Aramızdan ayrılışının 25. yılında Barış Manço’yu çok yönlü sanatçı kişiliği ve şarkılarıyla anıyoruz.
Daha dün gibi anımsıyorum, oysa çeyrek asır geçmiş, 1 Şubat 1999 tarihinde vefat eden Barış Manço’nun aramızdan ayrılışının üzerinden. Müzik tarihimizin ikon ismi olmak bir yana, tüm dünyanın tanıdığı isimlerden biriydi. Bunun sayısız nedeni olsa da, aralarından en mühimi Manço’nun çok yönlülüğüydü. O sadece bir müzik adamı değil, komple sanatçıydı.
- Biricik Sıfatının Tam Karşılığı: İlhan İrem
- Güle Güle Sugar Man
- Hoşça Kal Ipanemalı Kız
Galatasaray Lisesi’nden yeni mezun olmuştu Manço, 1963 yılının eylül ayında salyangoz yüklü bir kamyona sırtındaki gitarıyla bindiğinde Avrupa’da üniversite eğitimi almayı hayal ediyordu. Menajerliğini üstlenen Belçikalı şair Andre Soulac ile tanışmış hem Fransızcasını ilerletmiş hem de bestelerini seslendirme fırsatı bulmuştu. Burada kardeşiyle geçirdiği trafik kazası yüzünden biraz sıkıntılı zamanlar yaşamış, yüzündeki ufak tefek yaralar münasebetiyle bıyık bırakmış ama inandığı saykodelik müzikte ısrarını sürdürmüştü. Müzikleri daha sonra doğu-batı sentezi içinde saykodelik sayılacak bir türe de ön örnekler oluşturmaktaydı.
1979 yılında Kurtalan Ekspres ile kaydettiği “Yeni Bir Gün”, Manço’nun en iyi albümüydü hayranlarının çoğu için. Sadece Manço’nun değil, tüm zamanların en iyi Türkçe Anadolu pop albümlerinden biriydi. Zamanında ya da sonradan hit olan çok şarkı vardı içinde, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”, “Aynalı Kemer” gibi Anadolu rock tarihinde kilometre taşı olmuş şeyler. Ayrıca “Gesi Bağları”, “Ham Meyveyi Kopardılar Dalından” gibi türkülerin modern minimal yorumları da albümü zamanın ötesinde bir yere koyuyordu.
1975 yılında çıkarmıştı “2023” albümü. Rock Opera ile Anadolu Rock arasında duruyor ama daha önce herhangi bir yerli albümde duymadığımız türden elektronik soundlar da içeriyordu. Bir kilometre taşı olarak kabul gören “2023”, Manço ile Kurtalan Ekspres’in müzik tarihimize yaptığı önemli bir katkıydı. Cumhuriyetimizin kuruluşunun ellinci yılında tasarlanan albüm, bağımsızlığını kazanmış laik bir ülkenin yüzüncü yılı için yazılmış fütüristik bir destandı.
1981 yılında politikasından ekonomisine memleket sathında o kadar çok şey değişmişti ki; bunlardan biri de Manço idi. Yetmişli yılların senfonik progresif rock’ı geride kalmış, pop müzik hesabına yeni bir sayfa açılmıştı. Beraberinde de mahalli hiciv ve taşlamaların Manço şarkılarında giderek daha fazla yer almaya başladığı bir dönemin kapıları…
Manço’nun 1988 yılında TRT’de 7’den 77’ye adlı programa başlamıştı. Doksanlı yıllara hem müzikal olarak hem de toplumsal statü açısından iyiden iyiye hazırdı. Akabinde Japonya’ya gitmiş, ondan bir yıl sonra da “devlet sanatçısı” unvanı almıştı.
Manço o yıllarda kendini Anadolu topraklarına vurmuş, adeta bir Evliya Çelebi gibi bir Barış Çelebi olma yolunda memleketi karış karış gezmekteydi. Bundaki asıl amacı da halk ozanları geleneğini özümseyerek güncel pop müziğine uyarlamaktı. Nitekim bu yıllardaki seyahat ve araştırmalardan büyük fayda görmüş, bohçasında biriktirdiklerini büyük bir ustalıkla özgün şarkılarına tahvil etmişti. Bu şarkılarda sıradan insanın gündelik hayatı üzerinden hikayeler anlatıyor; anlatının içinde halk ozanlarının bilgelik mirasından satırlar yerleştiriyordu.
İyi bir koleksiyonerdi; cam vazo, porselen, mobilya, tablo, radyo ve antika otomobil koleksiyonları vardı. Televizyoncuydu, sinemada oynamıştı, uluslararası kültür elçisiydi, hepsinden öte bir müzisyendi ama giyiminin kuşamının bir parçası olan takıları da onun sanatının ayrılmaz parçalarıydı. Bu yanıyla bir ekolün öncüsüydü. Bugün bile erkeklerin kolay kolay takmaya cesaret edemeyeceği takıları kendine yakıştırmasını, taşımasını bilmiş ve yadırganmamıştı. Hatta ondan sonra bu takılar öylesine benimsenmişti ki, hem sayısız müzisyen ve sanatçı tarafından benzerleri kullanılır olmuş, hem de oğulları Doğukan ve Batıkan (Celali Orakcı ile) yıllar sonra onları derleyerek ticari kısmını önemsemeden bir sergi açmış, ardından da babalarının bıraktığı manevi mirası nesilden nesle aktarma misyonunu üstlenmişlerdi.
Manço’nun kullandığı takılar hazır markalara ait modeller değildi. Onlar her ne kadar geçmişin kültüründen esinlenen şeyler olsa da, muhakkak Manço’nun kendine has bir dokunuşu vardı. Yüzüğünden küpesine, bilekliğinden kolyesine bir Manço imzası atılmıştı. Bir üç beş değil, yüzlerle telaffuz ediliyordu üstelik bu takıların sayısı.
Hangi özelliği ile anılırsa anılsın, ölümünün 25. yılında her kesim tarafından özleniyor Barış Manço.