Yaratıcı sinema anlayışını şekillendiren, yeni dalga öncüsü, bir devrin yönetmeni Fransız Jean-Luc Godard hayata veda etti.
Siz Jean-Luc Godard’ı nasıl tanımıştınız bilmiyorum fakat ben, meşhur Fransız yönetmeni kendi çektiği bir filmle değil de, onu anlatan bir filmle keşfetmiştim ilk kez. “Godard ve Ben”i izlediğimde vakitlerden ilk yazdı, ben yeni bir yönetmenin keşfetmenin heyecanını yaşıyordum; filmde gördüğümüz Godard ise 68’lerin Fransa’sında her yana yayılmış öğrenci eylemleri arasında yeni bir sinema dalgası yaratmanın sancılı heyecanını yaşıyordu. Bu filmin sahnelerinden birinde, ki bu en meşhur olan sahnelerden biridir, Godard’a ne zaman bir komedi filmi çekeceği soruluyor, Godard ise şöyle cevaplıyordu: “Vietnam’da, Filistin’de ve Yemen’deki insanlar ya da Amerika’daki siyahiler güldüğü zaman.” İşte, ben o gün Godard’la tanıştım.
Benim “Godard ve Ben” filmiyle, kimimizin ise belki “Serseri Aşıklar” ya da “Hayatını Yaşamak” filmleriyle tanıdığı Godard, 13 Eylül’de hekim destekli intihar yöntemiyle hayatına son verdi. Eşi Anne-Marie Miéville, Godard’ın hasta değil, sadece bitkin olduğunu ve bu yüzden hayatına son verme kararı aldığını söyledi. Hatırımızda hangi filmiyle kalırsa kalsın, hepimizin bildiği tek bir Godard vardı belki de: Yeni bir sinema akımının öncü yönetmeniydi.
- Bir Hollywood Hikâyesi: Babylon
- 2022 Emmy Ödülleri’nin Kazananları
- 79. Venedik Film Festivali’nin Kazananları
- Engin Günaydın’ın Kaleminden Bir Netflix Dizisi: “Andropoz”
- Taht Oyunları Targaryen Krallığı’nda: “House of the Dragon”
Godard’ın sinemayla ilişkisi 50’li yıllarda dönemin meşhur sinema dergisi Cahiers du Cinéma’da eleştirmenlik yapmasıyla başlamış, 60’lara gelindiğinde ise ilk uzun metrajlı filmi “Serseri Aşıklar”ı çekmişti. “Serseri Aşıklar”la Fransız Yeni Dalga akımının ilk filmlerinden birine imza atan Godard, sinemanın dilini, estetiğini ve biçimini değiştirmeye başlamıştı. Filmde bütünüyle senaryoya sadık kalınmayarak doğaçlamalar yaptıran Godard, böylece gerçek hayata yakınlaşmayı hedefliyordu. Filmin çekildiği mekân da artık değişiyor, kameralar setlerden sokaklara taşınıyordu. “Serseri Aşıklar” da büyük ölücüde dış mekânlar da çekilmişti. Kuralları yıkmaya başlayan Godard’ın çizgisi git gide keskinleşecek, dili ve teknikleriyle bir karşı-sinema geliştirecekti. Çektiği onca filmle birlikte dili ve anlatı biçimi değişse de kamerasının odağına aldıkları değişmeyecekti.
Neredeyse yarım asır sürecek kariyerinde onlarca film çeken Jean-Luc Godard, ikinci filmi “Kadın Kadındır” ise “yeni gerçekçi bir müzikal” olarak anlatılacaktı. “Hayatı Yaşamak”, “Nefret” ve “Çılgın Pierrot” gibi filmlerle yolculuğu devam eden yönetmen, 1967’de çektiği “Çinli Kız”la birlikte çok tartışılacak bir diğer filme imza attı. Başka filmlerinde de gördüğümüz gibi “Çinli Kız”da Brechtyen bir anlatı vardı. Hatta filmin bir sahnesinde, kara tahtanın üzerinde tüm isimler tek tek siliniyor, geriye yalnız Alman oyun yazarı Bertolt Brecht’in adı kalıyordu.
İlk yıllarda yaptığı filmler çok ses getirse de kariyerinin devamında çektiği filmler, çoklukla anlaşılması güç bulunduğu için eskisi kadar ses getirmedi ve sınırlı bir kitlece rağbet gördü. Kariyerinin ilerleyen yıllarında bireyin derinliklerine inen filmler çekmeyi tercih etti. Yaşamı boyunca sinemada yeni olanın peşinden koştu. “İki Numara”, “Dile Veda” ve son filmi olan “İmgeler ve Sözcükler”, Fransız yönetmenin en bilinen diğer filmlerinden bazıları oldu. Tıpkı “imgeler ve sözcükler” gibi filmleriyle hafızamıza kazınan Godard’ı, kamerasını sokağa taşıyan ve sinemanın sınırlarını zorlayan Godard olarak hatırlayacağız.