74. Cannes Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü ve geçtiğimiz günlerde BAFTA’da “En İyi Yabancı Film” ödülünü alan “Drive My Car”; aşk, yas, ihanet ve iyileşme hallerini eski bir kırmızı Saab 900’ün yoldaşlığında anlatıyor.
Bu senenin en iyi filmlerinden biri olarak görülen ve dört dalda Oscar’a aday gösterilen “Drive My Car”, Japon yönetmen Rysuke Hamaguchi’nin 2021’de çektiği iki filmden biri. (Yönetmenin aynı sene çektiği diğer filmi “Wheel of Fortune and Fantasy”ydi.) Duyguların karmaşasını yalın bir gerçeklikle ifade etmesiyle tanıdığımız Hamaguchi, aynı yöntemi “Drive My Car”da da izliyor ve aşk, yas, ihanet ve iyileşme duygularını ele aldığı hikâyesini oldukça yalın bir anlatımla çıkarıyor izleyici karşısına. Duruluk, her ne kadar filmin anlatımına tamamıyla hakim olsa da öykü katmanlaşarak açılıyor ve seyirciyi içine doğru çekiyor. Anlatının katmanlaşmasında filmin Haruki Murakami’nin Erkeksiz Kadınlar kitabının aynı adlı açılış öyküsünden esinlenmesi, yani bir edebiyat metnine dayanması, (yazarın etkisi; Murakami’nin üslubuna da ilerleyen satırlarda değineceğim) ve özellikle ikinci yarıdan sonra filmin neredeyse ikinci katmanı haline gelen “Vanya Dayı” (Anton Çehov) oyunu etkili oluyor.
Filmin açılış sahnesi, sevişme esnasında ve sonrasında hikâyeler anlatan Oto’nun arkası dönük çıplak sırtını şehrin gece manzarasını odanın içine alan geniş pencereyle gördüğümüz an oluyor. (Oto’nun yansımalarını filmin ilerleyen kısımlarında tekrar göreceğiz.) Orta yaşlarını süren, şimdilerde televizyon dizilerine hikâyeler yazan eski aktris Oto ve yönetmen, oyuncu eşi Yusuke yıllar önce 5 yaşındaki kızlarını kaybetmiş ve bu elim olay üzerine hayatlarını yeniden çizmiş bir çift. Kızının vefatından sonra oyunculuğu bırakıp televizyona diziler yazmaya başlayan Oto’yu, Yusuke ile her sevişmesinde hikâyeler anlatırken görürüz. Ne var ki, ertesi sabah olup da uyandığında hikâyeleri hatırlamaz Oto. Bu yüzden ertesi sabah Yusuke, arabalarında giderken Oto’ya bir önceki gece anlattığı hikâyeleri anımsatır. Kızının kaybından sonra tekrar çocuk sahibi olmak istemeyen Oto’nun sevişme esnasında tohumlanan hikâyeleri, daha filmin en başında Oto’nun farklı biçimlerde yeniden ve yeniden doğurduğu hissini uyandırıyor. 40’lı yaşlarını süren Oto ve Yusuke çiftine odaklanan filmin ilk bölümü bir açılış niteliğinde. Yusuke ve Oto arasındaki erotik-estetik bağ, Oto’nun televizyon dizilerinde çalıştığı erkeklerle yasak ilişkileri, tüm bunların farkında olan fakat Oto’yu kaybetmekten korktuğu için asla açılamayan Yusuke’nin bastırdığı duyguları izliyoruz açılış bölümünde. Filmin yaklaşık kırk dakikasını oluşturan bu kısım, Oto’nun ani ölümüyle kapanıyor.
“Flashback’ler, temel olarak hikâyenin öncesinde ne olduğunu açıklamak için kullanılır; bu da zamanın gelecekteki bir noktasından baktığınızı ve geri döndüğünüzü gösterir. Doğrusu, bu yöntem zamanı kullanmaktaki en etkili yol mudur bilmiyorum. Bu yüzden, film boyunca geçmişe geri dönüşleri izleyici zihninde kendisi yaratsın istedim.”
Ryusuke Hamaguchi
Filmin ikinci bölümüne geçerken Onat Kutlar’ın şu sözünü anımsatmak istiyorum: “Sinema, bireşim sanatıdır.” Çünkü ikinci bölümün katmanlaşması Anton Çehov’un “Vanya Dayı”sının filmin neredeyse ikinci anlatısı olarak ortaya çıkması ve Murakami’nin karakterler arasındaki ilişkinin mahremiyet, cinsellik ve kayıp gibi temalarla kurduğu anlatıya dayanmasıyla oluşuyor. Eşini kaybettikten iki sene sonra Hiroşima’ya bir tiyatro festivaline davet edilen Yusuke, “Vanya Dayı”yı deneysel bir biçimde, çok dilli (Japonca, Kore işaret dilinde ve İngilizce) olarak sahneye koyacaktır. Bu oyun seçmelerinde, Oto’nun kendisini aldattığı bir oyuncuyu seçmesi filmin ikinci bölümüne doğrudan dışa vurulmayan bir gerilimi taşırken Yusuke’yi tiyatro oyunlarının sürdüğü merkeze bir saatlik uzaklıktaki oteline getirip götürmesi için tutulan genç kadın şoför Misaki’yle kurduğu ilişki ise yasın ortaya çıkması ve iyileşme için bir başkasına el uzatılmasını koyuyor beyazperdeye.
Neredeyse 20 senedir kullandığı otomobilinde eşinin kaydettiği oyunları dinleyerek yol boyunca provalar yapan Yusuke için bir şoförle yol alma fikri ilk başlarda hoş gelmese de vakit geçirdikçe iki karakter arasında zamanla gelişen iç dökümler, tıpkı Vanya Dayı ve Sonya (yeğeni) arasındaki bağ gibi birbirini yaşamaya yönelten bir itki olarak kuruluyor. (Yusuke’nin otomobilde iki sene önce kaybettiği eşinin sesinden oyun kayıtlarını dinlemeye devam etmesi, Psikanalist Juan David Naiso’nun “…öleni, onun artık bizim dünyamızda olmadığını kabullenerek canlı tutmaktır” dediği yas sürecini anımsatıyor.) Filmin ilk bölümünde, laf arasında Oto’nun otomobili sürüşünden dahi hoşlanmadığını söyleyen, otomobili âdeta bir mabet olan Yusuke’nin bu kırmızı Saab 900’ü bir başkasıyla paylaşması, sığınağının zamanla bir terapist koltuğuna dönüşmesini sağlıyor.
Hiroşima manzaralarının kadraja taşındığı bu uzun yolculuklarda zamanla Yusuke gibi Misaki de kendini açıyor, bu kadar iyi araba sürmesine neden olan (sağlamak değil, “neden olmak” tabirini kullanıyorum çünkü arkasında travmatik bir öyküyü barındırıyor) annesiyle ilişkisinden bahsediyor. Her iki karakter de, belleklerindeki kayıpları ve suçluluk duygularını uzun yollar boyunca döküyorlar. Çok yalın bir anlatıyla kurulsa da, anlatı destelerinin üst üste koyulup katmanlaştığı “Drive My Car”, bana kimi zaman yol hakimiyetini bir başkasına verip hayatı arka koltuktan izlemenin iyileştirici teslimiyetini çağrıştırıyor. Tüm olanaksızlıklara ve elemlere rağmen yaşamayı yücelten film, bu damarını ise “Vanya Dayı”nın güçlü sesinden alıyor: “Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. (…) … ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız…”