“Önce anne doğurdu çocuğu acıya
Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
Sonra herkes ve her şey çocuktan var oldu”
Arkadaş Zekai Özger
18 Şubat’ta MUBİ’de gösterime giren, 2021’in favori filmlerinden “Küçük Anne”ye yakından bakıyoruz.
Fransız senarist ve yönetmen Céline Sciamma’nın son filmi “Petite Maman”, bir yas ve büyüme hikayesini zamansız bir anlatı içerisinden kurarak anneanne, anne ve kız ilişkisinin dinamiklerini ele alıyor. Film, bir vedalaşma sahnesiyle açılıyor: Sekiz yaşındaki Nelly’yi (Joséphine Sanz) henüz çok yeni kaybettiği anneannesinin kaldığı bakımevinin diğer sakinleriyle vedalaşırken görüyoruz ilk önce. Sahnenin devamı ise anneannenin boşalan odasına doğru açılıyor; Nelly’nin annesi Marion’u (Nina Meurisse) boşalan odadaki kalan eşyaları toplarken görüyoruz ilk kez. Anne-kız arasındaki kısa diyalogdan sonra Nelly odadan çıkarken kamera, pencereden dışarıya bakan anneyi geniş açılıyla taşıyor kadrajına: Yasın eşiğinde omuzları düşmüş bir kadın ve sararmış otlarla dolu sonbahar bahçesine açılan bir pencere. Filmin henüz başında bir Claude Monet tablosuna bakar gibi hissediyoruz. Sciamma’nın deyimiyle bir teselli ve iyileşme arayan bu film; sarımtırak, kahverengi ve yeşil tonundaki renkleriyle en başından beri insanın içini hoş tutan bir dinginlik hissi veriyor.
“Petite Maman”, yaklaşık 75 dakikalık kısa süresinde ve yalın anlatımında bir kaybı hem bir yetişkin kadın hem de sekiz yaşındaki kız çocuğunun gözünden veriyor. Bu kaybın ardından anneannenin evini boşaltmaya giden anne, kız ve babanın sahnelerini izliyoruz. Ev boşaldıkça ortada kalan tek tük eşyalar Marion’un geçmişine doğru bir kapı aralıyor, bu kapıdan içeri doğru girecek kişiyse Nelly olacaktır. Bir seyirci olarak geçmişin kendini en çok belli ettiği anı, mutfak dolabının çekildikten sonra arkasındaki yenilenmemiş duvar kâğıdının ortaya çıkmasını buluyorum. Dolabın yana doğru itilmesiyle duvar kâğıdının önünde bir sandalyede oturan Nelly’yi alıyor kamera yalnız. Bu, Nelly’nin annesinin hatıralarına doğru çıkacağı yolculuğun ilk izi midir? Anne ve baba eşyaları toplarken evin arkasındaki ormana doğru bir gezintiye çıkan Nelly, ormanın içinde odunlardan bir kulübe yapan akranı bir kız çocukla karşılaşacaktır. Tıpkı, yıllar evvel annesinin yaptığı gibi odunlarla kulübe inşa eden küçük bir kız çocuğu. Nelly’nin karşılaştığı bu kız çocuğu, annesinin 8 yaşındaki halinin ta kendisidir. Bu, bir düş müdür yoksa Sciamma bizi gerçeküstü bir hikâyeye mi davet etmektedir bilinmiyor, ki zaten film de buna bir cevap aramıyor.
İşte bu karşılaşmadan sonrası için zarif bir hesaplaşma demek yerinde olacaktır, çünkü Nelly küçük Marion’la kurduğu ilişkide annesinin bugünkü üzüntüsünün sebebini ararken görüyoruz. Küçük Marion’un durgunluklarına uzun uzun bakışı, annesiyle –Nelly’nin anneannesi– kurduğu ilişkiyi gözlemlemesi bunun bir parçası örneğin. Bugüne kadar, annesinin mutsuzluğunun bir sebebinin kendisi olduğunu düşünürken Marion’un çocukluğuna açılan bu kısa yolculuk aklındaki bu soruya cevap bulmasına da imkân sunacaktır. Geçirdikleri birkaç günlük arkadaşlıkta Nelly’nin bu sorusu dillendirildiğinde ise küçük Marion şöyle cevap verir: “Üzüntümü sen yaratmadın.”
“Petite Maman”, bir annenin çocukluğuna açılan kapıyla zarif bir anne-kız hesaplaşmasına olanak veriyor. Bana kalırsa bu hesaplaşmayı zarif kılan nokta ise Nelly’nin gezintiye çıktığı ormanın, bilinçdışının ortaya çıktığı, şehrin dışındaki karanlık ormanların aksine evin hemen arkasında ve sıcak renklerle dolu bir orman olması. Yani, pek çok anne-kız çatışmasının aksine perçinleşip gerilimle dolmuyor. Sciamma, öyküsünü küçük bir kız çocuğunun şefkati ve anlayışı üzerine kuruyor. Anneannesinin evinin arkasındaki yoldan Marion’un çocukluğuna giden Nelly, annesinin hatıralarıyla arkadaş oluyor. Bilmem pandeminin etkisiyle midir, yönetmenlerin geçmişle bağlarını güçlendirdikleri şu günlerde “Petite Maman” da üzüntünün sebebini anlamak için “evin” arkasındaki yolu kullanarak geçmişe gidiyor. En yalın haliyle, Sciamma’nın dediği gibi “Petite Maman” bir teselli ve iyileşme filmi.