Kötü enerjilerden arınmak amacıyla yaktığınız adaçayı ile asla ayrılamadığınız ceketiniz arasında bir bağ olabilir. Meltem Reyhan, gündelik hayatın içinde fark etmeden uyguladığımız ritüeller dünyasında gizemli bir yolculuğa çıkarıyor.
Ritüeller, insanlık tarihinin en eski ve en ilgi çekici alışkanlıklarından. Antik çağlardan bugüne, kültürel yapımıza ve toplumsal kimliğimize dair en derin izleri taşıyorlar. Peki bu kadim alışkanlıklar, modern dünyada neye evrildi? İşte bu sorunun cevabını, Müptela Yayınevi etiketiyle çıkan “Ritüellerin Şifreleri” kitabında, yazar Meltem Reyhan çok katmanlı bir bakış açısıyla sunuyor. Hem tarihsel kökenleri inceliyor hem de günlük yaşantımızda farkında olmadan devam ettirdiğimiz gelenekleri ele alarak, modern insanın iç dünyasını keşfetmemize aracılık ediyor.
Reyhan’ın sade ve akıcı dili sayesinde, ritüellerin tören veya eğlence unsuru olmanın ötesinde manevi ve duygusal dünyamızda gizli kalmış pek çok şeyi harekete geçirebilecek güce sahip olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Kitabın odağında; statü, estetik, kişisel bağlar gibi farklı bileşenler var. Bu bileşenlerin hemen her gün kendi yaşamlarımızda bir şekilde karşımıza çıktığını fark etmek şaşırtıcı.
Şimdi, günümüz dünyasında çoğu zaman nedenini bilmeden gerçekleştirdiğimiz ritüellerin 7’sine göz atalım, ardından sizi Ritüellerin Şifreleri kitabının yazarı Meltem Reyhan ile söyleşimize davet ediyoruz.
7 Maddede Gündelik Hayatımızda Fark Etmeden Uyguladığımız Ritüeller
Lüks Takılar
Lüks takılar, tarih boyunca güç ve prestijin sembolü oldu. Eski Mısır’ın altın bilezikleri ya da Ortaçağ’ın mühür yüzükleri gibi objeler, bugün yerini yüksek marka değeri taşıyan saatlere, mücevherlere ve aksesuar tasarımlarına bıraktı. Ritüel niteliğindeki bu objeler, hem bireyin kendi iç dünyasında hem de toplum önünde bir statü ifadesi olarak öne çıkıyor. Günümüzde pırlantalı yüzükler veya özel tasarım mücevherler, kişinin sosyal çevresinde yarattığı prestiji güçlendiren unsurlar arasında yer alıyor.
Kitapta, antik Mısır kraliyetinden günümüze uzanan bilezik geleneğinin, güç ve zarafeti bir arada simgelediğine dikkat çekiliyor. Özel tasarım bir yüzük veya titizlikle seçilmiş el yapımı bir kolye, varlığını sadece görselliğiyle değil, manevi tatminiyle de sahibine hissettiriyor.
Sofra Düzeninde Rafinelik
Yemek, sadece fiziksel bir ihtiyaç değil; aynı zamanda bir statü göstergesi. Antik Roma’da düzenlenen ziyafetlerden günümüz Michelin yıldızlı restoranların sofralarında kullanılan porselenlere, kristal bardaklara veya gümüş çatal bıçak takımlarına kadar çok sayıda ürün, bir ritüelin en estetik unsurları. Yazar, kitabında “antik çağ ziyafetlerinden beri süregelen bu gösteriş ve estetik anlayışı” vurgulayarak, sofra ritüelinin beslenme ihtiyacını gidermekten öte olduğunu anlatıyor. O masaya oturan herkes; ince düşünülmüş bir tasarımın, itinayla hazırlanmış ikramların ve seçici bir estetiğin tadını, tüm duyularıyla yaşıyor.
Mücevhersiz Medeniyetler Hiç Var Olmadı: Andrea Branzi’nin Yaratıcı Dünyasına Yolculuk
Sahil Atmosferini Evinize Taşıyın
İlham Veren Mutfak Dekorasyon Önerileri
Manevi Sembollerle Kişisel Bağ Kurma
Maneki Neko’dan Buda heykellerine, zarif bir tütsülükten zenginlik ve refahı temsil eden objelere hepsinin ardında, köklü inanışlar ve binlerce yıllık ritüeller yatıyor. Meltem Reyhan, özellikle ev ve ofis gibi yaşam alanlarına yerleştirilen manevi sembollerin, orada yaşayan ya da çalışan kişinin iç dengesini sağladığını belirtiyor. Diğer yandan, kültürel motiflerin evin bir köşesindeki varlığı, kimilerine göre “ait olma” hissini de güçlendiriyor.
Moda: Kişisel Bir Tören
Moda, ritüelin en görünür hali. Gün içerisinde gözünüzü açtığınız ilk andan, işe ya da özel davete gitmek için hazırlanana kadar yaptığınız her adımı bir nevi “tören” olarak düşünün. Kitapta, özellikle giyinmenin sadece fiziksel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda kimlik yansımasının bir parçası olduğu vurgulanıyor. Dolabınızda özenle sakladığınız bir ceket veya uzun arayışlar sonucu bulduğunuz özel bir ayakkabı, size her giyişinizde farklı bir duygu tattırır. Bu duygu, seçkin moda anlayışını benimseyen kişilerin kendine özgü ritüelidir.
Yeni Başlangıçların “Uğurlu” Dokunuşları
Yeni bir ev, iş ya da hayat başlangıcı için yapılan ritüeller, manevi olduğu kadar somut bir anlam da taşır. Örneğin, yeni bir eve taşınırken yakılan adaçayı tütsüsü, pozitif enerji çağrısı için popüler bir tercih. Anahtarın özel bir kutuda saklanması veya eve ilk girişte sembolik bir objenin yerleştirilmesi, hem anıyı ölümsüzleştirir hem de yeni başlangıcın olumlu bir enerjide başlamasını sağlar.
Eve ilk girdiğinizde, belki de elinizde ufak bir çan çalarak “yeni mekâna ferahlık getirsin” diye dilek tutarsınız. Ya da iş yerine ilk kez adım atanlara geleneksel olarak hediye sunulması, o kişiye “sen buraya aitsin” mesajı verir. Reyhan, kitabında özellikle bu tür küçük ritüellerin, mekân ve insan arasındaki duygusal bağı pekiştirdiğini vurguluyor. Daha sonra yaşanacak pek çok anı ve başarı, o ilk gün yapılan sembollerle özdeşleşir, böylece bu ritüeller manevi değeri yüksek birer “uğur” hâline gelir.
Mimari ve Doğayla Kurulan İhtişamlı İlişki
Mimari yapılar ve doğa unsurları da ritüellerin parçası olarak gösterilebilir. Gökdelenler, villalar veya özel peyzaj tasarımları, bireyin çevresiyle kurduğu ilişkiyi simgeler. Tarih boyunca kraliyet saraylarından günümüz modern villalarına kadar, mimari yapılar güç ve prestijin bir sembolü olmuştur. Bu mekanlar, bireyin ritüellerini gerçekleştirdiği kutsal alanlara dönüşebilir. Burada unutulmaması gereken husus, bu yapıların sadece dışarıdan görkemli durması değil, içinde yaşanan deneyime de zengin detaylar katması. Yeşil bitkilerin konumu, mekânın ışık alışı, odaların ferahlığı… Bunların hepsi, gündelik yaşam ritüellerini daha etkileyici kılıyor.
Gurme Lezzetler
İster trüfle zenginleştirilmiş bir makarna olsun, ister sadece en taze malzemelerle hazırlanmış geleneksel bir tat… Reyhan, lezzetin en büyük sırrının hem şefin tutkusunda hem de yemeği sunan kişinin niyetinde saklı olduğunu belirtiyor. Kişinin, özel malzemeleri bilinçli şekilde kullanması ve masa etrafında keyifli bir sohbet ortamı yaratması, bu ritüelin temelini oluşturuyor. Burada önemli olan, sadece yemeği kimin yaptığı ya da hangi malzemelerin kullanıldığı değil; bu yemeğin, paylaşılan bir atmosfere kattığı ayrıcalıklı his.
Tüm bu ritüeller, sıradan tüketim alışkanlıklarından ziyade, kişinin kendini özel hissetmesini sağlayan ve bulunduğu çevreye estetik bir iz bırakma amacını güden detaylarla dolu. “Ritüellerin Şifreleri” kitabı, tarihsel referanslardan yola çıkarak günümüz dünyasındaki bu uygulamaların, aslında çok katmanlı ve derin bir anlam taşıdığını bize hatırlatıyor. Her bir ritüel, hem geçmişten miras kalan sembolik değerleri hem de modern hayatta öne çıkan tasarım ve estetik anlayışını bir potada eritiyor. Bu nedenle, bu uygulamalar bir bakıma “keyfi yüceltme sanatı” olarak da yorumlanabilir.
Buraya kadar, modern dünyada pek çoğunu fark etmeden benimsediğimiz 7 farklı ritüelden bahsettik. Elbette bu satırlarla sınırlı kalmayıp konuyu daha da derinleştirmek isteyebilir, kendi yaşam pratiğinizle ritüeller arasında yeni köprüler kurmak isteyebilirsiniz. Şimdi, ritüellerin şifrelerinin nasıl çözüldüğüne dair merakımızı gidermek üzere, kitabın yazarı Meltem Reyhan’la yaptığımız söyleşiye kulak verelim.
Bu kitabı yazarken kendi hayatınızdaki hangi ritüelleri yeniden keşfettiniz?
Kitabın araştırma sürecinde dikkatim çoğunlukla kültürel ve dini ritüeller üzerine odaklanmıştı; ancak zamanla ritüelin bireysel hayatımızdaki yerini fark ettikçe aile ritüellerimin değerini daha iyi anladım. Örneğin, yeni bir işe başlarken ellerime kına yakmak, zor bir dönemin sonunda evde tatlı pişirip komşularıma dağıtmak ve sokak hayvanları için bağışta bulunmak gibi alışkanlıklarımın aslında benim için birer ritüel olduğunu keşfettim. Bu süreç, ritüellerin yalnızca toplumsal bir gereklilik değil, aynı zamanda kişisel anlam yüklediğimiz eylemlerle de şekillendiğini görmemi sağladı. Yani her ritüelin, duygu dünyamızla kurduğumuz bir bağ olduğunu fark ettim.
Kitabınızda ritüellerin şifrelerini çözerken, yazım sürecinizi nasıl bir ritüel hâline getirdiniz?
Sabah saatlerini yazım süreci için en verimli zaman olarak belirledim. Yazmaya başlamadan önce masamı düzenler, bir mum yakar ve kahvemi hazırlarım. Bu, zihinsel bir hazırlık ve odaklanma ritüelidir benim için. Son iki yıl, planlarımın alt üst olduğu bir dönem oldu. Tüm Türkiye’yi derinden sarsan 6 Şubat depremi sonrasında bölgede yardım çalışmalarına katıldım ve bir dernek kurdum. Bu süreçte kitaptan bir süre uzaklaştım. Yeniden bağ kurabilmek için kendimi yavaş yavaş sürece alıştırdım.
Bu yavaş başlangıç yöntemini herkese öneririm: Bir işe odaklanmaya karar verdiğimde, 7 gün boyunca azar azar o konuyla ilgilenirim. Yazma sürecinden uzaklaştığımda, kendimi yeniden motive etmek için ellerime kına yakar ve niyetimi tazeleyerek ritüelimi başlatırım. Ancak süreci asla zorlamam, akışta kalırım. Bu yöntemle yazdığım her şey, sonunda bana kendimi harika hissettiriyor.
Ritüeller alışkanlıkların kutsallaştırılmış hâli midir?
Ritüelin temel iddiası, olağan zaman akışını kutsal bir zamana dönüştürmektir. Kutsal olanla kurduğumuz ilişki, dünyayı algılayış biçimimizi değiştirir. Örneğin, kutsal bir mekâna adım attığınızda bir anda ruh halinizin değiştiğini fark etmişsinizdir. Dış dünyada akıp giden olaylar geride kalır, sessizleşir ve kendi iç dünyanıza çekilirsiniz. Diyelim ki bu mekân bir cami. O cami inşa edilmeden önce sıradan bir toprak parçasıydı. Ancak, seçilip sınırları belirlendikten sonra, artık orası kutsal bir alandır ve içerideki kurallar net bir şekilde tanımlanmıştır.
Ayakkabılarınızı dışarıda bırakmanız, kıyafetlerinize özen göstermeniz, sessiz ve edepli bir tavır sergilemeniz beklenir. Bu önceden belirlenmiş kurallar, orada nasıl davranacağınızı bilmenizi sağlayarak size huzur verir. Ne yapmanız gerektiğinden emin olmadığınız bir mekâna girerken tedirginlik hissedersiniz çünkü dikkatiniz o anki davranışlarınıza odaklanır. Ancak kuralların netliği, içsel bir düzen ve dinginlik sağlar. Bu durum yalnızca camilerde değil, kilise, havra ya da diğer mabetlerde de benzer şekilde işler.
Aynı şekilde her birimizin evi de onun kutsal alanıdır. Evin eşiği, içerisiyle dışarısının net bir şekilde ayrıldığı sınırdır. Evi ziyaret edenler, ev sahibinin rutinlerine ve alışkanlıklarına saygı göstermek zorundadır. Misafirlerimizi bu kurallar doğrultusunda yönlendiririz. Bu ritüelvari düzen, evde güven hissini güçlendiren unsurlardan biridir. Dolayısıyla, kutsallık ile sıradanlık arasındaki sınır, belirlenen ritüel ve alışkanlıklarla net bir şekilde çizilir. Bu sınırın belirginliği, yaşam alanımızda huzur ve güvenliği mümkün kılar.
Ritüellerin duyularla kurduğu bağın sembolik anlamını nasıl açıklarsınız? Koku, dokunma, tat ve ses gibi duyuların ritüellerdeki yeri bilinçaltıyla mı yoksa arketipsel bir belleğe hitap etmekle mi ilgili?
Benim fikrime göre her ikisinin de etkisi var. Arketipler, bilinçaltımızda yer etmiş rol modellerdir ve hayatımızdaki semboller bu arketipleri destekler. Örneğin, ateş baba figürünü, su ise anne figürünü simgeler. Duyularımızın eşlik ettiği her eylem hafızamızda çok daha güçlü bir şekilde yer bulur. Ritüellerde duyuların uyarıcı etkisi bizi anın merkezinde tutar ve ritüelin akışına odaklanmamızı sağlar.
Özellikle ses, ruh halimizi etkileyen en güçlü unsurlardan biridir. Bu bazen bir insan sesi, bazen de bir enstrümandan çıkan bir melodidir. Sizinle loş bir odaya girdiğimizi hayal edelim. Odanın dört bir yanına dizilmiş mumlardan çıkan titrek alevlerin ışığında tam ortada bir neyzen oturuyor. Biz de onun yanına geçip oturuyoruz. Arkada yanan buhurdanlıktan yayılan amber kokusunu derin bir nefesle içimize çekiyoruz. Ney’den yayılan ezgi bedenimizi farkında olmadan öne ve arkaya doğru salınmaya yönlendiriyor. Bu anda aklımıza günlük hayatın telaşları, akşam yemeğinde ne yiyeceğimiz ya da dışarıda ne yapacağımız gelmez. Tüm varlığımızla o kutsal zaman diliminin içinde kalırız.
Bu ritüel sona erdiğinde hemen kalkıp gitmek istemeyiz; o atmosferde biraz daha kalma ihtiyacı duyarız. O odadan ayrıldığımızda ise tüm ambiyans, zihnimizde sahne sahne kazınmış olur. Hatta günler sonra duyduğumuz bir ney sesi, bizi yeniden o ana götürebilir. O oda bizim için bir mabedi, neyzen bir dervişi ve o an da manevi bir yükselişi sembolize eder. Ritüel, bir hikâyeyi sahnelediğimiz kutsal bir zaman yaratır ve bizi olağan zaman algısından uzaklaştırır. Bunun tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için duyular ve arketipler, ritüelin yapıtaşları olarak bizimle olmalıdır.
Modern insanın eski ritüelleri yorumlama biçimi, geçmişle bağ kurmaktan ziyade geçmişi yeniden icat etmek mi?
Eski toplumlarla aramızda teknolojik olarak büyük bir fark olsa da psikolojik ve ruhsal açıdan o kadar büyük bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Yaşamın akışı, doğum ile ölüm arasında benzer şekilde devam ediyor. İnsanın bu dünyadaki yolculuğunun anlamını ve sonucunu bilme ihtiyacı her zaman temel bir mesele olmuştur. Gılgamış’tan bu yana ölüme çare aramaktan vazgeçmedik. Bu nedenle, modern insanın yeni bir kimlik inşa etmekten ziyade, yaşam biçiminin değişmesinin ritüeller üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum.
Örneğin, bir kaybın ardından yas sürecini erteleyemezsiniz ama görmezden gelebilirsiniz. Bunun üzerinizdeki etkisini belki yıllar sonra fark edersiniz. İçinizde oluşan boşluğu başka hiçbir şey dolduramaz. Benzer şekilde, yeni anne olmuş bir kadının birkaç gün içinde olağan hayat düzenine dönmesi normalmiş gibi görünebilir. Ancak belki de yıllar sonra, o dönemde yaşadığı duygusal yorgunluğun kalıcı bir lohusa bunalımına dönüştüğünü anlayabilirsiniz. Bu iki farklı durum için dünyada birbirinden farklı birçok kültür ilginç bir şekilde 40 günlük bir adaptasyon sürecinin önemine vurgu yapıyorlar. Kitabı yazarken beni en çok etkileyen bilgilerden bir tanesi bu oldu.
Sosyal medyanın, modern ritüelleri yaymak ve yeniden üretmek açısından bir tür “dijital tapınak” işlevi gördüğünü söylüyorsunuz. Bu bağlamda, dijitalleşen ritüellerin ruhsal ve toplumsal etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tapınak ya da mabet dediğimiz alanlar, ortak ilkeleri ve inanç biçimlerini benimsemiş insanların kutsal olanla bağlarını güçlendirdiği yerlerdir. Bu geleneksel yapı, ana akım medya, sinema ve reklam sektörünün etkisiyle sarsılmaya başladı. Sosyal medya ise bu dönüşüm sürecini hızlandırarak adeta “dijital tapınaklara” dönüştü. Artık insanlar yalnızca bilgi almakla kalmıyor, neredeyse tüm yaşam biçimlerini sosyal medya fenomenlerinin hayatları üzerinden şekillendiriyor. Eskiden televizyon programlarında ürün yerleştirme ya da reklam araları olurdu. Şimdilerde ise, “Bakın, bu sorunu böyle çözüyorum”, “Bu ürünü mutlaka deneyin”, “Çok beğendiğim bu ürünü sizinle de paylaşmak istiyorum” gibi kişisel paylaşımlar yoluyla, takipçiler yönlendiriliyor.
Bu durum, toplumsal dayanışma ve özenli iletişim bağlarını zayıflatıyor. Sosyal medya, bireyin üzerindeki baskıyı artırıyor. Büyük bir çoğunluk, hayatını her şey yolundaymış gibi, neredeyse “ayağına taş değmemiş” bir imajla paylaşımda bulunuyor. Bu paylaşımlar, takipçiler üzerinde önerilenleri uygulama ve sonuç alamadığında kendini yetersiz ya da değersiz hissetme riskini doğuruyor.
Dijitalleşen ritüeller, bireyin içsel dönüşümünü destekleyen bir araç olmak yerine, dışsal onay arayışına dayalı performanslara dönüşebiliyor. Sosyal medyada paylaşılan ritüeller, aidiyet duygusunu güçlendiren deneyimlerden çok, bireyleri başarısızlık duygusuyla baş başa bırakabilen bir gösteriye evriliyor. Bunun sonucu olarak, insanlar gerçek hayatla dijital hayat arasında bir kopuş yaşıyor ve ruhsal olarak daha yalnız hissedebiliyorlar.
Dijital ritüeller yaratmak mümkün mü?
Dijital bir ritüel önerisiyle karşılaşan bireyin kendisine şu soruyu sorması gerektiğini düşünüyorum: “Bu ritüel benim inançlarıma, öz değerlerime uygun mu?” Dijital dünyada hızla sunulan çözümler, bazen sadece duygusal bir sağaltım amacı taşıyor olabilir. Bu da tamamen olumsuz bir şey değildir; çünkü insanların duygu ve düşüncelerini sağaltmak için çeşitli araçlara ihtiyacı var. Örneğin, çocuk oyunları bile birer ritüel formudur. Yetişkinlerin oynadığı bazı oyunlar da duygularını ve düşüncelerini hizalamalarına yardımcı olabilir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir konu var: “Büyüsel” vaatlerle sunulan hızlı çözümlere karşı temkinli olmak gerekiyor. “Şunu yaparsanız hemen şu sonucu elde edersiniz” gibi yönlendirmeler, zihinsel, duygusal ve kültürel açıdan sağlıklı değildir. Ritüeller, bireyin içsel yolculuğunda zaman, emek ve anlam isteyen deneyimleridir. Hız ve yüzeysellik, ritüelin özündeki bu derinliği kaybetmesine neden olabilir. Dijital ritüellerin etkili olabilmesi için bireyin bilinçli bir şekilde katılım sağlaması, amacını netleştirmesi ve süreci bir tür farkındalık pratiği olarak benimsemesi gerekir. Ancak bu şekilde dijital ritüeller, fiziksel ritüeller kadar anlamlı hale gelebilir.
Yeni bir yıla adım attık. Özellikle son yıllar hem dünya hem de ülkemiz için kolay olmadı. Daha iyi bir gelecek için geçmişte insanlar nasıl ritüeller uyguluyormuş?
Kadim halklar, her yeni başlangıçta geride bırakmak istedikleri duygular için bir arınma ritüeli yaparlardı. Büyük şenlik ateşleri, tütsüler ve adaklar kötülüğün geride kalması için gerçekleştirilirdi. Ben kendi adıma öncelikle geçmişin üzerimde bıraktığı olumsuz etkilerden arınmayı öncelik haline getiriyorum. İnsan, bir niyeti dillendirirken ve geleceğe dair bir dilekte bulunurken içsel bir netliğe sahip olmalıdır. Çünkü zihnimiz bulanıksa neyi gerçekten dilediğimizi bilemeyiz.