Üçüncü kişisel sergisi “Gel-Git”le bir kez daha sanat severlerle buluşan Leyla Emadi ile sanat kariyerini ve yeni işlerini konuştuk.
Leyla Emadi’yi ilk kişisel sergisi “Abluka” ile tanıdık. Kadına yönelik şiddet, baskı ve cinayetler başta olmak üzere toplumsal sorunlara dair protest duruşuna, isyanına, meydan okuyuşuna şahit olduk. 2. kişisel sergisi “Yaralar” ile daha pozitif, bireysel, iyileşme odaklı eserleriyle buluştuk. 3. kişisel sergisi “Gel-Git” de “Yaralar”ın bir nevi devamı… “Gel-Git”, 16 Şubat-3 Nisan 2021 tarihleri arasında Mixer’de sanatseverlerle buluşuyor. Biz de sergi hazırlıkları devam ederken Leyla Emadi’yi atölyesinde ziyaret ettik. Sanatçı; açık sözlülüğü, güler yüzü, yoğun farkındalık duygusuyla sorularımızı yanıtladı.
Aslen İranlısınız ve Ankara doğumlusunuz. İki kültürde yetişmiş olmak sizi nasıl etkiledi?
Babam üniversiteyi Gazi Üniversitesi’nde okudu. O okurken ben doğdum. Üniversite bitince tekrar döndük İran’a. Devrimden sonra 1983’te temelli Türkiye’ye geldik. Babamın burayı seçmesinin nedeni üniversiteyi burada okuması, Azeri olduğu için dil avantajının olması ve Atatürk hayranı olmasıydı. Çok da mutluyum, iyi ki buraya gelmişiz. Biz aynı topraklar üzerinde yaşayan iki ülkeyiz. Zaten aynı coğrafya. Dolayısıyla çok büyük bir farklılık olduğunu söyleyemem. DNA’nıza işleniyor bazı şeyler. Örneğin orada uzun yıllar yaşamadığım halde Farsça bir müzik duyduğumda gözlerimden yaşlar boşalıyor. Anıtkabir’e gittiğimde ya da İstiklâl Marşı’nı her duyduğumda yine gözümden yaşlar boşalıyor.
Ben ‘80 çocuğuyum. İran’da da ‘80’ler karmaşıktı, Türkiye’de de… Siyasi açıdan baktığımızda aslında çok paralel gidiyor. Sanatçı olarak müthiş bir done var elimde. Her şey güllük gülistanlıkken bir şey üretme ihtiyacı duymuyorum. Bir sorun varsa, bu beni yaralıyorsa onu dışarıya çıkarma ihtiyacı duyuyorum. Ben genelde travma üzerine çalıştığım için bir şeyin beni etkilemesi gerekiyor. İyi bir şey çok fazla etkilemiyor açıkçası; o zaten olması gereken, diye düşünüyorum.
Coğrafya kaderdir, sözüne inanıyor musunuz?
Evet, inanıyorum ama bir yere kadar. Kaderdir ama onun üzerine koydukların, yaptığın seçimler bireysel olarak hayatına kattıklarındır. Kaderdir deyip kenara çekilip oturmak değil… Hem kendin hem de toplum için bir şeyler yapabilme, geliştirebilme duygusu olması gerekiyor insanda. Sadece coğrafya değil, her şey bir yerde kader ama seçimlerimizle biz ona yön veririz.
Eserlerinizde Mevlana’dan Star Wars’a, pek çok yazı kullanımı dikkat çekiyor. Yazı forumunu sıklıkla kullanmanızın nedeni nedir?
Yazıyı hep kullandım ama son yıllarda direkt yazı var. Yazmak, travmayı temizlemenin bir adımı. İç dökmektir aslında. Bir de yazmakta şöyle bir şey var: Doğrudan mesajı veriyorsun ve karşıdaki alıyor. Her şey net. Ve hissi de geçiriyor bence yazı. Sanatı sanat için yapmaya inanmıyorum. Ben kendim için yapıyorum bunu. Kendimi iyileştirme yolum bu benim. Benden çıktıktan sonra sanatsal gözü ekliyorum; ikisini harmanlamaya çalışıyorum.
Yazıyla ilginizde sizi en fazla kimler etkiledi?
Turgut Uyar şiirlerine bayılırım. Nâzım Hikmet ve Aziz Nesin’in sözleri beni müthiş yerlere götürür. Onların sözlerinden ürettiğim çok iş var mesela. O söz ya da deyiş bana dokunuyorsa ondan iş üretebiliyorum. Söz üzerinden ilham alıyorum. Aile içinde kardeşime söylenen “Serseri misin sen!” cümlesini ya da bir şey yaptığımızda “müstahak” sözünü çok net hatırlıyorum. Bu sözler yüreğe ağır geldiği için beton işler ürettim mesela.
“Sergiyi gezenleri içlerine döndürebilmeyi temenni ediyorum. Kendimizle konuşabilmek bu dünyadaki en zor şey. O sesi duymamak için müthiş koşuşturmanın içine sokuyoruz kendimizi. O iç sesi duyurmak istiyorum.”
Travma üzerine çalışıyorsunuz. Bu travmanın kökeni nedir?
Çocuklukta korkunç ailesel şeyler yaşamadım, o anlamda travma değil ama siyasi anlamında bizim de evimizi etkileyen durumları çocuk olarak yaşadık. Anne-babanın stresi, göç… Bunların hepsi travma… Eskiden daha toplumsal travmalarla ilgiliydim, artık daha bireyseldeyim. Çünkü şuna kanaat getirdim: Bireyi düzeltirsen toplum düzelecek. Bu yüzden kendi içimize dönebilme taraftarıyım. “Derinlerde bu da var, siz de inin bakın” diye düşündürmek istiyorum.
Eserlerinizde verdiğiniz mesajlar çok net; ucu açıklık hali yok. Neden?
Bu da benimle alakalı. Ben netliği seviyorum. Arafta kalma halini sevmiyorum. Çünkü yıllarca arafta kalma halini yaşadım. Belirsizlik hali beni her anlamda çok rahatsız ediyor. Netlik bana iyi geliyor. Halbuki hayatın kendisi belirsizlik. Hâlâ sindiremediğim bir şey bu. Yıllardır bunun üzerine çalışıyorum. Teslimiyet gerekiyor. Bu yüzden eserlerimde netliği seviyorum.
Diğer eserlerinizden ayırdığınız, farklı bir yere koyduğunuz eseriniz hangisi?
İlk kişisel sergim olan ve politik travmalarımla yaptığım “Abluka”dan en sevdiğim iş “Büyük Buluşma” diyebilirim. Onu vermiyorum kimseye. Bana o travmaları hatırlattığı için geçtiğim yolu biliyorum. Bu eserde hayvanların zulüm görmesi, kıyıma uğraması var. Dinle alakalı olarak domuz eti neden haram da dana eti helal mesela… O da hayvan, o da hayvan. Bunların üzerine konuşulması gerektiğine inanıyorum. Bazı şeyler bize empoze edilmiş. Sorgulamayı bilmiyoruz. Devrimden sonra ailemiz dağıldı. Çoğu Almanya’ya gitti. Biz de çok sık giderdik. Hep görürdüm; bir yanda domuz etleri, bir yanda helal yazan yiyecekler. Birileri o eti yiyor da biz neden yemiyoruz? Oradan gelen bir şey bu. Bir de Hizbullah’ın domuz bağı kullanması var. Oradaki kavram karmaşaları beni rahatsız ediyor.
İlk kişisel serginiz “Abluka”dan beri 10 sene geçti. Bu zaman zarfında hem kişisel hem de sanat yolculuğunuzda nasıl bir yol kat ettiniz?
Daha önceki işlerimde daha yoğun ve toplumsal bir içerik söz konusuydu. O zamanlar yaptığım sanat daha depresifti. Hafif siyasi işlerdi. Çünkü olumsuzluklardan etkileniyordum. Haberleri izliyordum sürekli. Bu beni hem besliyordu hem de beni kısırdöngüye sokuyordu. Bu yüzden daha agresif işler ürettim. O döngüden çıkmak, travma temizliği yapmak için artık haberleri dinlememeye başladım. Yıllar içinde kendime dönmeyi öğrendikçe toplumdan ziyade bireyle, kendimle ilgilenmeye başladım. Dolayısıyla işlerim daha da sadeleşti. Beni olumsuz olarak besleyen şeyleri üretmektense bana iyi hissettiren duygular üzerine yoğunlaşmaya başladım. İsyanımı artık o kadar negatif vermiyorum, daha pozitife döndürüyorum. Geçmişte olumsuzluklarla beslenerek dışavurum yapıyordum. O olumsuzlukları madde madde çıkarınca hayatımdan, her şeye bakış açım değişti. Trafikte çok çabuk sinirlenirken, haberlerdeki her olaya parlarken şimdi artık daha farklı bakıyorum.
Bakış açım değiştiği için olan olaylar beni etkilememeye başladı. “Ben bunu nasıl düzeltebilirim?” tarafını daha çok düşünmeye başladım. Eskiden bundan beslenerek fişekliyordum kendimi ve o olayı aslında. Çünkü oradan malzeme çıkartıyordum. Şimdi tam tersi. Onu söndürmeye çalışıp nasıl dönüştürebilirim üzerine düşünüyorum. Bu yüzden işlerim sadeleşti; yazı daha fazla girdi hayatıma ve böylece net söylem üzerinde durmaya başladım.
Önceki işlerinizde baskın olan huzursuzluk, isyan, protest duruş şimdi neye dönüştü?
O isyan, tevekküle dönüştü. İsyan içeride bir yerde hep var ama onu gösterme biçimim değişti. Yaşla da alakalı olarak daha yumuşadı. Çünkü bir şeyi kanırtmak insanın kendisine zarar veriyor; olan şeyi değiştirmiyor. Dolayısıyla, olan şeyleri sakinlikle nasıl çözebilirim üzerine yoğunlaştım. Sanatım bu yüzden daha yalınlaştı, diyebilirim.
Peki, zaman sizin için ne ifade ediyor?
Çok sevdiğim bir söz var; “Time: the killer and the healer.” Zaman öldürücü de olabilir, şifacı da olabilir. Bakış açısıyla alakalı yani… Hangi moddaysan her şeyi olumsuz tarafından görebilirsin ya da tam tersi.
“Çok sevdiğim bir söz var: Time: the killer and the healer. Zaman öldürücü de olabilir, şifacı da olabilir. Bakış açısıyla alakalı yani…”
3. kişisel serginiz “Gel-Git” nasıl ortaya çıktı, neler besledi sizi?
“Gel-Git”, 2. kişisel sergim olan “Yaralar”dan çok farklı değil. “Yaralar” döneminde olumsuz şeylerden uzaklaşarak kendi iç dünyama dönmeye başladım. Bu benim iyileşme sürecimdi. Yaralar sergisinin çıkış noktası, bitkilerle haşır neşir olmamdı. Onları çizmek bana çok iyi geldi. “Yaralar”dan sonra “Gel-Git”, bu yoldaki ikinci adımım. Daha derinlere inmiş halim. Bu sergi, konfor alanlarımızla ilgili… Geçen sene pandemiden önce çocuklarımızın eğitimi için İtalya’ya yerleştik. Ama düzenimizi bozmadık, Türkiye’ye gelip gidiyorduk. Pandemi çıktığı hafta biz İtalya’ya dönmek üzereydik ama dönemedik. Bütün pandemiyi burada geçirdik. 7-8 ay İtalya’da yaşamış olduk. O dönemde konfor alanımızdan çıktık ama başka bir ülkede sıfırdan başladık. Çocukların eğitimi için böyle bir karar aldık ama ya verdiğimiz karar doğru değilse, diye sorgulamaya başladım.
Konfor alanından çıkmak iyi bir şey ama ya değilse? Bu kadar emeği bırakıp neden sıfırdan başlamadığımızı sorguladım. “Gel-Git” böyle çıktı. Serginin çıkış noktası olan “40 Yıllık Kahve Hatrının Bittiği Yerdeyim” adlı eserimdekiler, o günlerde yazdığım notlar. Bu eserden sonra da “Konfor Alanı” adlı iş çıktı. Onu yaptım, betona döktüm ve alt tabanını kırdım. Konfor alanından çıkışımı temsil ediyor o iş. Yıllardır belirsizlik ve bilinmezlik temasıyla haşır neşirim. Hayat=Belirsizlik. Ben bu dersi tam öğrenebilmek için bunları yapıyorum. Hâlâ sorguluyorum. “Gel-Git” bir araştırma sergisi gibi aslında. Beni de sergiyi gezeni de başka bir yola sokabilir.
“Gel-Git” serginizi ziyaret edenlerden bir beklentiniz var mı?
İçlerine döndürebilmeyi temenni ediyorum. Kendimizle konuşabilmek bu dünyadaki en zor şey. O sesi duymamak için müthiş koşuşturmanın içine sokuyoruz kendimizi. O iç sesi duyurmak istiyorum.
Yeni projeniz hakkında bilgi verir misiniz?
Kadın cinayetleriyle ilgili bir proje üzerinde çalışıyorum.