Ömrünün 18 yılını tek kelime etmeden geçirmiş müzik dehası Gomidas Vartabed’in hazin öyküsünü sahneye taşıyan başarılı oyuncu Fehmi Karaarslan, dünya turnesi öncesi sorularımızı yanıtladı.
Bir oyun düşünün, bittiğinde salonda çıt çıkmıyor, sonra derinden bir hıçkırık ve ayakta alkışlayan seyirciler. “Gomidas”, 90 dakikalık tek kişilik bir oyun. Oysa arkasında Surp Lusaroviç Korosu’nun eşsiz sesleri, Ahmet Sami Özbudak’ın öfkeden hüzne yoğun bir duygu seliyle savuran metni, Serra Yılmaz ve Yiğit Bener’in kaleminden farklı dillere uyarlamasıyla oldukça kalabalık. Öyle kalabalık ki izleyici dahi bir seyirci olmaktan çıkıyor; önce Gomidas’a, sonra Gomidas gibilere, topluluklara dönüşüyor. Ötelenen, dışlanan, evinden, toprağından edilen, anlaşılmayan, duyulmayan her insanın, her anın sesi oluyor.
“Gomidas”, Osmanlı döneminde Kütahya’da doğmuş, ancak ömrü Anadolu’dan İstanbul’a, Berlin’den Paris’e sürüklenerek geçmiş bir müzik dehası olan Gomidas Vartabed’in sıra dışı yaşamı üzerine kurulu. İlhamını aldığı Anadolu toprakları hem sesi olmuş Gomidas’ın, hem sessizliği. Tarihin acımasız olayları onu bir dâhiden deliliğe sürüklerken, sesle kendini ifade eden Gomidas, tam 18 yıl süren derin bir sessizliğe bürünmüş. Sayısız Anadolu ezgisinin bestecisinin hazin hikâyesini sahneye taşıyan oyun, uzun zamandır İstanbul’un farklı sahnelerinde seyirciyle buluşuyor. Önümüzdeki günlerde ise önce Nice’te, sonra Paris’te Fransızca sahnelenecek. Onun sessizliğini yüzyıllar sonra farklı dillerde dünyaya haykıran Fehmi Karaarslan’la dünya turnesi öncesi görüştük.
“Gomidas” metniyle, sizin performansınızla, korosuyla, dekoruyla muazzam bir bütün. Bu denge nasıl kuruldu? Nasıl bir çalışma dönemi oldu?
Oyun Ahmet Sami Özbudak’ın başka bir projeyi çalışırken Gomidas figürüyle karşılaşması ile ortaya çıkıyor. Aylarca bu proje üzerine çalışıyor. Daha Gomidas karakteri ile tanıştığında benim oynamamı teklif etti. Uzun süren yazma ve okuma süreçleri ve provalar sonucunda oyunu ortaya çıkardık. Hem şiirsel hem de performatik bir metin bu. Oyuncu için de çok oyuncaklı. Ermeni, Türk ve Osmanlı kültürünün ortaklıklarına referans olabilecek çok önemli bir karakter Gomidas. Sami, muazzam bir metinle o gerçekliği şiirsel bir perspektifte ve kilise içerisinde 40 kişilik bir koro ile tasarlayıp canlandırdı, bir şölene dönüştürdü. Koronun varoluşu ve mevcudiyeti inanılmaz önemli. Bu şiirselliği yaratmak istediğimiz dünyayı çok güzel destekliyor.
Koro kesinlikle bu bütünü tamamlıyor. Bize biraz onlardan bahseder misiniz?
Surp Lusaroviç Korosu, Şef Hagop Mamigonyan tarafından yönetilen 40 kişilik bir koro. Daha önce de Mamigonyan’ın babası tarafından yönetiliyordu. Düzenli olarak konserler veren yarı amatör bir koro aslında ama bizim oyunumuzda çok önemli bir yerdeler. “Gomidas”ın hem şarkılarını seçerken bize yardımcı oldular hem de oyunun önemli zaman atlamalarında hangi şarkıların oyun ile uyumlu olacağını beraber seçtik. Oyun tek kişilik diyoruz ama aslında bir bütün. Koronun mevcudiyeti o bilinçdışının, rüyalar aleminin estetik anlamda çok büyük bir unsuru. Onlarla birlikte sahnede olmak bana bir konser veriyormuş ve sanki bir koro şefiymişim gibi hissettiriyor.
90 dakika boyunca izleyicinin gözünü ayıramadığı, çok performans odaklı bir oyun “Gomidas”. Nasıl bir hazırlık süreci oldu?
Ben her role farklı çalışmak gerektiğini düşünen oyunculardanım. Metinden yola çıkarak, metnin gerekliliklerini yerine getirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bilindik bir yöntem ile tek bir yolculuğun doğru olmadığını düşünürüm. “Gomidas” özelinde de kullanılan şiirsel dil ve ardından onun anlatım biçimi olan performatik dil iki tane çalışma disiplinini bir araya getirmemi sağladı. Gomidas’ın hayatını anlamak ve yorumlamak için uzun okumalar yaptım. Ermeni kilisesinden önemli insanlar ile sohbet etme, ayinlerine katılarak izlenim edinme imkânım oldu. Rahmetli Baş Rahip Tatül Anuşyan ile tanışma ve sohbet etme fırsatım oldu. Sami ile provalarda yaptığımız çalışmalar işin fiziksel tarafı, zaman atlamaları ve metnin içindeki o dili hazmedercesine, çiğneye çiğneye, keyif alarak oynama hali, hepsi bir araya geldi ve bir simya gibi buluştu ve bütünleşti.
Oyunda sizi ağlarken, haykırırken, gülerken görüyoruz. Oldukça sarsıcı görünüyor. Sizin açınızdan bu rolün en zorlayıcı tarafı neydi?
Benim için en zorlayan kısmı, birçok şeyi aynı anda yapıyor olmak. Ama bu zorlama dediğimiz konu aslında bir oyuncu olarak benim en çok tercih ettiğim, sınırlarımı zorlamak istediğim alan. Bu oyunda hem bir akıl hastanesinde başlayan delilik halini, hem de anılara gittiği için hikâye anlatma zorunluluğunu bedensel performans ile buluşturmak çok keyif verici. Gomidas karakterini oynamak çok katmanlı. Belli bir zaman diliminde koronun estetiği ile birleştirerek sunmak büyük bir zorlanma ama dediğim gibi bundan büyük keyif alıyorum.
İzleyicileriniz genelde nasıl bir ruh haliyle çıkıyor sizce salondan?
Herkesin oyunla ilişki biçimi farklı ama en önemlisi, finale doğru “Evim neresi?” derken, herkesin kendi özel hayatında yaşadığı bütün mücadeleler, zorlanmalar, hayatı devam ettirme arzusu veya bir arzu nesnesine kavuşma çabasını düşünmeleri olabilir. Final toprakta bitiyor. Oyun bence sezgisel olarak toprağa giden bir yolculuk. Neden buradayız sorusuna kadar gidiyor ve bence en çok burada insanlara temas ediyor. Farklı hikâyelerden gelen insanlar bile bir masumiyetin nasıl yok olduğuna tanık oluyor. Kendi dünyasında, içinde yok ettiği ya da kaybettiği duyguların yasını tutuyor belki de. Bir yandan Gomidas ile empati kurup ağlayan ya da üzülenler de olabilir. Bir yandan da kendi bireysel hikyelerindeki kaybedişlerinin yasını tutuyor olabilirler diye düşünüyorum.
Siz Gomidas rolü yapıyor gibi değil de Gomidas oluyor gibisiniz oyunda. Nasıl bir şey Gomidas olmak?
Bir role çalışırken onu bütünüyle kavramak için çok zaman geçiriyorsunuz. Az önce de söylediğim gibi okuyarak, şarkılarını dinleyerek, hikâyesine tanıklık ederek ve kendi yorumunu ekleyerek bir bütünleşme sağlanıyor. Gomidas olmak benim için, “Benim evim neresi?” demek ya da “Ölümle olan var olmak mı yok olmak mı?”, “Bütün her şey var mıydı, yok muydu”, “Yalan mıydı?” gibi soruları düşünmek. Aslında metaforik olarak ya da şiirsel bir düzlemde içimde çok yoğun yaşadığım bir birleşme. Ben çok tinsel bir yolculuğa çıkıyorum bu oyunu oynarken. O yolculuğu kelimelere dökemeyebilirim ama çok derin bir ilişki kurduğumu düşünüyorum. Dönem dönem bence yanıma geliyor, onunla birlikte hareket ediyoruz. Umarım o da izliyordur bizi ve yaptığımız işten keyif alıyordur.
Oyunda birçok repliği daha hazmedemeden yenisiyle sarsılıyor insan. Sizin için oyunun en yüksek, en vurucu repliği neresiydi?
Sami’nin ruhundan, kaleminden çıkan bu cümlelerin hem Gomidas’ın dünyasını hem de günümüz kendi bilinçdışımızı yansıtan bir yapısı var diye düşünüyorum. Benim için en etkili bölüm “Benim evim neresi?” cümlesi.
Sizce bütün bunlar yaşanmasaydı, Gomidas Ermeniler, Türkler, akrabaları, sevdikleri tarafından bağırlarına basılsaydı neler olurdu?
Dünya tarihi maalesef bu tarz, yukarıdan gelen ve yönetilen vahşetlerle, kavgalarla ve dövüşlerle şekilleniyor ama biz hep olaylara sayılarla veya tarihi bir bilgi olarak bakıyoruz. İçindeki insanı unutuyoruz, o yüzden tek bir figürün, Gomidas’ın hikâyesine, birinin yaşamına odaklanarak baktığımızda temas etmiş oluyoruz. Bu bağlamda toplumlarda ve hatta aile, arkadaşlar gibi insanın olduğu her yerde o masumiyet halinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Geri kalan her şey politik, sosyal ve kültürel etkenlerle oluşmuş düşmanlıklar.
Gomidas’ı hem dini hem de müzisyen kimliği ile ele alarak bu sosyal ve kültürel yapının üstüne taşımak, onu sanatçı kişiliği ve masumiyeti ile göstermek aslında bu barışmanın en önemli figürü. Herkes, her toplum, her kültür kendi içindeki masumiyetle ilgilense, kendi içindeki yaraları tamir etse öteki ile uğraşmaz gibi geliyor bana. Sanırım bütün mesele kendini sevmeyen insanların diğer insanlara verdiği zararlar. Gomidas’ın bunlardan hiçbiri ile bir ilgisi yok…
Oyunu önümüzdeki günlerde Fransa’da Fransızca oynayacaksınız. Ana diliniz olmayan bir dilde oynamanın zorluğu var mı?
Evet, önce mart ayında Nice ve Paris’te, temmuz ayında da Avion Festivali’nde oynamayı planlıyoruz. Ben Fransa’da Paris Devlet Konservatuarı’ndan okudum. Fransızcayı sonradan öğrendim ama bu dilde çok fazla oyunculuk yaptım. Uyguladığım ve bildiğim bir pratik olduğu için burada bir zorluk hissetmiyorum. İkinci bir dilde oynamak, çok klasik ama “bir dil bir insan, iki dil iki insan” duygusunu yaşatıyor. Her dilin tınısı, her dilin yazım biçimi, ahengi, tonlaması, o dille birlikte sizde uyanan güdüler farklı…
Türkçe oynarken farklı bir Gomidas, Fransızca oynarken de farklı bir Gomidas olarak hisler aleminde dans ediyorum. Fransızca oynamak çok keyifli ve Gomidas’a çok yarıyor, onun şiirsel dilinin Fransızca hali çok çarpıcı ve çok etkili diye düşünüyorum. Çok da güzel bir çevirisi oldu Serra Yılmaz ve Yiğit Bener sayesinde. Muazzam bir tını yaratıyor dinleyenler tarafında…
Sesle, müzikle kendini ifade etmiş, ama 18 yıl susmayı tercih etmiş bir bilge Gomidas. Onu farklı dillerde temsil etmenin amacı suskunluğuna ses olmak mı?
Tabii ilk amacımız benim iki dilde oynama halimi kullanmaktı. Sami, bu oyuna da çok yakıştığını düşünüyor. Birincil amaç o ama yorumunuz çok güzel, çok değerli. “Onun sessizliğini farklı dillerle dünyaya haykırmak” kulağıma güzel geliyor… Tabii turnelere gitmek, başka ülkelerde bu hikâyeyi anlatmak temel çıkış noktamızdı. Sadece Türkiye ile sınırlı kalmasın istedik, bir buçuk sene kadar önce Ermenistan’da da oynadık. Oradaki toplum bizi çok iyi karşıladı, tüm düşmanlıklar sahnedeki oyunda unutuldu ve Türk Gomidas’ı bağırlarına bastılar… Bu çok değerliydi, bu tarz buluşmalara vesile olmasını ümit ediyoruz, bu uzattığımız elin sevgiye, anlayışa, temasa sebep olmasını bekliyoruz.
“Gomidas”ın yanı sıra üzerinde çalıştığınız farklı projeler var mı?
Bu yıl içerisinde dijital platformlardan birinde yayına girecek bir dizi projem daha var. Bunun dışında Ahmet Sami Özbudak ile yeni bir oyun çalışıyoruz. Özge Borak, Gülşah Fırıncıoğlu, Erkan Akbulut ve Burak Özen ile beş kişilik yine Site-Specifit bir oyun… İkiz kardeş hikâyesi üzerinden hem aile içi hem de toplumsal ikizlilik, iki yönlülük meselesini tartışan çok keyifli bir metin. Bu sefer ters köşe; şiirsel bir dil yerine daha gündelik bir dil ile yazışmış ve çok gerçekçi, gerçek mekânda, Balat’ta bir kafenin içinde geçen sıcak bir hikâye bizi bekliyor. Nisan’da prömiyer olacak, herkesi bekleriz.
* Fransa turnesi öncesi 19 Mart tarihinde Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek temsilin biletlerine mobilet.com‘dan ulaşılabiliyor.