Oris’in fabrikasında aynı anda yerel ve global olmak üzerine epey düşündüm.
Aylar sonra yeniden İsviçre yolcusuyuz, bu kez daha önce gitmediğimiz bir köye adım atmak için: İsviçre’nin kuzeybatısındaki Hölstein köyünde yer alan Oris’in fabrikasına gidiyoruz.
Bu bizler için biraz daha farklı bir yolculuk; çünkü genellikle olduğu gibi tarihi yüzyıllara dayanan tümüyle geleneksel bir markanın değil, tarihi 1904’e dayansa da duyurduğu saatler, etkinlikleri, standları ve çalışanlarıyla genç ve dinamik bir markanın merkezini göreceğiz.
Basel’dan 15-20 dakika sürüş mesafesindeki bu köy-kasaba, bir seyahat destinasyonu değil. Yani Hölstein’a gidiyorsanız muhtemelen Oris için gidiyorsunuzdur. Gitmişken bizim de yaptığımız gibi yakınlardaki, tarihi 1830’a dayanan Bad Bubendorf’ta yemek yiyebilir, hatta konaklayabilirsiniz. Hölstein’da Oris’in sponsor olduğu bisiklet parkında bisiklet sürebilirsiniz ya da Oris’in ismini aldığı (fabrikanın yanındaki değil, onun adı Frenke; buna daha sonra değineceğim) Oris Çayı’nın etrafında biraz oturup etrafı seyredebilirsiniz.
Biz de restorandan sonra, sürdürülebilirliğe odaklı markanın kuralları gereği karbon ayak izini artırmamak için toplu taşımayı tercih ederek Oris’in pembe binasına ulaşıyoruz. Oris’in Bölge Direktörü Marco Gemperli, bize bu kompakt binayı gezdiriyor. Binanın girişindeki mağaza yeni açılmış; bu çevrede başka da bir mağaza yok, doğanın içindeyiz. Bu mağazayı, saatini tamire bırakan misafirlerle eskisi gibi değil, daha sıcak ilişkiler kurmak için açtıklarını anlatıyor Marco. Bizi alanda Türkçe yazılı “Sıcak bir karşılama” yazısıyla karşılayan Helena da orada çalışıyor; Oris’in Türkiye distribütörü Şark Saatçilik’ten Kübra Coşgun ilgimi çeken ilk bilgiyi paylaşıyor: Bir rafta bulunan bira (ne de olsa Alman kantonundayız), cin, hardal, reçel gibi ürünler, yerel üreticilere aitmiş ve burada satılıyormuş. Bu tam da Oris’lik bir hareket, diye geçiriyorum içimden. Sürdürülebilirliğin kurallarından biri yerel üreticiye destek olmak, hem buradan bir ürün satın aldığınızda ister istemez Hölstein’la bir bağ da kurmuş oluyorsunuz. Ben de hemen üzerinde Oris logosu olan bir bira alıyorum.
Oris, geyik derisi kayışları için de eski geyik derilerini dönüştürüyor. Her yıl İsviçre’de yaklaşık 15 bin geyik, nüfuslarının çok artmasından dolayı kırsal alanı korumak için itlaf ediliyor. Çevreci Cervo Volante şirketi yakılacak geyik derilerinden el yapımı ürünler üretiyor. Oris de Big Crown Pointer Date’ten başlayarak ürünlerinde işte bu geyik derilerini kullanıyor. Marco bununla ilgili “Dev otomotiv şirketleri ufacık çizik olsa bu derileri almıyor ve atıyorlar, bizim için ufak çizgilerin önemi yok,” diyor.
1904 kuruluşlu Oris’in Hölstein’la özel bir bağı var. 20. yüzyılın başında 40 çiftçinin olduğu bu köyde (hâlâ %43’ü tarım arazisi ve bugün yaklaşık 3 bin nüfusu var), İsviçre saatçiliğinin hızlı gelişimiyle birlikte komşusu Waldenburg’daki gibi bir saat şirketi kurulmak istenmiş. 1902’de Lohner and Co. adlı bir şirket kurulmuş, şirket sahibinin ani vefatından sonra Paul Cattin ve Georges Christian, bir başka İsviçre kenti Grenchen’den gelip fabrikayı 1904’te devralmışlar ve ismini Solothurn ve Basel Landschaft Kantonları arasındaki sınır olan Oris çayından ötürü Oris koymuşlar. Markanın köşetaşlarını anlatan Kevin Kohn, bu çayın biraz daha uzakta olduğunu ve muhtemelen bu ismin yakındaki Frenke’den daha kolay bir isim olduğu için seçildiğini söylüyor. İsim, tüm dünyada yazıldığı gibi okunabiliyor. Bu arada az daha Oris Watch Company adından dolayı OWC de olabilirmiş.
Marka 2016’da “Swiss Watches” sloganını “Hölstein 1904” olarak değiştirmişti. Kevin bunun nedenini şöyle anlatıyor: “Oris’in İsviçre saatleri yaptığını herkes biliyor. Biz bulunduğumuz yeri de tanıtmak istedik, şimdi herkes bize Hölstein nerede diye soruyor.”
İlk kez 2020’de, kuruluşlarının 116. yılında Hölstein koleksiyonlarını sunmuşlar, 2021 ve 2022 versiyonlarıyla koleksiyonlarını genişletmişlerdi. Hölstein koleksiyonunun arka yüzündeki tren gravürü buraya gelince anlam kazanıyor. Çünkü bu gravür, binanın tam karşısındaki tren istasyonuna gönderme yapıyor. Bu tren, Oris’in altın çağında çevre köyler ve kentlerden gelen çalışanları taşıyormuş.
1904’te kurulan Oris, 1911’de dev bir tesis haline gelmiş. Kevin arşivden çıkarılan mektuplarda eski tesisin büyüklüğünü gösteriyor, daha sonra binadan çıkınca da bu alanı göreceğiz. Çalışan sayısı 300’e ulaşırken 1929’da Oris Hölstein, Holderbank (1906), Como (1908), Courgenay (1916), Herbetswil (1925), Ziefen (1925) fabrikaları açılmış, çevrede çalışanlar için Oris 80’e yakın lojman inşa etmiş. Bu evler içinde başkaları yaşasa da, hâlâ duruyor.
Marka ilk kol saatini cep saatinden dönüştürerek 1925’te üretmiş. Kevin bu noktada ilk kol saatlerinin dünyada kadınlar için üretildiğini, erkekler için sonradan üretildiği bilgisini paylaşıyor. İlk erkek kol saatlerinin üretim nedeni ise bildiğiniz gibi askeriydi.
Şirketin 118 yılda eğer hafızam beni yanıltmıyorsa sadece 5 yöneticisi olmuş. Bunlardan biri de daha sonra Edmond Jaeger’le birleşerek Jaeger-LeCoultre’ü kurmuş olan Antoine LeCoultre’ün torunu Jacques-David LeCoultre’tü.
Oris saatleri giderek yaygınlık kazanırken karşılarına İsviçre hükümetinin 12 Mart 1934’te çıkardığı saat kanunu çıkmış. Bu yasa, İsviçre saatçiliğinin standardını oluşturmak istiyor, bu sebeple de bireysel saat şirketlerinin izin almadan yeni teknolojiler kullanmalarını, üreticilerin o zamana kadar ürettikleri şeyden başka bir parça üretmelerini engelliyordu. Oris de hep kullandığı pimli eşapman yerine kollu maşalı bir eşapman kullanmaya geçemiyordu. Bu kuralı bozan ise, satış müdürü olan babasından sonra 1956’da şirkete giren genç avukat Dr Rolf Portmann olmuş. Portmann, 10 yıl süren başarılı bir basın, politika ve hukuk mücadelesi sonunda 1966’da davayı kazanıp İsviçre saat tarihini de bu zorlu kanundan kurtarmış.
Bundan sonrası çok önemli, çünkü bu kadar büyüyen bir şirketin krizden nasıl etkilendiğini anlatıyor: Oris, 1960’ların sonunda dünyanın en büyük 10 saat şirketinden biriyken, 800’e yakın personelle yılda 1,2 milyon saat üretirken 1970’ler İsviçre saatçiliğini durma noktasına getiren krizi getirir: Quartz Krizi. Oris de bu dönemde çalışanların büyük kısmını çıkarmak zorunda kalır, evleri satar, şirket zar zor ayakta kalır. 1970’te Oris’in hisseleri Swatch Group’un öncülü ASUAG’a satılır: Artık bağımsız değildir. Şirketi kurtaran ise Dr Rolf Portmann ve Ulrich W. Herzog’un (kurucunun sonraki nesillerinden) “Bundan sonra sadece mekanik saat üreteceğiz” demesi olur. Artık fiyat-performans saatleri üreteceklerdir. 1982’de ise şirket yeniden bağımsız hale gelir.
Bu kısımda Kevin, bir başka markanın marka yüzü ünlünün kolunda saat gördüğümüz ilanını gösteriyor. Başka bir markayı göstermesi beni şaşırtıyor, ama zekice bir yaklaşım. “Bu markalardan saat aldığınızda paranın yarısını bu reklamlara veriyorsunuz, daha pahalı daha iyidir diye düşünmeyin. Bizim ünlü yüzümüz yok, bizden saat aldığınızda gerçekten saatin kendisine para verirsiniz, o yüzden daha hesaplıdır, fiyat-performans oranı yüksektir.”
Kevin ufak bir saatçilik atölyesi yapıyor, bizlere tornavida ve loop’la basit bir saatin parçalarını söktürüp taktırıyor. Epey eğlenceli bir aktivite oluyor bizler için. Daha önce bir saate gravür yapmak isterken mahvetmişliğimiz de yok değil: Tüm bunlar saatçiliğin ne kadar detaylı, meşakkatli ve ustalık işi olduğunu bir kez daha gösteriyor bize.
Oris’in fabrikası şaşırtıcı derecede küçük; içeride gerçekten genç saat ustaları çalışıyor. Marco bu noktada giderek büyüdüklerini anlatıyor, bölümler yeniden tasarlanıyor. Girişteki mağaza bu yenilenme öyküsünün bir parçası. Ve yine üst kattaki Calibre 400 sergi salonu da. Calibre 400, kendi mekanizmasını yeniden üretmeye başlamış saat şirketinin medarı iftiharı. Özellikle de bu şirketin Quartz Krizi’nden önce kendine ait 279 mekanizması varken 2014’teki elle kurmalı Calibre 110’a kadar kendi mekanizmasını üretemediği düşünülecek olursa. Calibre 400, 2020’de duyurulmuştu: Oris, in-house otomatik, beş gün güç rezervli, anti-manyetik ve 10 yıl garantili bu mekanizmayı bugün de geliştirmeye devam ediyor.
Calibre 400 sergi salonunda da, Oris tarihinden kareler, eski saatçilik aletleri, Calibre 400’ün parçaları gibi teknik parçalar ve detaylar yer alıyor. Marco daha sonra bize kasımda duyuracakları iki modeli gösteriyor. Bu saatleri önden göstermesi ayrıcalıklı hissettiriyor.
Oris tarihinden en ilgimi çeken detay ise 1949’da çıkardıkları alarm saatler. Kevin, babaannesi dahil birçok yaşlının hayatına dahil olduğunu söylediği tarihi alarmı çaldığında ortalık çınlıyor. Markanın takipçileri bu alarmları yeniden üretmelerini istiyorlarmış, Kevin ise “Bu duygusal bir parça, ama cep telefonları varken üretmek anlamsız olur” diyor.
Bugün Oris’in 90 çalışanı var. Quartz Krizi’nin etkilerinden kurtulup bugünlere gelmeleri kolay olmadı, ama günümüzde de “tool watches” denen işlevsel saatleri yanında Aquis Date Upcycle, ProPilot X Calibre 400 somon kadran gibi “çekici” saatler üretmeyi başardılar. Umarım sayılarını daha da artırırlar, çünkü dalış ve pilot saatleri gerçekten her yerde. Bizim böyle çekici saatlere ihtiyacımız var.
Basel’da bulunduğumuz tarih, Basel’ın 1. Flâneur Şehir Festivali’ne denk getirilmişti. Müzik, standlar arasında Oris’in Basel’daki mağazasına da gittik.
Tarihi oda, polisiye oyunları, resim odası ve bira barı olan mağazanın girişinde Oris festival standı da yer alıyordu; çekilişe konan saat ne yazık ki bize çıkmadı.
Hölstein’dan çıkıp yağmurlu bir eylül günü teleferikle dağa çıktığımızda etrafta inekler, keçiler görüyoruz. Kevin durduğumuz bir noktada “Karşıdaki dağı görüyor musun,” diyor, “O, Almanya, Fransa ve İsviçre’nin kesişim noktası.”
Köyün çevresinde Oris takanlar çoğunlukta mı diye merak ediyorum. Bir başka röportajda öyle olduğunu okuyorum. Tıpkı Valle de Joux gibi burası da gezegenin doğa harikalarından biri. Hölstein’a gelince Oris’in neden sürdürülebilirliğe odaklandığını anlamak kolaylaşıyor.