Bu sene 41.’si düzenlenen İstanbul Film Festivali, Türkiye ve dünya sinemasından usta yönetmenlerin en son filmlerini, kült olmuş filmleri ve festivallerden ödüllerle dönen yapımları sinema severlerle buluşturuyor.
Henüz küçük bir çocukken gördüğü o filmi bile hatırlayan yüzlerce seyirci, filmleri yapanlar, yönetmenler, senaristler, oyuncular, ışıkçılar, kostüm tasarımcıları ve ses teknisyenleri, sinema yazarları, film dağıtımcıları ve bugün sayıları iyice azalmış olsa da hâlâ bazı sinema salonlarında gördüğümüz yer göstericiler… Hepimizin ortak tutkusu güzel filmler görmek ve kimi zaman da bu filmleri anlatırken “Ben festivalde gördüm” diyebilmek. 41. İstanbul Film Festivali de 43 ülkeden 163 yönetmenin filmini 20 Nisan’a kadar sinema severlerle buluşturuyor. İşte, “Ben İstanbul Film Festivali’nde gördüm” diyebileceğiniz filmlerin bazıları.
“Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı”, Andreas Dresen
2002-2006 yılları arasında ABD’nin Küba’daki Guantanamo Üssü’nde hakkında iddianame olmaksızın tutulan Murat Kurnaz’ın hikâyesini annesi Rabiye Kurnaz’ın gözünden anlatan “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı”, 72. Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü alırken başrol oyuncusu Meltem Kaplan da En İyi Başrol Oyuncusu Ödülü’nün sahibi olmuştu. Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı”, 41. İstanbul Film Festivali’nin de açılış filmi oldu.
“Alcarràs”, Carla Simón
72. Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı Ödülü’yle dönen “Alcarràs”, festivalde bu ödülü alan ilk Katalanca film. Tamamen amatör oyuncuların yer aldığı film, Katalonya’daki Alcarràs köyündeki arazilerinde nesillerdir şeftali toplayan Solé ailesinin hikâyesini anlatıyor. Aile, şeftali ağaçlarının kesilip yerine güneş panellerinin kurulması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yönetmen, bu tehlike üzerinden aile bağlarının mahrem ve dokunaklı yapısını, geleneksel Katalonya’yı fon aldığı modern bir anlatı üzerinden yansıtıyor. Simón, “Estiu 1993” filmiyle 2017 İstanbul Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı.
“Vortex”, Gaspar Noé
Gaspar Noé’nin önceki filmleri gibi prömiyerini yine Cannes’da yapan “Vortex”, yönetmenin geçirdiği beyin kanaması ve Covid tecrübesinden sonra şekillenen bakış açısını kişisel bir pencere olarak seyirciye açıyor. Baştan sona bölünmüş ekran tekniğinin kullanıldığı film, yaşlılıktan mustarip sevgi dolu bir çiftin son günlerine odaklanıyor. Gaspar Noé filmini, “yüreklerini yitirmeden önce, akıllarını yitiren tüm insanlara” adıyor.
“Coma”, Bertrand Bonello
Yönetmen Bertarand Bonello’nun salgınla ilgili bugüne dek yapılmış en iyi filmlerden birine imza attığı “Coma”, salgınla gelen sokağa çıkma yasaklarının tetiklediği sosyal ve ekolojik kaygıları özümseyip ekrana yansıtıyor. İnsanları rüyasının içine sokma yetisine sahip genç Patricia Coma’nın hayalle gerçeklik arasında kurduğu bağda gidip gelen film, bir yandan günümüz gençliğinin sanal dünyayla ilişkisine de bir pencere açıyor. Neredeyse soyut bir karışık teknik deneme fantezisi olan “Coma”, filozof Deleuze’ün “Asla başkasının rüyasına girme, tehlikeli olabilir.” sözünden esinleniyor.
“Benediction”, Terence Davies
“Benediction” (Kutsama), Birinci Dünya Savaşı şairi Siegfried Sassoon’un çalkantılı yaşamını, şiirsel sinemasıyla tanınan yönetmen Terence Davies’in gözünden aktarıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Alman kuvvetlere karşı mücadele eden Sassoon, gösterdiği cesaretle Demir Haç nişanına layık görülmüştü. Ne var ki, cepheden döndükten sonra hükümetin savaşı devam ettiren politikasını eleştiren Sassoon, savaş aleyhtarı bir savaş kahramanı olarak tarihe adını yazdırdı. Yönetmen, paramparça bir dünyada kendini arayan şairin özel hayatını derinlikli bir bakış açısıyla ele alıyor.
“Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece”, Payal Kapadia
Hindistan’da bir film okulunda okuyan L’nin uzaktaki sevgilisine yazdığı mektuplarla yola çıkan “Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece”, mektupların L’nin çevresinde nasıl esaslı değişikliklere yol açtığını göstererek ilerliyor. Gerçeğin rüyalar, anılar, fanteziler ve kurguyla karıştığı bu belgesel film, aynı zamanda Hindistan’ın sosyal yaşamına ve şovenizme boyun eğen eğitim politikalarına da eleştirel bir bakış açısı getiriyor. “Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece”, Film Festivali kapsamında hazırlanan “Tatlı, Olgun Meyvelerle Kaplı Ulu Bir Ağaç Olmak Yerine: 17. İstanbul Bienali” seçkisinde yer alıyor.
“Titanik’i Seyretmek İstemeyen Kör Adam”, Teemu Nikki
Kör bir erkeğin perspektifinden çekilmiş, mizahi bir anlatıyla kurulu “Titanik’i Seyretmek İstemeyen Kör Adam”, sevdiği kadına kavuşmak için türlü badireler atlatan ana karakterin sıra dışı öyküsünü anlatan bir aksiyon-gerilim filmi. Tekerlekli sandalyeye mahkûm, engelli ve kör sinema tutkunu Jaakko, uzakta yaşayan büyük aşkı Sirpa’dan aldığı bir haberle sarsıldığında, acilen onun yanına gitmeye karar verir fakat bunun için yolculuğunun beş farklı aşamasında da beş yabancının yardımına muhtaçtır: Evden taksiye, taksiden istasyona, istasyondan trene, trenden taksiye ve taksiden de nihayet Sirpa’ya…
“Küçük Filistin”, Abdallah Al-Khatib
Abdallah Al-Khatib’in yönettiği “Küçük Filistin”, 1957’den 2018’e dek dünyanın en büyük Filistin mülteci kampına ev sahipliği yapan Şam’ın bir ilçesi olan Yermük’teki kamp sakinlerinin kuşatma altındaki gündelik yaşantılarına çeviriyor kamerasını. Barış aktivisti yönetmen Abdallah Al-Khatib, 2015’te sınır dışı edilene kadar bu kampta yaşayıp 2011-2015 yılları arasında Yermük’teki günlük yaşamı çekip belgeledi. Çektiği bu görüntüler, 2021’de Visions du Réel’da ilk gösterimini yapan bu filmin temelini oluşturdu.
“Atlantis”, Yuri Ancarani
İtalyan yönetmen Yuri Ancarani gondollar ve su kanalları arasında su gibi akıp giden bir Venedik seyrini, Venedik lagünü yakınlarında bir adada yaşayan Daniele isimli bir gencin öyküsüyle birlikte sunuyor. Pek çok yaşıtı gibi hız tutkunu olan Daniele, bir gün rekorlar kıracağı “barchino”nun (deniz motoru) sahibi olmanın hayalleriyle yaşarken bu uğurda denediği her şey feci şekilde ters teper ve hikâyesi umutsuzca kötü bir sona doğru ilerler. Belgesel sinemayla çağdaş sanatı harmanlayan İtalyan yönetmen Yuri Ancarani’nin ilk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yaptığı film, dört yıla yayılan gözlemlere ve gerçekten hayattan alınan diyaloglara dayanıyor.
“Yaşamaya Bak”, Mike Mills
Dokunaklı ve iç ısıtan bir yol hikâyesi olan “Yaşamaya Bak”, ülkenin gençleriyle röportaj yapmak için yollara düşen gazeteci Johnny’nin küçük yeğeninin de dahil olduğu, New York’tan New Orleans’a uzanan bir yolculuğu anlatıyor. Filmin başrolünde “Transparent” ve “Girls” dizilerinin oyuncusu Joaquin Phoenix yer alırken, yönetmen koltuğunda ise “Beginners” ve “Thumbsucker” filmleriyle tanıdığımız Mike Mills’i görüyoruz.