Turizm karşıtı protestoları durdurmanın, destinasyonları ölümsüz kılmanın yolu bilinçli turist olmaktan geçiyor.
Kısa süre önce dünyanın en turistik şehirlerinden Barselona’da çekilmiş bir videoyu sosyal medyada izleyenler şaşkınlığa uğradı. Videoda Barselona’nın yerlileri kafe ve restoranlarda oturan turistlere su tabancası sıkıp “Daha fazla turist istemiyoruz” diye sloganlar atıyordu. Protestonun sebebi aşırı turist yüzünden yerlilerin şehirde oturacak ev bulamaz hale gelmesiydi. Nitekim eylemler sonuç verdi ve Barselona Belediyesi 2028 yılına kadar tüm Airbnb lisans ve sözleşmelerini iptal etmeye hazırlandıklarını açıkladı. Eğer bu karar uygulamaya geçerse 2029 yılından itibaren turistler Barselona’da tatil amaçlı kısa süreli ev kiralayamayacak. Protestolarda görülen “Evine geri dön turist” pankartları güzelim şehrin ziyaretçilerini ve görmeye niyetlenenleri bir hayli rahatsız etti. Ama bir yandan şehir halkının tepkisine de hak verilmeyecek gibi değildi.
Her ne kadar videodaki turist karşıtı görüntüler izleyenlerde şaşkınlık yaratsa da özellikle Avrupa’nın turistik şehirlerindeki yerel halk bir süredir yabancı misafirlerine karşı çok da hoş duygular beslemiyor. Konuyla ilgili küçük bir araştırma yaptığınızda karşınıza BBC’nin 2017 yılında yayınladığı bir haber çıkıyor. Haberde, yılda yaklaşık 32 milyon turist ağırlayan Barselona’da belediye tarafından yapılan bir araştırmanın sonucuna yer veriliyor.
Araştırma sonucuna göre bölge halkı işsizlikten sonra şehrin en büyük sorununun turizm olduğunu düşünüyor. Haberde turist karşıtlığının sadece Barselona’yla sınırlı kalmadığına dikkat çekiliyor ve İspanya’nın Bilbao, Valensiya, San Sebastian gibi diğer turistik şehirlerinin yanı sıra Yunanistan, Hırvatistan, İtalya gibi ülkelerde de yerel halkın bir süredir turist karşıtı eylemler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Yani sorun sandığımızdan da eski.
Peki misafirlerine karşı ayağa kalkan turistik şehirlerin yerel halkı bu tepkilerinde haklı mı? Eğer haklıysa su tabancalı Barselonalıların gerçek muhatabı turistler mi? Ortada bir yanlış var ama ne?
Artık seyahat etmek 100 yıl öncesine göre çok daha kolay. Çeşitlilik arttıkça herkes bütçesine göre seyahat etmenin yolunu buldu. Sosyal medyanın da etkisiyle bazı destinasyonlar daha popüler hale geldi. Herkes aynı heykelin önünde fotoğraf çektirmek, diğerlerinin gittiği restoranda yemek yemek, sosyal medyada gördüğü fenomenin poz verdiği manzarada fotoğrafını paylaşmak ister hale geldi. Durum öyle bir noktaya ulaştı ki turist kalabalığından Çin Seddi’nde yürünemez, Güney İtalya plajlarında havlu atılacak yer bulunamaz oldu. Turistlerin para harcama ve tüketme eğilimi, yüksek konfor arayışı yerel işletmecilerin daha fazla para kazanma hırsıyla birleşti. Ve tüm bunların sonucunda turizm bulunduğu yerin doğasını ve kültürünü yok etmeye başladı.
GİDİŞATA DUR DEMEK İSTEYENLER VAR
Neyse ki farkındalığı yüksek bazı sektör temsilcileri durumdan rahatsız olmaya başladı ve gidişata dur denmesi gerektiğine dikkat çekti. “Sürdürülebilir turizm” kavramı da daha yüksek sesle söylenir hale geldi. BM Çevre Programı ve BM Dünya Turizm Organizasyonu sürdürülebilir turizm kavramını şöyle açıklıyor: “Ziyaretçilerin, sektörün ve ev sahibi toplulukların ihtiyaçlarını karşılayan, mevcut ve gelecekteki ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerini tam olarak hesaba katan turizm.” Sürdürülebilir turizm, sadece sektör temsilcisi şirketleri ya da yerel yönetimleri değil, biz turistleri de ilgilendiriyor. Gelin isterseniz işin önce turistleri ilgilendiren kısmına bakalım, sonra da yerel yönetim ve sektör temsilcilerinin neler yapması gerektiğine.
Travel + Leisure dergisinin yazı işleri müdürü Jacqueline Gifford bilinçli bir turistin, turizmi sürdürülebilir hale getirilmesinde büyük etkiler yaratabileceğine dikkat çekiyor ve “Bir yere gittiğinde ne kadar yiyeceğine ve arkanda ne kadar atık bırakacağını yönetebilirsin. Küçücük adımlarla gittiğin yerde büyük etkiler yaratabilirsin” diyor. Gifford’a göre sürdürülebilir turizmin en büyük tehditlerinden biri sosyal medya. Gifford, “Takipçiler fenomenin fotoğraf çektirdiği yerde aynı pozu kendi hesabında paylaşabilmek için o destinasyona akın ediyor. Bilinçli bir turistin gittiği yerden sosyal medyada fotoğraf paylaşmak yerine o anın tadını çıkarması gerekiyor.”
BİLİNÇSİZ TURİZMİN SONUÇLARI
Bilinçsiz turizmin sonuçlarını bazı destinasyonlarda görmeye başladık bile. En çarpıcı sonuçlardan biri Everest‘te yaşandı. Dünyanın en yüksek dağı Everest, çetin koşulları nedeniyle ulaşması hiç de kolay olmamasına rağmen turist kirliliğinden nasibini aldı. 58 bin maceraperestin ziyaret ettiği 2019 yılında Nepal hükümeti, bölgeden 10 ton çöp topladıklarını açıkladı. Bu çarpıcı sonuç yetkilileri harekete geçirdi ve bölgeye seyahat eden turistlerin sayısına birkaç ay önce sınırlama getirildi.
Nitekim sürdürülebilir turizmde en önemli hedef; turistik yerlerin kapasitesinin üzerinde insan tarafından ziyaret edilmesinin engellenmesi. Kalabalık turist akışı bölgenin doğal kaynaklarının aşırı kullanımı sonucu geri dönülemez şekilde tüketilmesi anlamına geliyor. Bölgenin flora ve faunasının bozulmasının yanı sıra arkada bırakılan aşırı atık da negatif etkilerden biri.
Bilinçsiz turizmin sadece çevresel değil sosyal, ekonomik ve kültürel sonuçları da var. Örneğin turistlerin ilgisini çekmek ve memnuniyetini sağlamak amacıyla ticarileşmiş, orijinalliğini kaybetmiş turizm faaliyetleri bölgenin yerel kimliğinin kaybolmasına neden oluyor. Daha fazla konaklama alanı için büyük oteller inşa edilirken çalışanlara verilen düşük maaşlar ve yerel halk yerine başka yerlerden gelen işgücü de olumsuz sonuçlardan. Turistlerden daha fazla gelir elde etmek amacıyla kira dahil tüm fiyatların yükselmesi bölge yerlilerinin mağduriyetine neden oluyor. Tıpkı şu an İspanya, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerde olduğu gibi.
World Economic Forum‘un paylaştığı bilgiye göre tüm dünyada beş turistten dördü sürdürülebilir turizmin önemine inandığını belirtiyor. Hatta yüzde 90’ı sürdürülebilir seyahat seçenekleri aradığını söylüyor. Ancak bunları söyleyenler ve uygulayanlar arasında büyük bir sayısal rakam var. Yani çoğu kişi dediğini gerçek hayatta uygulamıyor. Bunun en önemli sebebi turistlerin yapabileceklerinin kısıtlı olması. Dolayısıyla turizmin sürdürülebilir olması için en büyük görev yerel yönetimlere ve sektör temsilcilerine düşüyor.
NASIL BİLİNÇLİ TURİST OLUNUR?
Aslında bilinçli turist olmak o kadar da zor değil. Alışkanlıkların biraz değiştirilmesiyle sürdürülebilir turizme katkıda bulunmak mümkün.
Seyahatinizi mümkün olduğunca karbon ayak izi düşük ulaşım araçlarıyla gerçekleştirin. Bilim insanlarına göre en fazla karbon ayak izine yol açan ulaşım şekilleri uçakla, tek başına otomobille ya da cruise gemisiyle seyahat etmek. İngiliz hükümeti Enerji Güvenliği Bürosu’nun açıklamasına göre orta mesafe bir uçak yolculuğunda kişi başı karbondioksit salınımı 151 grama ulaşıyor. Tek başına dizel bir otomobille yolculuk edildiğinde bu rakam 171’e çıkıyor. En yüksek oran kişi başı 250 gram ile cruise gemisi. Karbon salınımı en düşük ulaşım aracı kişi başı 35 gram ile tren.
Dünyanın diğer bir ucuna gitmek istediğimizde elbette uçağa binmek zorundayız. Ama gittiğimiz ülkelerin içinde başka bir şehre ya da yakın bir diğer ülkeye seyahat edeceksek uçak yerine tren ya da otobüsle yolculuk etmeyi tercih edebiliriz. Eğer uçakla yolculuk edeceksek, uçuşlarımızı karbon emisyonu düşük olanlardan seçebiliriz. Yolcu sayısının fazla olduğu uçuşlarda kişi başı karbon salınımı daha düşük oluyor. Google Flight, her uçuşun karbon salınımını da göstererek çok özel bir hizmet veriyor.
Gittiğiniz yerin kültürünü kucaklayın. Gerçek anlamda seyyahlık sosyal medyada çok “like” alacak fotoğrafı çektirmek değil gittiğimiz yerin kültürünün bir parçası olmak, daha fazla öğrenmeye çalışmak demektir. Dolayısıyla bilinçli bir turist olmak istiyorsak yeni bir yere gittiğimizde kültürü ve gelenekleriyle ilgili meraklı olmak, yerel halktan yardım alarak öğrenmeye çalışmak çok önemli. Yerel halkın kültür ve geleneklerine daha çok sahip çıkarak dejenere olmalarını engellemek sadece turistlerin göstereceği ilgiyle gerçekleşebilir.
Tek kullanımlık su şişelerinden vazgeçin. Özellikle gelişmiş ülkelerde çeşme suları çoğunlukla içilebilir kalitede. Hatta bazı ülkelerin çeşme suyu, pet şişe suyundan çok daha lezzetli. Eğer böyle bir ülkeye gidiyorsak sürekli pet şişede su almak yerine yanımızda bir matara taşıyıp gerektiğinde doldurarak hem çevreye hem de bütçemize katkıda bulunabiliriz. Pet şişede su almak yerine matara taşımak özellikle Avrupa’da artık çok yaygın. Hatta bazı havaalanlarında pet şişe kullanımını azaltmak için belirli yerlere mataraların doldurulabileceği içme suyu muslukları yer alıyor.
Arkanızda mümkün olduğunca az iz bırakın. Günümüzde bilinçli turistler özellikle doğal yaşam alanlarını ziyaret ettiklerinde yedi prensipten oluşan “Arkanda iz bırakma” (Leave no trace) etik kurallarına dikkat ediyorlar.
BİLİNÇLİ TURİSTİN 7 PRENSİBİ
– Seyahatini önceden planla, gideceğin doğal yaşam alanlarıyla ilgili düzenlemeleri öğren ve ona göre davran.
– Doğaya zarar vermeyecek şekilde konakla.
– Atıklarını düzenli bir şekilde, geri dönüşüm alanlarına göre ayır.
– Doğada bulduğun her şeyi yerine geri bırak.
– Kamp ateşi yakarsan ortaya çıkabilecek riskleri azaltmaya öncelik ver.
– Doğal yaşama saygı göster.
– Ev sahiplerine ve diğer misafirlere karşı düşünceli ol.
Her ne kadar yedi prensipten oluşan bu manifesto doğal yaşam alanlarını kapsıyor olsa da turistlere, özellikle egzotik bölgelere yapacağı seyahatlerde de bilinçli olmak adına yol gösteriyor.
Canlılara zarar veren turistik etkinliklere katılmayın. Özellikle egzotik Asya ülkelerinde sırf turistlere deneyim yaşatmak ya da birlikte fotoğraf çektirmelerini sağlamak uğruna hayvanların köle gibi çalıştırıldığı etkinlikler gerçekleştiriliyor. Halen tüm dünyada yaklaşık 550 bin hayvan, sahibi turistik etkinliklerde para kazansın diye sömürülüyor, işkenceye maruz kalıyor. Araştırmalara göre bu hayvanların yüzde 80‘i çok kötü koşullarda yaşıyor, ihtiyaçları minimum düzeyde bile karşılanmıyor. Doğal yaşam alanlarından ve gruplarından uzakta kafeslerde tek başına hapis hayatı sürüyor. Bu durum hayvanların bunalıma girmesine ve bir süre sonra hayatlarını kaybetmesine neden oluyor. Bilinçli bir turistin de bu ticarete kesinlikle katkıda bulunmaması, farkına varmadan katkıda bulunanları da aydınlatması gerekiyor.
Vahşi hayvanların vücut parçalarından üretilen hediyelik eşyaları, sözde ilaçları satın almayın. Özellikle egzotik destinasyonlarda turistlerin sıkça karşılaştığı bir durum vahşi hayvanlardan üretilen hediyelik eşyaların, “geleneksel yemeklerin” ya da sözde ilaçların satışı. Birçok turist bu ürünleri satın alırken vahşi hayata zarar verdiğinin farkında dahi olmuyor. Halbuki deri, tüy, diş ya da kemiklerden üretilen bu hediyelik eşya ya da ilaç olduğu iddia edilen ürünlerden satın almak -belki de nesli tükenmekte olan- hayvanların daha fazla öldürülmesine destek olmak anlamına geliyor.
Lokal ekonomiyi destekleyin. Örneğin gittiğiniz yerde günübirlik bir tur mu alacaksınız? Lokal acentelerden satın alın ya da yöre insanının rehberliğinden yararlanın. Yerel restoranlarda, yerel lezzetleri yiyin ya da oranın halkı tarafından işletilen küçük otellerde kalın. Zincir kahveci yerine küçük işletmelerde yorgunluğunuzu giderin. Böylece bölge halkının ekonomisine katkıda bulunmanın yanı sıra ürünler uzak mesafeden araçlarla taşınmadığından karbon salınımının azaltılmasına da katkıda bulunabilirsiniz.
Yerel halka hediye vermeyin. Bu söylediğmiz kulağa hiç hoş gelmiyor olabilir ama tamamen iyi niyetle yapılan bu yardımlar uzun vadede kötü sonuçlara yol açabiliyor. Ekonomik durumu iyi olmayan ülkeleri ziyaret eden turistler, özellikle çocuklara vermek üzere çikolata, kalem, oyuncak gibi küçük hediyeler götürmek isteyebiliyor ya da yardımcı olmak için para verebiliyor. Bu masum davranış yerel halk arasında bir süre sonra dilenciliğin yaygınlaşmasına ve hatta hatta kendi aralarında gerginliklerin oluşmasına neden olabiliyor. Eğer böyle bir duruma yol açmak istemiyorsanız gittiğiniz yerlerde hediye vermek yerine o ülkenin halkı için çalışan dürüst sivil toplum örgütlerine bağışta bulunabilirsiniz.