İçinde bulunduğumuz ağustos ayının sekizinde, müzik tarihindeki en ilginç hayat hikayelerinden birine sahip biri yaşama veda etti. Yoksullukla geçen hayatı “Searching for Sugar Man” isimli belgeselle anlatılan ve dünya çapında üne belgeselin gösterilmesinden sonra kavuşan Sixto Rodriguez 8 Ağustos günü 81 yaşında bu dünyadan göçtü.
Motown, MC5 ve solcu beatnikleriyle meşhur bir sanayi şehrinden, Detroit’ten yani Motor City’dendi Rodriguez. Meksikalı göçmen bir ailenin altıncı çocuğu olarak doğmuş, yetmişli yıllarda işçi olarak çalışırken beşinci sınıf barlarda gitarıyla şarkı söylemeye başlamıştı. Etkileyici sesi ve sözleriyle yapımcıların dikkatini çeken Rodriguez, Bob Dylan’a benzetiliyordu. 1967’de, “I’ll Slip Away” 45’liğini çıkardı, üç yıl boyunca kayıt yapmadı. Ardından Rodriguez ismiyle iki albüm kaydetti; 1970’te “Cold Fact”, 1971’de “Coming from Reality”. Ancak iki albümü de hiç satmadı. Ticari başarı gelmeyince yapımcılar umudu keserek sırtlarını dönerek gittiler. Rodriguez de müzik kariyerine 1976’da son verdi. Yaşadığı mahallede güçlükle bir ev satın alan şarkıcı inşaat işçiliği yapmaya ve yoksulluk içinde yaşamaya devam etti. Öyle ki oturduğu Woodbridge semtindeki evinde telefonu bile yoktu. Ara sıra yakınlardaki küçük yerel kalabalıklara konserler veriyordu.
Bu esnada kader ağlarını örmekteydi; plakları bir hayranı tarafından Güney Afrika’ya götürülmüş, burada elden ele dolaşarak tanınmıştı. O ana kadar şehir efsanesi olan şarkıcı bir anda yıldız olmuştu ama bunlardan haberi bile yoktu. Hakkında ikinci albümünü çıkardıktan sonra bir konserde intihar ederek öldüğüne dair söylentiler vardı. Ancak Güney Afrikalı hayranlarının ona ulaşmaları beraberinde hakkındaki yanlış bilgileri de yerle bir etmişti.
Plakları yeniden basıldı, satış rekorları kırdı. Bir de üstüne yönetmen Malik Bendjelloul’un çektiği belgesel gelince, Rodriguez 2012’de dünya çapında şöhrete ulaştı.
Her festivalde olay yaratan “Searching For Sugar Man”, 2013’te 85. Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel Film dalında Akademi Ödülü kazandı. Rodriguez, film yapımcılarının başarısını gölgelemek istemediği için ödül törenine katılmadı. Belgeselin yönetmeni “Rodriguez’in öyküsü Cinderella’nınkinden daha iyi, çünkü taş gibi bir soundtrack’i var” demişti. Belgeselinin müzikleri de yayınlandı ve plak kapağına Rodriguez’in önceki plak şirketi tarafından aldatıldığına dair bir gönderme yazıldı:
“Rodriguez bu baskının satışından telif ücreti alıyor”.
Rodriguez, farkında olmadan bir efsane haline geldiği Güney Afrika’ya yıllar sonra konser vermeye gelmişti. İlk konserine giderken kızı “hiç değilse 20 – 30 izleyici olsun” diye dua ederken, karşılarında 10 bin kişiyi gördüklerinde, Rodriguez’in sahnede ilk sözü “Thanks for Keeping Me Alive” olmuştu. Sürekli televizyon yayınlarına katılan ve ünlü müzisyenlerin konserlerinde şarkı söyleyen Rodriguez belgeselden bir yıl sonra Glastonbury Festivali’nde de sahneye çıktı. Bu konserlere çıkarken görme yetisini hemen hemen yitirmişti.
Rodriguez ve ailesi her Meksikalı göçmen gibi ırkçılığa maruz kalmıştı. Bu yüzden şarkıları düzen karşıtı temalar taşıyor, politik bir duruş sergiliyordu. Irkçılık karşıtı aktivist Steve Biko bile onun hayranıydı. Bir uyuşturucu satıcısına ithafen yazılmış “Sugar Man” Just Jinger ve Paolo Nutini tarafından seslendirildi. David Holmes “Come Get It I Got It”i miksledi. Nas “Stillmatic” albümünde sampler kullandı. The Avener, “Hate Street Dialogue”un yeni bir versiyonunu yayınladı.
Konserlerden kazandığı paraları yakınlarına vermesi çok şey izah ediyordu; bir çeşit ahir zaman peygamberiydi Rodriguez; bir çeşit Aşık Veysel ya da Neşet Ertaş idi. Mütevazi, ağırbaşlı ve sakin mizaçlıydı. Atanamamış bir Bob Dylan olarak Rodriguez bir belgesel sayesinde keşfedilmesinin bir pazarlama stratejisi olduğunu muhtemelen fark etmişti; zira belgeselde çok az konuşmuş, yorum yapmaktan kaçınmıştı.
Şöhretine rağmen Detroit’te aynı evde yaşamaya ve bir işçi olarak çalışmayı sürdürdü. Aynı evde de yaşama veda etti. Rodriguez’in ilginç hikayesi toplumsal bir insanlık dramını dile getirmenin yanında bizlere farklı şeyler de anlatıyordu. En azından müzik endüstrisinin “keşif” ve “bağımsız müzik” adı altındaki yeni pazarlama stratejileri hakkında fikir veriyordu. Ancak tüm bu olan bitenler arasında en gerçek olan şey Sixto Rodriguez’in kendisiydi.