Çağan Irmak’ın “Yeşilçam”ında şöyle bir replik vardı: “Bir film yaparım, hastalar iyileşir, mevsim değişir.” Biz de filmlerin iklimimizi değiştirmesini seviyoruz, bu yüzden Saatolog editörleri olarak geçtiğimiz senelerde The Guardian’ın da listesine giren, sizi yeni yolculuklara çıkarıp havanızı değiştirecek yol temalı beş (+1) filmi bir araya getirdik.
Zamanın Akışında, Wim Wenders
Wim Wenders’ın yaklaşık üç saat süren siyah beyaz filmi “Zamanın Akışında”, yönetmenin “yol üçlemesi” olarak bilinen serisinin son ve pek çok kimseye göre de en güzel filmi. 1976’da Cannes’da FIPRESCI ödülünü alan filmin hikâyesi ise şöyle: “Aynı zamanda tamirhane olarak da kullandığı kamyondan bozma karavanıyla Batı Almanya doğusundaki küçük kasabaların sinema salonlarını tek tek gezerek projeksiyon cihazlarının bakım ve tamirini yapan Bruno yolda, karısından ayrıldığı için bunalıma girmiş, intihara meyilli Robert’i de yanına alır. Uzun yollar boyunca çok az konuşan bu içe dönük ikili kendilerini, kadınları ve hayatı sorgulamaya başlayıp anlam yüklemeye çalışırlar.” İkilinin bu içsel yolculuğuna eşlik eden diğer tema ise İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman sinema sektöründe görülen yozlaşmadır. Film boyunca gördüğümüz küçük kasabaların durağan görüntülerine Wenders’ın kullandığı özgün müzikler ve şiirsel anlatım eşlik ediyor. Filmde kullanılan parçalardan biri de Roger Miller’ın “Kings of the Road” da filme İngilizcedeki ismini veriyor.
Yaban Çilekleri, Ingmar Bergman
“Yaban Çilekleri” varoluşsal sorunları bir yolculuk hikayesi eşliğinde ele alıyor. Isak Borg, 78 yaşında oldukça huysuz ve inatçı bir fizikçi; yıllarını bakteri bilimine veren profesör, mezun olduğu Lund Üniversitesi’nden alacağı onur nişanesi için Stockholm’den Lund şehrine doğru yola çıkar, fakat profesöre yol boyunca türlü kâbuslar eşlik ediyor olacaktır. Bu kâbuslar, artık hayatının sonuna yaklaştığını fark eden Borg’un sorunlu geçmişinden doğmaktadır. 1957 yapımı film, yönetmen Ingmar Bergman’ın başyapıtlarından biri olmayı başarmıştır. “Yaban Çilekleri”ne ayırdığımız kısmı, filmin kapanış sahnesinden bir cümleyle bitirelim: “Kendimi ne zaman üzgün ya da endişeli hissetsem, çocukluğumu aklıma getirerek rahatlamayı huy edinmişimdir.”
Straight’in Hikâyesi, David Lynch
Kızıyla birlikte küçük bir kasabada yaşayan Alvin Straight… Yaşını almış ve sıradan bir kimse olan Straight’in yola düşme hikâyesi ise on üç yıldır hiç konuşmadığı ağabeyinin kalp krizi geçirdiğini öğrenmesiyle başlar. Yaşından dolayı araba kullanamayan ve neredeyse kendi başına yürümekte bile zorlanan Straight, çim biçme makinesine binerek abisine gitmek üzere kilometrelerce süren bir yolculuğa çıkar. Yüzlerce kilometre, bir sürü yeni insan ve altı haftalık bir yolculuk… “Straight’in Hikâyesi”, çim biçme makinesiyle çıkılan ender yolculuk filmlerinden biri olsa gerek. Hoş, yönetmeni David Lynch olunca yolculuğa sıra dışı bir şekilde çıkılmasına da pek şaşırmıyoruz.
Thelma & Louise, Ridley Scott
Ridley Scott’un filminde ise alışılmış bir şekilde otomobille, fakat feminist bir yolculuğa doğru çıkacağız. “Thelma & Louise”, iki genç kadın arkadaşın özgür bir hafta sonuna doğru çıktıkları seyahati konu alıyor. Erkek arkadaşından sıkılan Thelma ve cinsiyetçi eşiyle sıkıcı bir hayat süren Louise’in açıldığı bu özgürlük yolculuğu hesapta olmayan gelişmelerle tozlu yollarda kalabalık kovalamacaların olduğu bir hikâyeye doğru evrilir. 1991 yapımı film, doksanların kült yapımlarından biri haline gelirken feminist yol filmleri türünde başı çekiyor.
Gezginler, Ben Wheatley
İngiltere’nin Göller Bölgesi’ni karavanlarıyla boydan boya dolaşan katil bir çiftin oldukça eğlenceli ve bir o kadar da kan revan dolu hikâyesi… Tutkulu ve sevgi dolu çift Chris ve Tina’nın tatili oldukça iyi başlar, fakat karavan komşularının rahatsızlık vermesiyle olayların değişmeye başlar. İlginç bir yol filmi olan “Gezginler”, kara komediyle yoğrulmuş. Eğer daha önce izlemediyseniz epeyce güleceğiniz filmde bir yandan cesetlerin havada uçuştuğunu söyleyerek ufak bir spoiler vermiş olalım. Wheatley, verdiği bir röportajında ise komedi ve korku arasındaki ilişki için şöyle diyor: “Ben komedi ve korku kavramlarının birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zira komedi dediğimiz şey, diğer insanların başına gelen talihsizlikler ve rahatsız durumlar üzerinden eğlenmektir. Korku ise bunun biraz daha ötesine geçen bir tür. Kısacası korku, komedinin ‘aşırı’ formu…”
Bir bonus olarak seçkimizi yerli bir filmle bitiriyoruz:
Limonata, Ali Atay
Ali Atay’ın 2015 yılında sinemaseverlerle buluşturduğu “Limonata”nın hikâyesi şöyle: Makedonya’da yaşayan eski tır şoförü Suat’ın hastalanıp yatağa düşmesiyle birlikte son arzusu, bebekken terk ettiği oğlu Selim’i görmek olur. Bu arzusunu gerçekleştirmek üzere Suat’ın Makedonya’daki oğlu Sakip, Selim’i bulmak için babasının emektar arabasına atlayıp İstanbul yollarına düşer. Suat’la birlikte Sakip’i aramak için Kocamustafapaşa’nın eski cadde ve sokaklarında gezinirken sonrasında da Makedonya’ya doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. İstanbul-Makedonya arasında geçen film, bir yandan Makedonya sınırlarında yaşayan Rumeli Türklerinin Türkiye olan bağlarını ve kültürel ilişkilerini de işlemiş oluyor. Sakip karakterine hayat veren ve aslen Makedon göçmeni olan Ertan Saban’ın Rumeli şivesi Balkanlar’a doğru bir yolculuğa çıktığımızı tam anlamıyla hissettiriyor. Filmin Balkanlar havasını pekiştiren isimlerden biri de geçtiğimiz aylarda genç yaşta kaybettiğimiz Luran Ahmedi’nin başarılı oyunculuğu olmuş.