"Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak" Ahmet Telli
Finlandiyalı yönetmen Juho Kuosmanen’in Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü “Kahraman”la paylaştığı “6 Numaralı Kompartıman”a yakından bakıyoruz.
“6 Numaralı Kompartıman”, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, 90’lı yılların ilk yarısında Rusya’da geçen bir tren yolculuğu hikâyesi. Film için bir dolu övgüde bulunmak mümkün, fakat her şeyin evvelinde geçtiği mekânların kokusu ve nemli havasını duyumsatan nostaljik bir anlatı kurduğunu söylemek gerekiyor. Yolculuk boyunca trenin durduğu istasyonlardaki eskimiş telefon kulübeleri, karlı Rusya caddeleri, St. Petersburg’da konakladıkları bir gece derken filmin 90’ların ortasında Rusya’da geçtiğini hissetmek her yanıyla mümkün oluyor. Zira filmin sonunda salondan, ana karakterler Laura ve Ljoha’yla birlikte çıkıp pas ve rutubet kokan, daracık koridorlarından türlü türlü insanların sırt çantalarının çarpıştığı köhne bir trenin kokusunu ardınızda bırakarak Rusya’nın kuzeyinde bir kente iniyorsunuz. Ve tabii soğuğun keskin kokusunu duyumsayarak.
Finlandiyalı yazar Rosa Liksom’un 2011’de yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan “6 Numaralı Kompartıman”, Moskova’da bir oda dolusu entelektüelin ev partisine konuk olarak açılıyor. Filmin ana karakterlerinden Laura (Seidi Haarla), 20’li yaşların sonunda Finlandiya’dan Rusya’ya dil öğrenmek için gelmiş bir arkeoloji öğrencisi. Partinin davetlileri arasında oynanan bir alıntı tamamlama oyununda Laura’nın bir yazarın ismini yanlış telaffuz etmesinden doğan mahcubiyeti, bu yerleşik ortama yabancılığını ve kendini bir türlü ait hissetmediğini hissettiriyor seyirciye. Bu oyun sırasında duyduğumuz bir başka özdeyişse, belki de filmin ana meselesini dile getirmiş oluyor: “Yalnız bazı parçalarımız dokunacak, başkalarının bazı parçalarına.” Marilyn Monroe’ye ait bu sözleri, Laura’nın bir süredir birlikte olduğu ve evinde yaşadığı Rus edebiyat profesörü Irina’nın ağzından duyuyoruz. İkilinin parti boyunca gördüğümüz, bitmeye yüz tutan ilişkisi, “birbirlerinin parçalarına” ne kadar dokunabildikleri konusunda bir soru işareti bırakıyor bile. Partinin ertesi günü Laura, Irina’yla birlikte gitmeyi planladıkları fakat Irina’nın işi çıktığı için gelemediği yolculuğa çıkmak için Moskova’dan tek başına trene binerek Murmansk’taki binlerce yıllık petroglifleri görmek için yola koyuluyor.
“Yol filmleri genellikle özgürlükle ilgilidir. Bir arabayla istediğiniz yere varabilirsiniz, her kavşak yeni bir ihtimaldir. Ancak özgürlüğün sonsuz sayıda seçenekte değil de daha çok sınırlarımızı kabul etme yetisinde olduğunu düşünüyorum. Bir tren yolculuğu daha çok kader gibidir. Nereye gideceğine karar veremezsin, yolculuk sana ne veriyorsa kabul etmek zorundasın.”
Juho Kuosmanen
Filmin büyük bir bölümünü kapsayan yolculuk böylece başlıyor. Eskimiş demirlerinin paslı kokusunu hissettiğimiz ikinci sınıf kompartımanda Laura’ya tıpkı kendisini gibi Murmansk’a gidecek epeyce sarhoş, saç sakal tıraşının sert mizacını pekiştirdiği tekinsiz maden işçisi Ljoha’yı görüyoruz ilk defa. “6 Numaralı Kompartıman”, bir tren kompartımanında yolculuk eden bir kadın ve erkeği gördüğümüzde seyircinin duymaya alışık olduğu romantizm ve etkileşim hissiyle açmıyor bu tren yolculuğu sahnesini. Aksine kaba saba ve sarhoş olan Ljoha, Laura’da bıraktığı gibi seyircide de tekinsiz bir izlenim bırakıyor.
Filmin henüz en başında, ev partisinde Laura’nın ana dilinin dışında ve kültürel olarak kendinden daha birikimli olduğunu düşündüğü insanlarla sosyalleşmeye çalışırken yaşadığı gerilimi tren yolculuğunda da görüyoruz. Bu sefer roller değişiyor, aynı şey entelektüel Laura ve bu kaba saba maden işçisi arasında yaşanıyor. Dil meselesi ise Ljoha’yla kurulan henüz ilk diyaloglardan itibaren tekrar beliriyor. Laura’nın iyi olsa da akıcı olmayan Rusçasından bir yabancı olduğunu anlayan Ljoha çeşitli sorularla Laura’yı rahatsız ederken sorularından biri de “Seni seviyorum”un Fincedeki karşılığı oluyor. Laura bu nezaketsiz erkeğin kaba tavırlarına yanıt olarak kendi dilinden bir küfür ile cevaplıyor soruyu. Ne var ki, Laura ve Ljoha’nın yolculuğun devamında doğacak olan aşklarında bu küfür artık “Seni seviyorum” demek olacaktır.
Bu yönüyle “6 Numaralı Kompartıman”ın bir başkasının ruhuna dokunmakta yahut romantik bir ilişki kurmakta dilin bariyerleri ve sınıflar üstü hislerin varlığıyla dirsek temasında olduğunu düşünüyorum. Dil bariyeri, yalnız Laura’nın iyi konuşabilse de akıcı olmayan Rusçasında değil, Ljoha’nın kendini ifade etmekte zorlandığı anlarda da ortaya çıkıyor. Filmin en başında duyduğumuz, “Yalnız bazı parçalarımız dokunacak, başkalarının bazı parçalarına” özdeyişini bir kere daha anımsıyorum bu noktada. Bir başkasına dokunabilmek için aynı dili paylaşmak yahut sözcükleri kullanmak gerekli midir? Zira ben, bu yolculuk sahnelerinde Laura’nın Ljoha’ya dokunduğu anları, Ljoha uyurken karakalemle çizdiği resimde ya da trenin bir istasyonda durduğu vakit Ljoha dışarıda bir çocuk gibi karla oynarken ayağının kayıp düştüğü anda onu izleyen Laura’nın yüzünde oluşan şefkatli ifadede hissediyorum.
Tren yolculuğu bitip de Murmansk’a vardıklarında ise yolculuk tamamlanmış olmuyor, ikiliyi bir de çetin hava koşullarında petrogriflerin olduğu şehir dışındaki yere giderken görüyoruz. Fırtınalı havadan ve aşırı soğuklardan hiç kimse Laura’yı petrogriflerin olduğu alana götürmezken Ljoha burada da ona eşlik ediyor. Karlarla kaplı ve bir kısmı buz tutmuş adacığa vardıkları vakit, Laura’nın “geçmişini bilmek” için görmek istediği binlerce yıllık taşların üzerinde neler olduğunu görmüyoruz; dil ve dilin göstergeleri burada bir kere daha kayboluyor. Petrogriflerin neyi simgelediklerini göremiyoruz.
Geçmişlerini tam göremesek de, hayatta bugüne kadar aradıklarını bulamadığını sezdiğimiz iki yabancı insan arasında doğan bu aşk hikâyesi, en başından beri karnımızda kelebekler uçuşturan bir sevgiyi değil, şefkat ve ötekini anlamakla kurulan bir aşkı anlatıyor. Tıpkı karakterlerin geçmişlerini bilmediğimiz gibi Laura’nın petrogriflerde neyi gördüğünü de bilmiyoruz. Bana kalırsa “6 Numaralı Kompartıman”, bambaşka iki insan arasında tüm farklılıklara rağmen doğacak aşkı sahici bir tren yolculuğu içerisinden anlatıyor. Kimi zaman dil çatlayıp yarılıyor ve bambaşka dildeki bir küfür, “Seni seviyorum”a dönüşüyor.