Ünlü şefler, müzisyenler, yazarlar herkes geçtiğimiz günlerde Bol Kepçe Mahallesi’nde buluştu. Gezegenin ilk online yeme içme festivalinin arkasında ise birkaç yıla uluslararası yansımalarını daha sık göreceğimiz yenilikçi bir fikir, kocaman bir ekip ve Zihni Sinir’liğiyle projeyi bugünlere taşıyan Memet Ali Alabora var.
Pandemi dönemiydi. Herkes aklının son kırıntılarına sarılmış ve içindeki diğer benliklerle muhabbete dalmış giderken zaman akıp gidiyordu. Neden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Bu kolektif yalnızlık hepimizi darmaduman ederken bir IG postuyla karşılaştım; “Vakt-i Kainat”. Dünyanın her yerinden, herkesin davet edildiği bir meyhane gecesi. İnsanın yediğine, içtiğine, giydiğine bile önem vermeye güç bulamadığı bir dönemde saatlerce mezeler hazırlamış, giyinmiş, yüzümü gözümü toparlayıp katılmıştım. Sonrası tam 4,5 saat süren bir kucaklaşma. Berlin’den, Kenya’dan, İzmir’den bağlanan farklı yüzler görmenin keyfiyle insan olduğumuzu hatırlamıştık sanırım. “Meyhanenin online’ı mı olur canım?” diyerek girdiğim geceden bir dahaki etkinliği kovalayarak çıkmıştım.
Görünen yüzüyle online meyhane, alt metinde ise o dönem yalnızlığa çarenin yani Meyhane Elsewhere projesi Memet Ali Alabora ve Tan Morgül’e ait. Bir üst proje İstanbul Elsewhere ve bu online etkinliklerin çatısı olan gather-in de. Ortakları, yol arkadaşları Akın Olgun, Mustafa Aldemir’in yanı sıra 10 kişilik canavar gibi de bir ekip var karşınızda. Geçtiğimiz günlerde gezegenin ilk online yeme içme festivalini düzenleyen gather-in’in fikir babalarından Memet Ali Alabora’yla “Ne olacak bu online’lığın sonu?” başlıklı röportajımızı keyifle sunarız.
Hadi başa saralım. Nasıl başladı bu online mahallecilik işleri?
2019’da İstanbul Elsewhere projesini hayata geçirerek Londra’da Pop-up Meyhaneler düzenlemeye başladık. 2020 Mart’ında “lockdown” olunca Tan, “Online meyhane yapabilir miyiz” diye sordu. Ben de bir Zihni Sinir projesi ürettim, 6 Google Meet’i bir ekrana dizip, her oturuma katılanlarla da ekranımı paylaşınca 6 masalı online meyhanemiz Meyhane Elsewhere doğmuş oldu.
Altı ay boyunca haftada iki gün, sonraki altı ay haftada bir gün devam ettik. Bu arada gather-in’i bir platform olarak geliştirdik. Şirketin kuruluşu 1 Mayıs 2020. O zaman İstanbul Elsewhere ve gather-in kol kola gidiyordu. Sonra 2022 Temmuz ayında bir yatırım alarak gather-in’i herkesin kendi mekanını açabileceği bir platforma dönüştürdük. İstanbul Elsewhere ise ana merkez olarak Londra’da ve artık Avrupa’nın birçok yerinde İstanbul etkinlikleri düzenleyen, İstanbulluluğun İstanbul dışında nasıl performe edildiğini keşfetmeye çalışan bir kültür projesi. İkisi artık birbirinden tamamen ayrıştı.
O zamanlar kurduğunuz hayaller karşılığını buldu mu? Yoksa proje uçtu gitti mi?
Aslında şöyle… Bir gün henüz proje çalışılırken wireframeler gelmişti. Bilmeyenler için söyleyelim, dijital bir üründe gördüğünüz arayüzler önceleri renksiz wireframeler olarak tasarlanır. Onlar geldiğinde biz bir anda durduk ve “Bir dakika, burada başka bir şey var, biz bir platform olacağız” dedik. Tabii süreç içinde birkaç sefer durup “Öyle değil de böyle yapmalıyız” dediğimiz zamanlar oldu. Ama ilk düşündüğümüzdeki vizyon hâlâ geçerli. Esas gitmeye çalıştığımız yer ise global bir mahalle olmak. Düşün ki, akşam evde oturuyorsun, Netflix mi izlesem, kitap mı okusam, dışarı mı çıksam diyorsun. Ama sonra “Dur ya, gather-in’e takılayım, bizim çocuklar oradadır ya da yeni insanlarla tanışırım” diyorsun. Hedef burada yüzlerce, binlerce mekan yaratmak. Kiminde Japonlar’ın manga konuştuğu, kiminde Amerikalılar’ın Superbowl konuştuğu…
Bu global mahalle kavramı sosyoloji mezunu biri olarak beni acayip düşündürüyor.
Zaten bugüne kadar iki tane akademik makale yazıldı bile hakkımızda. Biri Edinburgh Üniversitesi’nde, biri de başka bir yerde.
Bir röportajda “third place” kavramından bahsetmiştin. Birinci alan, evimiz; ikinci alan, iş ve üçüncü alan da sosyalleşebileceğimiz herhangi bir yer. Gatherin tam da buraya hitap ediyor. Bu üç alan arasındaki sınırlar silikleşmeye başlamadı mı sence de?
Bu, Amerikalı şehir sosyoloğu Roy Oldenburg’ün sınıflandırması. “Third place” diye kavramlaştırdığı yer ev ve iş dışında sosyalleştiğimiz her yer. Biz de dijital “third place” olduğumuzu söylüyoruz. Uzaktan çalışmayla birlikte evle iş birbirine girdi. Artık cep telefonu ofis gibi oldu. Ne zaman evdeyiz, ne zaman işteyiz, biraz karışık. Sosyalleştiğimiz yere işi de götürebiliyoruz. Adam yaşasaydı bu üç ayrı kavramı bir daha düşünmek zorunda kalacaktı muhtemelen.
Sen üç alan arasındaki sınırları koruyabilenlerden misin peki?
Ben şu anda üçünü de burada, yani evde ekran başında yaşıyorum. Hepsi bir araya geldi. Şu an işteyim ama akşam gather-in’de sosyalleşeceğim.
Ve hepsi aynı sandalye üzerinde olacak…
Aynen. Bununla ilgili bir yazı yazmıştım Medium’da. Metaverse olayları patladığı zamanlarda “Aslında zaten Metaverse’te yaşıyoruz” diyen küçük bir denemeydi.
Ne olacak bu online’lığın sonu?
Web2’yle birlikte zaten sürekli “connected” bir hale geldik. Gün içindeki etkileşimimiz eskiye nazaran o kadar fazla ki.. Sürekli bağlıyız. Whatsapp’tan, haritadan… Banka hesabımıza yatan parayı bile anında görüyoruz. Her şey anında oluyor. Apple’ın çıkardığı gözlükle birlikte daha da ilerleyecek. Fizikselle dijitali daha da iç içe geçiren bir hale gelecek. Nereye gidecek inan bilmiyorum.
Ürkütüyor mu?
Beni teknoloji hiçbir zaman ürkütmez. Teknolojiyi hemen kullanırım. Zaten teknolojinin önünde de durulamaz. Onunla kurduğumuz ilişkiyi biz belirliyoruz ama onu da bir yere kadar belirleyebiliyoruz. Göreceğiz. İnsan bağını kaybetmememiz çok önemli. Ama bu bizim hayatımızı sonsuza kadar değiştirecek. Endüstriyel devrimden sonra yaşadığımız en büyük dönüşüm sonuçta. Mesela yeni öğrendiğim bir bilgi; bizler aslında 8 saat uyuyan yaratıklar değilmişiz. Eskiden iki tane 4 saat uyurmuşuz. Ta ki endüstriyel devrime kadar. Düşünebiliyor musun, uyuma alışkanlığımızı bile değiştirmişiz. Bu da değiştirecek. İyi ya da kötü değil ama değiştirecek. Değiştiriyor bile.
Bir yandan da, online’da bile olsa mahalle kurmak aslında aynı ihtiyaçtan çıkıyor gibi. Yan yana olmak, ait olmak, birlikte ve birlik olmak…
Evet, online’da olmak bizi koparıyor mu, birleştiriyor mu… Aslında pandemiyi biraz daha akıllıca atlatabildiysek bunlar var diye oldu. Yoksa daha çok kafayı yiyen olabilirdi. Bizim öyle kullanıcılarımız var ki arkadaşlarıyla burada buluşuyorlar. Çok uzak yerlerde yaşamalarına rağmen burası çok güzel ilişki kurabilecekleri bir yer haline geliyor. Sosyal medyanın sosyalliği bize çok şey kattı. Yalnızlaştırma tehlikesi olan bir yanı var ama yalnızlığa çare olan bir yanı da var. gather-in’i de biz bunun için yaptık.
Hadi mahalleye geri dönelim. Biraz anlatır mısın, neler oluyor bu mahallede?
Burada sadece sosyalleşmek için açılmış mekanlar da var, kitap kulüpleri de… Yemek üzerine konuşulan mekanlar, atölyeler düzenlenen alanlar var. Kripto para konuşulan mekanlar, yeni nesil emlakçılar… İsteyen herkes kendi kulübünü kurabiliyor, kendi restoranını, mekanını, bakkalını açabiliyor. Her geçen gün de yeni kategoriler açılmaya devam ediyor.
Kira da ödenmiyor?
Ödenmiyor. Mekan açmak tamamen ücretsiz. Mekanınızın girişini ücretli yaparsanız yüzde 80’i sizin, yüzde 20’sini gather-in alıyor.
Ve geçtiğimiz günlerde dünyanın ilk online yeme içme festivali gerçekleşti, değil mi?
Evet, Bol Kepçe Mahallesi. Buradaki bazı mekanlar sonra da devam edecek.
Sen mekanın sahibi olarak hepsine katılıyor musun?
Bütün mekanlara gidemedim tabii ama elimden geldiğince bütün mekanlara uğramaya çalışıyorum.
Gatherin’de de hâlâ etkinliklerine devam eden İstanbul Elsewhere’e geçelim istiyorum. Şimdi hem online meyhaneler devam ediyor, hem de İngiltere ve Avrupa’da pop-up meyhane geceleri düzenleniyor.
Evet. Online meyhaneler ayda 2 kere yapılıyor. Pop-up’lar Avrupa’nın çeşitli yerlerinde oluyor, bir tane Berlin’de yaptık. En son Lizbon’da oldu, sırada Amsterdam var.
Ben pandemi döneminde Vakt-i Kainat adlı bir online meyhaneye katılmıştım. Berlin’den katılan da vardı, Kenya’dan da… Sosyalleşemediğimiz bir dönem olduğu için ilaç gibi gelmişti. Şimdi nasıl bir ihtiyacı gideriyor?
Aynı şey aslında. Muhtemelen senin de dünyanın çeşitli yerlerinde arkadaşların vardır ama eminim çok uzun zamandır görüşemiyorsundur. En fazla Whatsapp’tan yazışıyor ya da arada bir de görüntülü konuşuyorsunuzdur. Meyhaneye geldiğinizde ise üç dört saat hasret gideriyorsunuz. “Ben onu Zoom’da da yaparım” dediğinde ise şunu söylüyorum. Bunu gather-in’de yaptığında aynı arkadaşınla bir gece dışarı çıkmışsın gibi oluyor. Masana başkaları da geliyor, arada bir anons da yapılıyor… Hatta şöyle söyleyeyim, bugünlerde pandemide olduğundan daha da kalabalık oluyor online meyhaneler.
Peki kavgası gürültüsü oluyor mu?
Çok olmuyor ama zaten benim bugüne kadar gittiğim meyhanelerde de kavga olmamıştır. Meyhanenin adabı vardır, müdavimleri bellidir. Çok az kavga olmuştur.
İkram var mı?
Yan masadan yanar dönerli ikramları yakın zamanda bir fonksiyon olarak geliştireceğiz. 🙂
Meyhanenin adabı konusunu sormak istiyorum. Bu hem kalıplaşmış bir söz, hem de hepimizin zihnine kazınmış bazı şeyler var. Online meyhanenin nasıl bir adabı var?
Meyhanenin sahibi, işleten kişisi barbadır. Barba, meyhanenin doktorudur da aynı zamanda. Kime içki verecek, vermeyecek, ona karar veren kişidir. Aslında oranın raconunun devam etmesini sağlayan, koruyan barbadır. Biz burayı açtığımızda kendimize de barba dedik. Tan, meyhane kültürü üzerine yazılar yazıyor biliyorsun. Daha ikinci ya da üçüncü meyhaneydi, biz Tan’la masa masa geziyoruz. Altıncı masada da biri kaykılarak oturmuş. Ben onun masasından birinci masaya geri döndüğümde Tan dedi ki “Söyle ona, kaykılarak oturmasın”. “Abi” dedim “Ben nasıl söyleyeyim?” Sonra bu aramızda bir hikayeye dönüştü, ben bunu anlatmaya başladım. “Bakın böyle de aksi biri Tan, beni azarlıyor” diye. Abarttık da tabii.
Pandemi döneminde bir meyhaneye Zülfü Livaneli geldi. O da dedi ki, “A bu zor barba”. “Zor barba”dan adı zorbaya dönüştü Tan’ın. Şakayla karışık, aslında küçük bir hikaye var orada. Bir racon da anlatıyor. Online bile olsa meyhanenin bir adab-ı muaşereti var. Başkasının sözünü kesmemek, kaykılarak oturmamak,.. Meyhanede gördüğümüz şeyler online’a da taşınarak orada da bir ritüel oluşturuyor.
Rakı masasında şu konuşulmaz da denir örneğin. Burada ne konuşulmaz?
Valla her şey konuşuluyor. Normal meyhanelerden farklı olarak memleket meselesi konuşulurken birkaç memleket meselesi birden konuşuluyor hatta. Bir masada Trump konuşuluyorken bir başka masada Boris Johnson konuşuluyor. O da bir tek online meyhaneye özgü bir şey sanırım.
Halloluyor mu meseler?
Meseleler asla hallolmaz.
Ben bu online meyhane meselesine başta pesimist bir yerden yaklaşmıştım. Olur mu canım öyle şey diye. Sonra da olduğunu kendi gözümle gördüm. Online ve offline meyhaneyi kıyasladığında hangisinin neyi eksik?
Karşılaştırılamaz bence. İkisinin de kendine göre tatlı tarafları var. Online meyhanede çok tuhaf şeyler oluyor. Masada Miami’den biri varken birden bir Polonyalı oturuveriyor. Öbürü ise tamamen fiziki ve yemek paylaşıyorsun, daha ne olsun. Bu anlamda karşılaştırılamaz ama muhabbet aynı fiziki kadar koyulaşıyor.
Bugüne dek en acayip hikaye neydi?
Bir kısmı Londra’da, bir kısmı İstanbul’da, bir kısmı Türkiye’nin başka yerlerinde olan bir ekip burada tanışıp müdavim olup geçen yaz Çeşme’de doğumgünü kutladılar mesela. Bir de hatırladığım; biri Viyana’da biri Kıbrıs’ta yaşayan iki tiyatrocu burada tanıştılar, sonra hep aynı masada takıldılar ve şimdi Kıbrıs’ta oyun yapıyorlar.
Bütün bu işlerin yanında oyunculuk nasıl gidiyor? En son The Serpent Queen’de seni Sultan Süleyman rolünde izledik. Nasıldı sultanlık?
Arada oyunculuk yapıyorum işte bunlardan fırsat kaldığında. Serpent Queen, pandeminin ortasında Marsilya’da çekildi. Beş hafta geçirdik orada ama bir ilk gittiğimde 10 gün ve dönüş öncesinde 10 gün karantinadaydım zaten. Otel odasında oturdum o arada. Garip bir süreçti.
Var mı başka oyunculuk projeleri?
Benim burada bağlı olduğum bir ajans var. Audition’a çok az gidiyorum. Self-tape yapıyoruz artık. Pandemiyle birlikte o da değişti. Evde kendimizi çekiyoruz gönderiyoruz, sonra bekliyoruz. Bayağı bir zamandır da bir sete gitmedim.
Özlüyor musun?
Hiç özlemem.