar giriyor. Bunun analizini yaptım ve Türkiye’ye dönüp üniversitemi bitirmeye ve girişimci kafamı değerlendirmeye karar verdim.”
İlk olarak zeytinlik ve bademliklerinin olduğu Datça’ya gitmiş Murat Tapik. Çocukluğundan babası sayesinde kazandığı alışkanlıklar onu kendi topraklarına çekiyor. Ama bunlarla sınırlı kalmak istemeyince sebze yetiştirmek için tarla kiralıyor. İlk yetiştirdiği ise karpuz olmuş. Murat Tapik, “Karpuzla başladım ve bugünlere geldim,” diyerek aslında yolculuğunu da özetlemiş oluyor. Sattıkları ürünlerin ayrıcalığını bilen İstanbul’daki arkadaşları, hocaları, tanıdığı kişilerden talep olunca İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere ürünlerini yollamaya başlıyorlar.
Aslında Murat Bey’in de dile getirdiği gibi kırsaldaki insanlar zaten kendi mis kokulu, taze, ilaçsız, doğal ürünlerini yetiştiriyorlar ama büyük şehirlerde sadece marketlerde bize sunulan, daha fazla verim almak ya da daha güzel görünmeleri için türlü ilaçlara maruz kalan sebze ve meyveleri bulabiliyoruz. Her yediğimizin bağışıklığımızı güçlendirmesi, hastalıklı hücrelerimizle savaşma kapasitemizi artırması gerekir. Ama aldığımız bu ilaçlı, hormonlu besinler tam aksine hastalıklı hücreler üretmemize sebep oluyorlar. Sağlıksız besinlere karşı 2012 yılında ürünlerini satmaya başlayarak savaş açan Datça Murat Çiftliği’nin en büyük sıkıntılarından biri ürünleri tüketicilere ulaştırmak olmuş. Murat Tapik bu zorluğu şöyle dile getiriyor: “Karpuz zaten gitmiyor, çilek çöp oluyor, cam kavanozdaki zeytinyağının kavanozu kırılıyor gibi bir ton lojistik sorun var.”
Bu sırada dayısının Çıralı’daki çiftliğinden de ürün toplamaya başlamışlar. “Dayımın organik narenciye bahçelerinden avokado, limon, portakal toplamaya başladık ve işler yoğunlaştı. Kekik ve baharat grubunu da dağlardan toplama yapmaya başladık.”
Kandıra’da kurduğu bir diğer çiftlikle neyse ki sebze meyve üretimi, paketleme ve sevkiyat artık daha kolay. Tüm ürünler oraya geliyor, oradan sevkiyatları yapılıyor. Ama tabii Murat Tapik’in 3, 4 senesi de orayı düzene koymakla geçmiş. Kandıra’daki çiftlikte, Murat Tapik’in anlatırken gözlerinin içinin gülmesini, heyecanlanmasını sağlayan etkinlikler de düzenliyorlar. “Çiftlik gezileri yapıyoruz. Öğretmenler, öğrenciler. Tohum şenlikleri yaptık, çevre gününde çam ektik. İdealist işler yapıyoruz bu sebeple insanların gözünde farklı bir yerimiz oldu. “Ürün alıyor satıyor”dan ziyade vizyoner iş yapan kişiler olarak kaldık ki böyle olduğu için ürünlerimiz kadar yaptığımız iş de değer gördü.”
Fişekhane’deki Ekolojik Pazar’da beni en çok etkileyen kadın üreticilere yer verilmesi oldu. El emeği ürünlerini tasarım tezgâhlarda sergiliyor, internetten satışlarını yapabiliyorlar. Tüketiciyle onları bir araya getirdikleri, kadın üreticilerin platformu oldukları ve onların sesleri duyurdukları için bence ayrıca bir alkışı hak ediyorlar.
Sağlıklı beslenmede hepimizin en büyük yanılgısı etiketlere aldanmak oluyor. Nasıl ki üzerinde kocaman GLUTENSİZ yazan tabelaların altında sıralanmış paketli gıdaların çoğunda yer alan pirinç unu, nişasta ve koruyucular sağlığa zararlıysa aynı şey organik etiketleri için de geçerli. Ama Datça Murat Çiftliği için önemli olan organik sertifikası değil. Doğal olması. Tohumu, toprağı, yetiştirme koşulları bilinen ürünler olması. Murat Tapik bunun sebebini ise şöyle aktarıyor: “Gezdiğim bazı organik ürünlerin üretildiği, paketlendiği yerler kötü durumda olabiliyor. En büyük markalardan birinin paketleme alanında ürünler yoğurt kaplarıyla paketlere konuyordu. Hiçbir denetim yoktu yani. Organiği kötülemiyorum tabii ki. Organiğin de çok iyi olanları var ama olmayanı da var. Bu yüzden biz kaliteli gıdaya önem veriyoruz. Doğru tüccardan mal alıyoruz. Doğru ürünü yapması için doğru etik değerlere sahip olmalı. Yoksa her türlü hile yapılabilir.” 2023 yılı için planladıkları projelerden biri, prensiplerini hiç bozmadan ürünlerini tezgâha getiren üreticileri bizlere tanıtmak. Böylece hepimiz en iyi ürünleri kimlerden, ne şekilde alabileceğimizi öğrenecek, aklımızdaki soru işaretlerini giderebileceğiz.
Üreticilerle kurdukları ilişki de çok özel. Güvene dayalı bir bağ kurulmuş aralarında. Her üretici, ürünleri, toprağı, tohumu değerli onlar için. Şu sözler bu ilişkiyi anlatıyor sanırım. “Biz üreticilerle dost olduk, onların ürünlerine değer verdik, parasını ödedik, koşullarını iyileştirdik, böyle bir platform olduk. Şimdi birçok yerde ürünleri satılıyor, insanlar bizi arıyor soruyor. İsmimizin altına giren markalara güven ortamı sağlamaya çalışıyoruz.”
Her stantta yanınıza biri gelip tüm güler yüzüyle ürünleri anlatmaya başlıyor. En ince detayına kadar bilgi ediyorsunuz. Bu beni çok etkiledi çünkü aman içinde koruyucu var mı, aman gluten de karışmış mı diye sürekli etiket okumaktan bıkmış durumdayım. Burada böyle ürünlerin olmadığını zaten biliyordum ama birinin ağzından da ne kadar doğal olduklarını dinlemek benim de yüzümü güldürdü, içimi rahatlattı. Bunu bize sağlamak için Datça Murat Çiftliği’nin profesyonel bir ekibi var. 30 kişiye istihdam sağlıyorlar. Çünkü Murat Tapik’e göre: “Ürünü üretmek değil anlatabilmek mesele. Size bir ürün satacaksam o ürünün doğru ürün olduğunu anlatmam gerek. Ancak bireysel diyalogla yapabilirim bunu. Diğer türlü ulusal zincirde satılan bir markayı koymam lazım. O zaten zincirdeki markette de var. Gider oradan ya da bir aplikasyondan alır geçer müşterilerimiz. Sadık müşterilerimizi satış politikamıza borçluyuz.”
Ben uzun süre naneyi sevmediğimi düşündüm. Bana tadı garip geliyordu, bazen ot gibi, ne bu böyle diyordum. Ta ki dağdan toplanıp güneşte kurutulan yabani nanenin tadına ve kokusuna varıncaya kadar. İşte o zaman aslında ne kadar güzel bir baharat olduğunu anlamıştım. Tükettiğimiz sebze ve meyveler, diğer baharatlar için de bu durum geçerli. O kadar bozulmuşunu yiyoruz ki aslolanı bilemiyoruz. Murat Tapik de bu konuda bana katılıyor. “Herhangi bir ticari ortamdan alınan ürünlerin satışı kârlılık esaslı yapıldığı için satıcının önceliği kâr etmek oluyor. O zaman da ürünün kalitesi bozuluyor. Kapital sistem de rekabet odaklı olduğu için niteliği bozulmuş ürün satılıyor.” Datça Murat Çiftliği’nin öne çıktığı nokta da burası. Onlar ne kadara mal ettiklerine, ne kadara satacaklarına değil bilinçli tüketime önem veriyorlar. Nane örneğinden gidersek: “Kötü naneden başkasını bilmiyorsan, onu talep ediyorsan adam onu üretir. Ama gerçek naneyi artık tattıysan, kokusunu aldıysan onu talep edersin. Aktarda, markette bunu dile getirdiğiniz zaman, sizin gibi 100 kişi dile getirdiği zaman tüketici de dağda kendi kendine yetişen naneye, adaçayına eğilim gösteriyor. Bilinçli tüketici bizim nanemizi kullanınca farkı anlayacak ve farkındalık edinecek. Amaçlarımızdan biri farkındalık yaratmak.”
Farkındalık yaratma konusunu detaylandırırken Datça bademiyle ilgili verdiği bilgiler aslında tarımla, ne yiyip ne içtiğimizle, neyin nasıl yetiştiğiyle ilgili ne kadar az şey bildiğimizi gösterdi bana ve üzüldüm açıkçası. Ama bilmemek değil öğrenmemek ayıp, öyle değil mi? “Datça’da yetişen bademler endemik badem. Aslında 53 çeşit badem var ama 3 ana kategori altında toplanıyorlar: Nur, sıralı ve ak badem. Çok eski tarihlerde ekilmiş ağaçlar, çok farklı aromaları var ve başka yerde yetişmiyorlar. Endüstriyel badem değil. Önemli olan bunları kaybetmemek. Tarlalar değerli olunca ya da ürününü toplayıp karşılığını alamayınca üretici ekmekten vazgeçiyor. Ağaçlar kesiliyor, kuruyor. Önemli olan onları yok etmemek. Amacımız yok olmamalarını sağlamak. Bilinç ve farkındalık geliştirmek gerek. Ucundan hepsine dokunacağız.”
Bir diğer prensipleri de sürdürülebilir olması. Küçük üreticilerin ürünlerini tüm zorluklara rağmen satmaktan sürdürülebilirliği sağlamak için vazgeçmiyorlar. Ne olursa olsun onlara güvenen her üreticinin ürününü almaya devam ediyorlar. Çünkü: “Endemik ürünlere, dağda toplanan ışkınına, dağ çileğine, yabanmersinine, muşmulasına, hünnabına, iğdesine sahip çıkıyoruz. Kendi çapımızda toplatabildiğimiz kadar toplatıyoruz, tezgâhlarımızda yer veriyoruz. A dan Z’ye şirketin, ürünlerin, üreticilerin gıdanın yok olmadan devam ediyor olması lazım. Bazı ürünlerin satışının fizibilitesini yap eksilerdeyiz yine de getiriyoruz. Neden diye sorarsanız, devam etsin, o üretici hasadını satsın, sonraki sene devam etsin diye derim. Yoksa onu tırpanlar.”
Güvene dayalı bir iş onlarınki. Üretici onlara güvenmeli, emeklerinin karşılığını alacağını bilmeli ki ürününü gözü kapalı verebilsin. Tüketici de onlara güvenmeli, değerleri olduğunu düşünmeli ki her ürünü gönül rahatlığıyla alsın. O yüzden Datça Murat Çiftliği’nin bir diğer mottosu “güven”. Kazıklanma, aldatılma korkusu olmadan herkesin katılabileceği bir platform burası.
Murat Tapik böyle bir platformu İrlanda’da çok rahat kurabilirdi şüphesiz. Hatta tarım politikalarının uygunluğu sebebiyle muhtemelen işi çok daha kolay olurdu. Ama o Türkiye’ye dönmeyi ve sağlıklı besinleri tüketiciyle buluşturma hayalini burada gerçekleştirmeyi seçmiş. Bunun sebebini sorduğumda tüm içtenliğiyle cevaplıyor: “Çünkü Türkiye çok değerli. Yola çıktım çünkü İngiltere’de dilimle karpuz, meyve satıldığını gördüm. Türkiye’de tonlarca elma yetişiyor. Toprağımız bereketli. Buradaki kayısı, elma, armut bahçelerine bir giriyorsunuz, coşku var. İyisiyle kötüsüyle her şeyiyle seviyorum burayı. İznik’teki meyve bahçelerinde bir gün geçirmeyi mi Londra’da bir yıl geçirmeyi mi tercih edersiniz diye sorsanız meyvelerin arasında bir günü seçerim. Başkası için tam zıttı olabilir ama benim için böyle.”
2023 yılı için farkındalığı artırmak adına üniversitelerde panellere katılma, konferanslar verme gibi planları da var. Hatta her hafta bir üreticinin katılıp deneyimlerini, ürünlerini anlattığı podcast bile yapabilir. Murat Bey tecrübelerinden edindiklerini aktarmak, neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu paylaşmak istiyor. Çünkü 10 yıllık deneyimi ona çok şeyler öğretmiş ve babasının tecrübeleri ve yönlendirmeleriyle girdiği sağlıklı yaşam, sağlıklı ürünlerin üretilmesi yolunda deneyimlediklerinin çok değerli olduğunu ve aktarılması gerektiğinin farkında. Üreticileri ve tüketicileri doğala yönlendirmekten, sağlıklı bir yaşam için doğalın peşinde koşmaktan vazgeçecek gibi görünmüyor.
Datça Murat Çiftliği en doğalını yetiştiren üreticilerin ürünlerini sağlık çatısı altında bir araya getiriyor. Hem üreticiye hem de tüketiciye güven aşılıyor. Platformun hedefi üretici ve tüketicileri bilgilendirmek ve farkındalık yaratmak. Tabii tüm bunları yaparken sürdürülebilirliği en önde tutuyorlar çünkü Türkiye’yi, bereketli topraklarını, şekilleri birbirine hiç benzemeyen meyveler veren ağaçlarını, parıl parıl olmayan ama mis kokulu domateslerini, ilaçla zehirlenmedikleri için kenarlarını kurt yemiş marullarını çok seviyorlar. Her zorluğa; yağmur, aşırı sıcak, deprem, bayramlar gibi satışı bozan farklı dinamiklere rağmen yollarına devam ediyorlar. Çünkü onlar biraz deli. Keşke sağlıklı beslenme adına her köşe başında onlar gibi delilere rastlasak. Ama fazla uzağa gitmenize gerek yok. Kurdukları pazarları, mağazalarını ve internet sitelerini ziyaret etmeniz yeterli. Sağlık çatıları altına girmeniz bu kadar kolay.