Paul Simon, hayatın anlamını ve beraberinde getirdiği evrensel kaygıları iyimser bir yaklaşımla ve pop şarkıları eşliğinde masaya yatıran bir müzik efsanesi. 81 yaşında yayınladığı “Seven Psalms”, şimdiye dek ürettiği işler arasında en yalnız ruh haline sahip olan albümü.
Paul Simon buraya sadece bir kez ayak bastı. 2011 yılında 69 yaşındaydı, 18. Uluslararası İstanbul Caz Festivali programının yıldızıydı. Aslında stadyum sanatçısıydı; kalabalık orkestrası Açık Hava sahnesine sığmakta zorlanıyordu. Yıldızdan ziyade alelade bir gömlek altında siyah bir tişört giymiş; son derece sıradan ve mütevazı görünüyordu. İlk kez geldiği, hıncahınç dolu, yaş ortalamasının çok yüksek olduğu bir yerde “belki pek bilmiyorlardır, muhakkak eskileri duymak isteyeceklerdir” inceliğiyle, turnesine çıktığı yeni albümden sadece dört şarkı söyleme inceliğini göstermişti. Taş çatlasa 1.60’lık boyuyla elindeki gitar kocaman görünüyor; yanındaki müzisyenlerin yanında Jonathan Swift’in Gulliver’ı gibi kalıyordu. Seyirciyle hiç konuşmamış ama Küçük Dev Adam olduğunu deklare etmişti. Şimdilerde kendine ait Youtube kanalına Connecticut’daki evinden canlı video kayıtları koyan Simon, “Seven Psalms” (Yedi Mezmur) adında 33 dakikalık konsept albüm yayınladı.
Art Garfunkel ile 1964 yılında yola çıktıkları günlerde bazı eleştirmenlerin ortak görüşü The Beatles’ın gölgesinde kalacakları yönündeydi ancak öyle şarkılar bestelediler ki, “I am a Rock”, “Scarborough Fair”, “Homeward Bound”, “America”, “The Sound of Silence” ile müzik tarihine altın harflerle yazıldılar. Hele (Anne Bancroft’u bilmem ama) hafızalarımıza Dustin Hoffman’ı kazıyan, yönetmenliğini Mike Nichols’un yaptığı Mezun (The Graduate) filminin müziklerini yaptıklarında yaşayan efsane olmuşlar; Central Park’ta verdikleri konserle (müzik tarihinin en iyi konser albümleri listesinde) bir başyapıta imza atmışlardı.
1941 yılında New York’ta üç hafta arayla doğmuş iki mahalle arkadaşıydı onlar. İkili daha ilk günlerinde Simon’ın yazdığı sözlerle kendisini belli etmişti.
İkili sekiz yıllık beraberlik sonucu 1971’deki Grammy ödülünün ardından ayrılır ancak yeniden bir araya gelirler. Seksenlerin ikinci yarısında ikisi de solo çalışmalara ağırlık verir. Simon’un albümleri Garfunkel’e göre daha iyiydi çünkü birlikte oldukları zamanlarda da bestelerin yükünü çeken oydu. Ayrılık sonrası hiç yerinde durmadı Simon, konser vermeyi, albüm yapmayı sürdürdü. “50 Ways to Leave Your Lover” gibi bir beste, “Still Crazy After All These Years” ve “Graceland” gibi albümler ancak onun gibi bir ustanın eseri olabilirdi. New York kültürünün yetiştirdiği bir şehir şairiydi o.
Hayatın anlamını ve beraberinde getirdiği evrensel kaygıları iyimser bir yaklaşımla ve pop şarkıları eşliğinde masaya yatırıyor Simon. 81 yaşında yayınladığı “Seven Psalms”, onun şimdiye değin ürettiği işler arasında en yalnız ruh haline sahip olan albüm. Sadece ruhen değil fiziken de durum farklı değil; albümün çoğu Simon’ın fısıldayan sesi ve akustik gitarıyla sürüyor. Dizelerden birinde “hoş acılar içinde bir hayat yaşadım” diyor.
Simon tam son konserini vermiş ve emekliliğe hazırlanırken tek tabanca yaptı bu albümü. Mezmurun ne olduğunu bile bildiğinden pek emin değildi. Hızlıca Hz. Davud’un mezmurlarını inceledi (*) ve bunları birer şarkı gibi alarak besteledi. Bu kavramsal çerçeve içinde mezmurların dilini modernize etti ve notalara çevirdi. Albümün konuğu 30 yılı aşkın bir süredir evli olduğu şarkıcı-söz yazarı Eddie Brickell, daha ziyade gospel okuyor.
“Seven Psalms”, usta şarkı yazarının geç dönem eseri. Albümdeki rolü de fani dünyaya meydan okuyan bilge ve yaşlı bir şair. Bu Leonard Cohen ve David Bowie’nin son albümleri gibi bir veda ya da kişisel ve toplumsal bir muhasebe ama çıkan sonuç Simon’ın arayışının bu albümle bitmediği ve bitmeyeceği.
(*) Mezmurlar Kitabı, popüler ismiyle Zebur, Yahudi kutsal kitabı. Kitaba “gökten indiricisi” olduğuna inanılan Hz. Davud’a ithafen Davut’un Mezmurları da denir.