
Televizyona ve sinemaya uyarlanarak okur sayısını artıran siyasi polisiye klasiklerine birlikte göz atıyoruz. Polisiye edebiyatın sevilen alt türü, okurlarını tarihin önemli siyasi olayları içinde gezdirerek suç hikâyelerini bir üst seviyeye taşıyor.
Suç ve dedektif hikâyeleri, dünya çapında popülerliği hiç kaybolmayacak bir tür. Bir suçun veya gizemli bir olayın etrafında kurulmuş, zaman ve mekân sıçrayışları içeren ve okuru adım adım beklenmedik sürprizler ve sırlarla şaşırtan anlatılar, sürükleyici yapısıyla takipçilerine haz duygusu yaşattığı için bu hikâyelere edebiyatta veya televizyonda her zaman talep var. Öte yandan, polisiye anlatının bir alt türü var ki İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana giderek artan ilgiye mahzar oluyor: siyasi polisiye.

Polisiye meraklısı bir okur olarak, siyasi polisiye türünü en basit şu şekilde tasvir edebilirim: Baş kahraman dedektifin, gizemli bir vakayı – bu bir cinayet, kayıp kişi veya suç içeren bir olay olabilir – çözmeye çalışırken ulusal veya ülke sınırlarını aşan karanlık ilişkileri, toplumsal adaletsizlikleri ve iktidar mücadelelerini keşfetmesi. Siyasi polisiye romanları, polisiye kurgunun yarattığı gizemli olayları politik sistemlerin, iktidar mücadelelerinin ve sosyal adaletsizliklerin eleştirisiyle birleştirir. Suçu bireysel olarak kimin işlediğini çözmeye odaklanan geleneksel dedektiflik hikayelerinin aksine, bu anlatılarda soruşturmalar okuru yolsuzluk, otoriter yönetim veya ideolojik çatışmaların ortasına sürükler. Romanın baş kahramanı ister başkomiser ister gazeteci ya da özel dedektif olsun, münferit gibi görünen bir olayın ardından bulmaca çözer gibi iz sürer ve sonucunda sadece bireysel yanlışları değil, sistematik suistimalleri de ortaya çıkarır.

Ele aldığı tarihsel politik olaylar, kurum eleştirileri ve bunlarla iç içe geçmiş gizemli suç hikâyeleri sayesinde son yıllarda epey ilgi gören siyasi polisiye serileri, televizyon ve sinemaya da uyarlanarak ciddi bir takipçi kitlesi oluşturdu. Söz konusu serilerin çoğu, yazarların çoğunlukla derinlemesine ele aldığı tek bir dedektif karakteri etrafında şekillendi, bir nevi günümüzün Sherlock Holmes’ları oldular diyebiliriz… Kendi kemik okuyucu kitlesine sahip siyasi polisiye serilerine ve baş kahraman dedektiflerine birlikte göz atmaya ne dersiniz?
2024 Edebiyatta Kadın Yazarların Yılı Oldu
Mutlaka Okumanız Gereken Edebiyat Klasikleri
Uykularımızı Kaçıran The Substance Sonrası: Kalıpları Yıkan Filmler
The Walking Dead Evreninin Büyülü Dünyası
Adrian McKinty – Sean Duffy Serisi

İrlandalı yazar Adrian McKinty’nin Sean Duffy serisi, 1980’lerin Kuzey İrlanda’sında, yani Ayaklanmalar Dönemi’nin şiddet dolu atmosferinde geçiyor. Gazeteci Özlem Özdemir’in “Bohem İrlandalı” olarak adlandırdığı baş karakter Sean Duffy ise ezici çoğunluğu Protestan olan Ulster Kraliyet Polis Teşkilatı’nda (RUC) nadir görülen Katolik bir polis. Tek başına bu bile onu dışarlıklı kılıyor, ancak Duffy’nin keskin zekâsı, asi doğası ve siyasi gündemleri takip etmeyi reddetmesi onun daha da ayrıksı görünmesine yol açıyor. Dipnot Yayınları bugüne kadar serinin dört kitabını Türkçeye kazandırdı: Soğuk Toprak, Derinlerin Kadını, Sokakta Siren Sesleri ve Yarınsız Ülke (çev. İbrahim Yıldız). McKinty, romanlarında cinayet soruşturmalarını şiddet, polis yolsuzluklar, İngiliz istihbaratının (MI5) yapıp ettikleri ve mezhep gerilimleriyle iç içe geçiriyor.
İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile İngiliz Devleti arasındaki çatışmanın yoğun olduğu dönemde başlayan seride Duffy yalnızca suçları çözmekle kalmıyor, adaletin çoğu zaman siyasi çıkarlar uğruna feda edildiği bir dünyayı da gözler önüne seriyor. Kitaplar o dönemde Kuzey İrlanda’da yaşamanın tekinsiz atmosferini de tasvir ediyor; örneğin Duffy güne başlamadan önce rutin olarak arabasının altında bomba olup olmadığını kontrol ediyor. Adrian McKinty’nin Sean Duffy serisi, kişisel ve siyasi çatışmaları ustalıkla harmanlayarak Ayaklanmalar Dönemi’nde Kuzey İrlanda’da nasıl bir hayatın hüküm sürdüğünü içeriden anlattığı için siyasi polisiye türüne önemli bir katkı sunuyor ve bölgeyi şekillendiren toplumsal ve tarihsel bölünmeleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Volker Kutscher – Gereon Rath Serisi

Alman gazeteci yazar Volker Kutscher’in Gereon Rath serisi, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin son dönemlerinde geçiyor ve siyasi polisiyenin mükemmel bir örneğini oluşturuyor. Babylon Berlin (2008) ile başlayan Rath romanlarının dedektifi, 1929’da Berlin cinayet masasına transfer olan Köln doğumlu Gereon Rath. Cinayet vakalarını araştıran Rath, diktatörlüğün eşiğine gelmiş bir sistemde kentin giderek artan huzursuzluğuna, polis yolsuzluğuna ve yeraltı dünyasına da karışıyor.

İletişim Yayınları’nın Türkçeye kazandırdığı seri, Nazi otoriterliğinin yükseldiği atmosferi derinlikli bir şekilde ele aldığı için tarihsel olarak da kıymetli. Alman yerel gazete Neue Ruhr Zeitung, Kutscher’in bu yeteneğinden “Günümüz siyasi tarih polisiyelerinde dönemin tarihi asgari dozda aktarılır genellikle. Kutscher tutkulu ve ayrıntıcı anlatımıyla bunun karşı kutbunu oluşturuyor” sözleriyle bahsediyor. Kutscher, komünistler ve Naziler arasındaki şiddetli sokak çatışmaları, siyasi komplolar ve demokratik kurumların yavaş yavaş erozyona uğraması gibi döneme özgü olayları seriye ustalıkla yansıtıyor.

Gereon Rath ise geleneksel dedektiflerin aksine ne kahraman ne de isyancı. Ahlaki açıdan yer yer muğlak davranıyor; bazen kendini ya da değer verdiği kişileri korumak için yasaları çiğnediği oluyor. Güçlü bir siyasi duruş sergilemekteki isteksizliği onu siyasi polisiye kurguda benzersiz bir figür haline getiriyor: Nazilere açıktan muhalefet etmiyor, ancak Almanya faşizme doğru kaydıkça giderek daha huzursuz oluyor. Seri, Kutscher’in romanlarını çarpıcı dönem detayları ve güçlü sinematografik hikâye anlatımıyla ele alan popüler TV uyarlaması Babylon Berlin ile uluslararası ün kazandı. Hem kitaplar hem de dizi, sıradan bireylerin çökmekte olan sistemde nasıl yollarını bulmaya çalıştıklarını gösteriyor. Kutscher’in Gereon Rath romanları, siyasi derinliği olan tarihî polisiye hayranları için vazgeçilmez bir seri.
Petros Markaris – Kostas Haritos Serisi

Toplumcu ve politik suç anlatılarıyla öne çıkan “Akdeniz polisiyesi” ekolünden, Heybeliada doğumlu Yunan yazar Petros Markaris’in Kostas Haritos serisi, Yunanistan’daki ekonomik ve toplumsal krizleri masaya yatırıyor. Atina’da yaşayan polis müfettişi Kostas Haritos, soruşturmalarını Yunanistan’ın değişen sosyo-politik ortamında yürüten bir karakter.

Türkçeye Alfa Yayınları ve Can Yayınları tarafından kazandırılan Markaris romanlarında, Haritos’un soruşturmaları devletin başarısızlıklarını, orta sınıfın hayal kırıklığını ve küreselleşmenin etkilerini açığa çıkarıyor. Yalnız ve depresif dedektif klişesini sarsan, aile yaşantısıyla ön plana çıkan Kostas Haritos ise boş zamanlarını sözlük okuyarak geçiren bürokratik, muhafazakâr ve biraz da huysuz bir devlet memuru. Her durumda, geleneksel dünya görüşüne rağmen Haritos, hizmet ettiği sisteme karşı giderek daha şüpheci hale gelen amansız bir araştırmacı. Sert mizahı, Yunan yemeklerine olan sevgisi ve gelişen siyasi bilinci onu ilgi çekici bir kahraman haline getiriyor.
Kostas Haritos serisi bir Yunan televizyon dizisine uyarlandı ve Markaris’in siyasi içerikli suç hikayelerini ekrana taşıdı. Ancak romanlar, suç ve siyasetin ayrılmaz bir bütün haline geldiği Haritos serisini deneyimlemenin en iyi yolu.
Wolfgang Schorlau – Georg Dengler Serisi

Geldik “siyasi polisiye” isminin hakkını sonuna kadar veren Georg Dengler serisine. Alman yazar Wolfgang Schorlau’nun kaleme aldığı seri, modern Almanya’da gerçek siyasi komploları, devlet yolsuzluğunu ve kurumsal usulsüzlükleri ele alıyor ve siyasi polisiyenin en iyi örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Federal Kriminal Polis Teşkilatı’ndan (BKA) ayrılarak özel dedektiflik yapmaya başlayan Dengler’in üstlendiği davalar, derinlere kök salmış kurumsal başarısızlıkları ve Almanya’nın demokratik görünümünün altında gizlenen karanlık sırları açığa çıkarıyor.

İletişim Yayınları’ndan Türkçeye kazandırılan Schorlau romanlarında silahlı Neonazi grup NSU’nun işlediği cinayetler, ekonomik suçlar, istihbarat teşkilatlarının örtbas ettiği olaylar ve güçlü lobilerin sıradan insanların yaşamlarına etkisi gibi pek çok konuda bilgi edinmek mümkün. Yazar, kurgu ve araştırmacı gazetecilik arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor ve her kitabında gerçek olaylar ve eşitsizlikler hakkında okuru bilgilendiriyor. Özel dedektif Dengler’in davaları onu sık sık devlet kurumları, şirketler ve karanlık çıkar gruplarıyla karşı karşıya getirerek serinin komplo odaklı karanlık tonunu güçlendiriyor.

Georg Dengler’in kendisi de ilgi çekici bir karakter: otoriteye güvenmiyor, ancak adalete inancını da tamamen yitirmiyor. Anaakım dedektiflerin aksine, giderek daha fazla gözetlenen ve manipüle edilen bir toplumda yaşadığının bilincinde olduğu için siyasi bir muhbir gibi çalışıyor. Şüpheciliği ve kararlılığı onu siyasi polisiye türünde benzersiz bir modern kahraman haline getiriyor. Romanlar, Dengler – Die letzte Flucht (2015) ile başlayarak Almanya’da televizyon filmi serisi haline getirildi ve Almanya’nın en politik suç anlatılarından biri olarak ününü daha da pekiştirdi. Schorlau’nun Dengler romanları, iktidar yapılarına meydan okuyan siyasi gerilim romanlarından etkilenen okurlar için bulunmaz bir nimet.
Manuel Vázquez Montalbán – Pepe Carvalho Serisi

Bir “Akdeniz polisiyesi” ekolü daha İspanya’dan geliyor. Barselona doğumlu Manuel Vázquez Montalbán’ın suç, toplumsal eleştiri ve edebi zekâyı harmanlayan Pepe Carvalho serisi, siyasi polisiyenin köşe taşlarından biri. Franco sonrası İspanya’da geçen serinin baş kahramanı, Barselona’da siyasi yozlaşma, ekonomik mücadeleler ve kültürel değişimlerle dolu bir dünyayı anlamaya çalışan özel dedektif Pepe Carvalho. Eski komünist Carvalho, hem araştırmacı hem de entelektüel olarak İspanya’nın diktatörlükten demokrasiye geçiş sürecine keskin eleştiriler getiriyor.

Dipnot Yayınları’ndan şu ana kadar iki romanı Türkçeye kazandırılan seri, okurlara İspanya’nın geçmişinin bugünüyle olan derin ilişkisinin siyasi boyutu hakkında fikir veriyor. Montalbán, Carvalho’nun ele aldığı vakaları, Franco etkisinin kalıntılarını, kapitalizmin yükselişini ve İspanya’daki toplumsal çürümeyi ifşa etmek için kullanıyor. Alışılagelmiş dedektiflerin aksine Carvalho sadece adaletin peşinde değil, adaleti sağlamak için var olan kurumları da sorguluyor. Otoriteyi küçümsemesi, edebiyata ve gurme yemeklere olan sevgisiyle birleşerek tipik dedektiflerden ayrışıyor. Carvalho şöminesini yakmak için sık sık kitapları kullanıyor, böylece ideolojik katılığı sembolik olarak reddettiğini gösteriyor.
Pepe Carvalho serisi, çeşitli filmler de dahil olmak üzere birçok kez televizyona uyarlandı, ancak kitaplar Carvalho’nun dünyasını zihnimizde canlandırmanın en cazip yolu olmaya devam ediyor. Keskin toplumsal bilince sahip polisiye romanlardan hoşlanan okurlar için Montalbán’ın Carvalho romanları vazgeçilmez bir seri.
Maj Sjöwall ve Per Wahlöö – Martin Beck Serisi

“İskandinav polisiyesinin mihenk taşları” olarak adlandırılan Martin Beck serisi, toplumsal ve politik eleştirileriyle tanınan İsveçli yazarlar Maj Sjöwall ve Per Wahlöö’ye ait. Roseanna (1965) ile başlayan seri, İsveç polis teşkilatının sessiz, metodik memuru dedektif Martin Beck’in karmaşık suçları araştırmasını konu ediyor. Türkçeye Ayrıksı Kitap tarafından kazandırılan serinin ana odağını sadece vakaların kendisi değil, içinde yer aldıkları toplumsal ve politik bağlam oluşturuyor. Romanlar, 1960’lar ve 1970’lerin İsveç’inde geçiyor; refah devletinin başarısızlıklarına, kapitalizmin aşındırıcı etkilerine ve İsveç toplumundaki kurumsal yozlaşmaya eleştiri getiriyor. Martin Beck, soruşturmalarında sürekli olarak eşitsizlik üreten sistemlerle yüzleşiyor ve çözdüğü anlık suçların ötesine geçen kusurları ortaya çıkarıyor.

Martin Beck’i bir dedektif olarak özgün kılan özelliği, anti-kahraman doğası. Zafer arzusu ya da hırslarıyla hareket etmeyen Beck, daha ziyade kişisel ve mesleki ikilemlerle mücadele eden, derinlemesine gözlem yapan, yorgun bir memur. Pek çok dedektifin aksine Beck ne karizmatik ne de duygusal yönü ağır basan biri; vakaları soruştururken gerçekçi ve ayakları yere basan bir yaklaşıma sahip. Martin Beck serisi yıllar içinde pek çok TV dizisine ve filmlere uyarlandı. En popüler uyarlamalar, 1990’larda İsveç televizyonlarında yayınlanan diziler ve Gösta Ekman ile Rolf Lassgård’ın başrollerini paylaştığı yeni film serileri oldu. Bu uyarlamalar orijinal romanların cesur, politik özünü yakalamakta epey başarılı.