Saatolog.com.tr

Saatolog.com.tr Logo

Paris Moda Haftası’nın Ardından

23 Ocak 2024
Paris Moda Haftası’nın Ardından
Milano’nun daha sakin programının aksine Paris Moda Haftası kıdemli tasarımcıların ve görkemli modaevlerinin resmi geçidine ev sahipliği yaptı.

Paris Moda Haftası’nın açılışını hepimizin yakından tanıdığı isim, Burç Akyol yaptı. 2020’de Fashion Trust Arabia’yı kazanan Akyol, resmi takvimdeki ikinci defilesini Paris’in göbeğindeki Institut du Monde Arabe’da sundu. Minimal silüetlerin ağırlıkta olduğu koleksiyon için Akyol, şov sonunda verdiği röportajda “Avukatları anımsatan sıkıcı bir minimalizm değil, kişinin kendi karakterini ortaya koyabilecek bir minimalizm” diyordu. Kıyafetlerden birinin üzerinde Rumi’nin dizeleri bile vardı.

Paris Moda Haftası’nın Ardından

Ancak haftanın en çok konuşulan ve esas açılışını yaptığını söylemekte bir sakınca görmeyeceğimiz Louis Vuitton’da minimalizmden en ufak bir iz yoktu. Pharrell Williams’ın üçüncü, Paris’te düzenlediği ise ikinci Louis Vuitton koleksiyonu için seçtiği yer, LVMH’in görkemli mekanlarından biri olan Foundation Louis Vuitton’du. Ancak gelen konuklar için Paris’ten Amerika Birleşik Devletleri’ne, Virginia’ya doğru seyahat ettiklerini söyleyebiliriz. Belki de uzaya doğru çıktığımız yolculuktan sonra bu haftanın en çok konuşulan ikinci seyahatiydi bu. Pharrell Williams, yeni koleksiyonunun ilhamını Western kültüründen, Amerika’nın yerli halklarından alıyordu. Üstelik adını “kültür yağmacılığına” karıştırmamak için de yerel halklarla işbirliği içindeydi. Şovda sunduğu müziklerden ürünlere kadar. Dakota ve Lakota halkının fonksiyonel işçi giyiminden ilhamla hazırlanan koleksiyonun aksesuarlarından sorumluydu. Bu arada ufak da bir not. Defilede Pharrell’in, Miley Cyrus’la hazırladıkları yeni şarkıyı da ilk kez dinledik.

Haftanın tek blockbuster sinema filmini anımsatan ve görkemli bir hikaye anlatan defilesi Louis Vuitton imzalı değildi tabii. LVMH’in diğer esas oyuncusu; Dior izleyen herkesin nefesini kestiği, dramatik gösterisiyle tüyleri diken diken eden bir performans sundu. Nureyev’den ilham alan koleksiyonda timsah derisi üstler, kimonoları çağrıştıran parçalar, incilerle bezenmiş transparan üstler yer alıyordu. Tüm bunları yaparken de modernleştirdiği simetrik kesimlerden geri kalmadı.

Şıklık ya da daha doğrusu konu zarafet olunca bu sezon Kim Jones’un tasarımlarıyla yarışan Dries Van Noten oldu. Koleksiyonunu sunmadan önce “Beklenmeyenin zarafeti” şeklinde çevirebileceğimiz bir makale hazırlayan Dries Van Noten’in şovunda pembeden maviye çeşitli renkler gördük ama siyahın hakimiyeti sorgulanmaz vaziyetteydi. Defilesini uzun bir paltoyla açıp smokinle kapattı. Kargo pantolonlar da vardı, deri tişörtler de. Ama her şeyden önce terzilik ön plandaydı. Yine tıpkı Dior’da olduğu gibi sanki couture inceliğiyle işlenmiş bir yaklaşım tercih edilmişti. Van Noten her zaman için gençlikle, onların kültürüyle ve hatta eğlencesiyle ilgilenen bir tasarımcı olmuştu. Bu kez ise biraz daha farklı bir yere odaklanmıştı…

Paris Moda Haftası’nın Ardından

Paris’te bu sezonun ilham panosunun en tepesinde (Issey Miyake ya da Bluemarble defilesinde olduğu gibi) baletler, sinemacılar ya da sanatçılar vardı. Jonathan Anderson her zaman bir yazar, yönetmen ya da sanatçıyla işbirliği halinde oldu ve Loewe için de bu taktiğinden geri kalmadı. Bu kez Amerikalı sanatçı Richard Hawkins’in popüler kültürden hareketle ürettiği ve erkek bedeniyle porno ve tarih arasında bağ kurduğu enstalasyonlar defile alanını çevrelerken markanın elçilerinden Josh O’Connor ve Jamie Dornan gibi isimlerin de bu eserlere entegre edildiklerini gördük. Tıpkı JW Anderson’da ya da önceki koleksiyonlarında olduğu gibi bir kez daha erotizm ve maskülenlik gibi kavramlar üzerine düşünüyordu. Örgü kazakları eşofman takımlar içine sokup podyuma yollayarak bir tavır da koydu ortaya. Maskülenlik meselesi üzerine kafa yoran bir tek Anderson değildi. Pierpaolo Piccioli de Valentino’da toksik maskülenliği alt etmek için savaş açtığını duyurdu. Elbette burada da göze çarpan detay couture’a olan yatkınlığıydı.

Milano Moda Haftası’nda Prada defilesinde izlerini görmeye başladığımız ofis giyimin kodları elbette Paris’te de yakılanmaya devam etti. Bunlardan biri de Botter koleksiyonu oldu. Üstelik burada işin içine spor giyim de girdi. Blazer ceketlerin altına, kumaş pantolonlar ve onların içine sıkıştırılan sweatshirt’ler gördük mesela. (Tıpkı Loewe’de olduğu gibi.)

Paris Moda Haftası

Dört yıl aradan sonra ilk defa erkek koleksiyonunu sunan Olivier Rousteing’in büyük marifeti sadece final look’u sunması için Naomi’yı seçmesi değildi. Yer yer Schiaparelli’yi anımsatan sürreal detaylar ve Kongo’lu yaratıcılarla yaptığı işbirliği de öne çıkan detaylardandı. Geçen hafta Paris’te herkes farklı bir işbirliğiyle “Birlikten kuvvet doğar” diyerek çok sesliliğin önemini vurguluyordu.

Dior ve Louis Vuitton gibi bir diğer çok fazla konuşulan defile Givenchy’den geldi. Ancak benzer sebeplerden dolayı değil. Kreatif direktörü Matthew Williams’ın Maison’dan ayrılmasından bu yana onu takip edecek ismin kim olduğu henüz açıklanmadı. Sarah Burton, Simon Porte Jacquemus gibi isimler konuşulsa da net bir isim yüksek sesle dile getirilmiş değil. Bu yüzden Sonbahar/Kış 2024-25 koleksiyonuna imzasını atanlar da  tasarım stüdyosunun kendisiydi. Givenchy’nin farklı dönemlerinde kreatif direktörlük yapmış isimlerden ilhamla hazırlanan koleksiyon, internette çok fazla sevilmedi. Daha da önemlisi; kritik bir soruyu da gündeme getirdi; “Kreatif direktör olmadan bir modaevi koleksiyon üretmeli mi?”

Louis Vuitton ve Pharrell gibi, ilham almak için yüzünü Atlantik’in öte yakasına, Birleşik Devletlere çeviren bir diğer isim, Pharrell’den önce adı Louis Vuitton kreatif direktörlüğü için anılan isimlerden Grace Wales Bonner’ın markası Wales Bonner’dı. Howard Üniversitesi’nde geçirdiği günlerden, Amerika’nın edebiyat yıldızlarından özellikle de siyahi yazarların dünyalarından ilham alıyordu. Bu yüzden kıyafetler okul üniformalarını andırıyordu. Wales Bonner logosu bir arma gibi ceketlerin üzerine işlenmişti.

Paris Moda Haftası

Haftanın en ilginç şov mekanı konusunda bir yarış olsaydı oyunun kazananı ise Rick Owens olurdu. Tasarımcı yeni koleksiyonunu sunmak için Paris’teki evinin kapılarını basın ve “ünlü dostları” için açmıştı. Parçalar absürt bir noktadan çıkarken Owens koleksiyonu için “Alternatif bir güzelliği irdelemek istedim” diyordu.

Kendimizi evden hemen dışarıya attığımızda da şehir hayatıyla karşılaştık. Paris sokakları, çatıları ve tabi metrosu… Paris hayatı ve şehrin akışı Alexandre Mattiussi için her zaman bir çıkış noktası oldu. Bu kez de farksızdı. Maskülen hatlar her zaman olduğu gibi dikkat çekiordu Ami Paris’te. Hatta kadın koleksiyonuna ait parçalarda bile. Kadınlarda ve erkeklerde transparan parçalar da vardı. Ama bu defilenin esas yıldızı yerlere kadar uzanan pardesüler ve paltolar oldu.

Sonuç olarak Paris’te de Milano’da görmeye başladığımız bazı trendlerin yankıları devam ediyordu. Ofise dönüş stili, renk blokları, yeni maskülenlik kodları, sartorial yaklaşımlar, transparanlar ve taşlar…