L’oreal Kraliçesi Lilian Bettencourt’un başrolde olduğu skandallar dizisini anlatan “The Billionaire, The Butler & The Boyfriend” Netflix’te yayına girmişken hızımızı kesmeden devam ediyor ve insanı dehşete düşüren skandal olaylar üzerine hazırlanmış dizi ve filmleri sıralıyoruz. Patlamış mısırlarınızı hazırlayın.
“THE BILLIONAIRE, THE BUTLER & THE BOYFRIEND”
CÖMERT BİR HAYIRSEVER Mİ, İSTİSMAR KURBANI MI?
Dünyanın en zengin kadınıyla ilgili bir skandalı kim görmezden gelebilir ki? Hem de bu kadın bir dünya markasının başındaysa… Ve bu skandalı ortaya çıkaran kızıysa… Netflix’in geçtiğimiz hafta yayına giren dizisi “The Billionaire, The Butler & The Boyfriend”; 2017 yılında hayatını kaybeden L’oreal Kraliçesi Lilian Bettencourt’un başrolde olduğu büyük skandallar dizisini anlatıyor. Bu üç bölümlük kısa dizi, Francoise Bettencourt-Meyers’ın annesiyle yaşadığı anlaşmazlıkların nasıl devasa bir hukuk savaşına dönüştüğünü belgelerle sergiliyor. Anne kız arasındaki anlaşmazlıklar, Lilian Bettencourt’un bir dönem yanından ayrılmayan fotoğrafçı Francois-Marie Banier’e milyon dolarlık hediyeleriyle gün yüzüne çıkıyor. Bettencourt-Meyers’ın, annesinin bir istismar kurbanı olduğunu kanıtlamak için dava açmasıyla ipler geriliyor ancak asıl hikâye Bettencourt’un evine yerleştirilen kayıt cihazıyla ortaya çıkıyor. Gerilimli bir anne kız ilişkisinden bir anda Nicolas Sarkozy de dahil olmak üzere Fransız hükümetinin üst kademesinden birçok ismin adının karıştığı bir hukuk savaşını anlatan dizi, tanıklıklar, belgeler ve röportajlarla izleyiciyi milyarderler dünyasındaki büyük sırrın çözümüne ortak ediyor.
- HBO’da Hangi Dizileri İzlemelisiniz?
- Aileyle İzlenebilecek En İyi Filmler
- Saatolog Picks: 2023’ün En Çok Beklenen Dizileri
- Ferrari, Beyazperdede
“INVENTING ANNA”
NEW YORK SOSYETESİNİ TUZAĞA DÜŞÜRDÜ
Geçtiğimiz yıl Netflix’in en popüler yapımları arasına giren “Inventing Anna”, baştan sona gerçek bir kahramanın yalanlarla dolu dünyasını anlatıyor. Dokuz bölümden oluşan dizi, Jessica Pressler adlı muhabirin kendisini Anna Delvey adında zengin bir mirasyedi olarak tanıtarak New York cemiyet hayatına dahil olan Anna Sorokin’in peşine düşmesini konu alıyor. 2017’de tutuklanan Sorokin’in hikâyesi oldukça enteresan. Rus asıllı genç kadın, kendisine sadece bir takma isim bulmakla kalmıyor aynı zamanda 67 milyon dolarlık bir servetin tek varisi olduğuna yüzlerce insanı ikna ederek New York’taki birçok arkadaşının yanı sıra lüks oteller ve bankaları tam 275 bin dolar dolandırıyor. 2021 yılında tahliye edilen 31 yaşındaki Sorokin, daha sonra vize ihlali sebebiyle yeniden tutuklanarak hapse giriyor. 2022’den bu yana New York’ta 43 metrekarelik bir dairede ev hapsinde olan Sorokin, Instagram hesabı üzerinden sanat eserleri satışı yaparak geçimini sağlıyor. Skandal ortaya çıktığından beri yüzlerce insandan kendisini evlat edinmek için teklif alan genç kadın, 320 bin dolar kazandığı “Inventing Anna” dizisini ise hiç izlemediğini söylüyor.
“WOLF OF WALL STREET”
WALL STREET’İN SEVİLEN KURDU
2013 yılında Martin Scorsese tarafından beyazperdeye uyarlanan ve Leonardo di Caprio’nun başrolünü oynadığı “Wolf of Wall Stree”t, başlı başına mükemmel bir filmken bir de yanında senaryonun gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması insanı hayrete düşürüyor. Jordan Belfort’un henüz 24 yaşındayken para kazanma hırsıyla Wall Street borsasına girişini, burada işleyişi çözdükten sonra kendi yatırım firması Stratton Oakmont’u kurarak pek çok yatırımcıyı nasıl dolandırdığını anlatıyor. 90’lı yıllarda Wall Street borsasının altını üstüne getiren Belfort, yılda 50 milyon dolardan fazla kazancıyla kendinden geçmişken uyuşturucu bağımlılıkları ve kötü giden evliliğiyle büyük düşüşü için adeta zemin hazırlıyordu. Şirketinde özellikle çok da eğitimli olmayan gençlere iş imkânı tanıdığı için çevresi tarafından çok sevilen Belfort’un bugün yatırım dünyasına yönelik motivasyon konuşmaları yapıyor olması ise karakterine yakışır bir ironi göstergesi. Film, hikâyesinin yanı sıra sadece di Caprio’nun performansı için bile izlenir.
“FYRE FESTIVAL”
ASLA GERÇEKLEŞMEYEN O FESTİVAL
“Fyre Festival”, belki de tarihin en mükemmel fiyaskosu. Zira bu filmi izlerken insan kurbanlarına üzülse de içten içe gülmeden edemiyor. Bir nevi Schadenfreude. 2019 yapımı belgesel, müzik dünyasında festival fobisi yaratan bir süreci anlatıyor. Bir dönem Pablo Escobar’a ait olan bir Bahamalar adasında düzenlenecek müzik festivalinin biletleri tanesi 12 bin dolardan satışa çıktığında birçok insan adanın dünyaca ünlü müzisyenler, sosyal medya fenomenleri, top modeller ve sayısız ünlü isimle dolacağını düşünüyordu. Davetliler özel jetlerle adaya ulaşacak ve lüks villalarda konaklarken çılgın partilere katılacaktı. Ancak işler de hiç de öyle olmadı. Festivalin organizatörü ve fikir babası Billy McFarland’ın reklam yüzü olarak rapçi Ja Rule’u seçmesi elbette bir tesadüf değil. Üstelik menajerler ve ajansların dahil olamadığı Fyre App adında bir uygulamayla eğlence dünyasında çığır açacak festivalin reklamı son derece ikna edici bir pazarlama stratejisiyle yapılıyordu. Ünlüler dünyasında kulaktan kulağa yayılan festival sayesinde McFarland, sayısız anlaşma imzaladı. Reklamlarında Bella Hadid, Kendall Jenner gibi top modellerin yer aldığı festivalde asıl pantomimse katılımcıların adaya gelmesiyle koptu. Vaat edilen adaya değil de başka bir adaya getirilen konuklar, lüks villaların hayalini kurarken su basmış yardım çadırları, egzotik yemeklerle dolu açık büfeler beklerken bir tost ekmeği içerisine sıkıştırılmış bir dilim peynir ve özel transfer araçları beklerken okul otobüsleriyle karşılaşınca belki de müzik tarihinin en büyük skandalı içine düşmüş oldular. Nihayetinde Amerikan Konsolosluğu’nun devreye girmesiyle ülkelerine dönen katılımcılar toplamda 100 milyon dolarlık sayısız dava açtılar ancak McFarland 300 bin dolar kefaretle serbest kaldı. McFarland, özgürlüğünün tadını bir başka dolandırıcılık olayına karışarak kutladığı için sonrasında yeniden tutuklandı. Bu akıl almaz olayı anlatan belgesel, tanıklıklar ve mağdurların röportajlarıyla tarihe bir kayıt niteliğinde.
“THE LAUNDROMAT”
TARİHİN EN BÜYÜK TEZGAHI
Steven Soderbergh imzalı bu film, sadece Meryl Streep, Antonio Banderas, Gary Oldman gibi yıldızları bir araya getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Panama Belgeleri üzerine yapılabilecek en mizahi yapımı ortaya koyuyor. Zira aslında olayların hiç de komik bir yanı yok. Gerçek hikâyenin trajedisinden haberdar olmayanlar için oldukça eğlenceli ve renkli bir film. Tarihin en büyük para aklama tezgâhı olarak bilinen Panama Belgeleri olayı, dünya çapında 214 binden fazla off-shore kurum adına belge düzenleyen Mossack Fonseca adlı sigorta şirketi etrafında dönüyor. Kocasını bir seyahat esnasında kaybettikten sonra sigorta şirketinden parasını almaya çalışan Ellen Martin’in olayların iç yüzünü araştırırken çok büyük bir tezgâhı keşfetmesini konu alan film sarkastik dili, yıldız oyuncuları ve hareketli kurgusuyla oldukça keyifli. Eğer yatırım, sigorta, finans gibi konulara ilgili değilseniz film arasına serpiştirilmiş bilgiler sıkıcı gelebilir ancak off-shore sistemini şemalarla anlatarak izleyiciyi bilgilendirmeyi de ihmal etmiyor. Belli bir karakter etrafında dönmediği için izlemesinin kolay olmadığını hatırlatalım ama 93 dakikada Panama Belgeleri özeti isteyenler için ideal. Vergi kaçakçılığı, paravan şirketler derken sosyal mesajı oldukça kuvvetli. Bu arada Mossack Ferrera adlı şirketin kurucuları Jürgen Mossack ve Ramon Fonseca’nın film yayınlandıktan sonra itibarlarının zedelendiği gerekçesiyle Netflix’e dava açtıklarını hatırlatalım. Gerekçe, mahkeme tarafından reddedildi, Mossack Ferrera şirketi film yayınlandıktan iki sene sonra kapandı, ikili hala Alman savcılar tarafından aranıyor ancak Panama tarafından iade edilmeden koruma altında kalıyorlar.
“ART & CRAFT”
LANDIS PARADOKSU
2014’te yayınlanan “Art & Craft”, hem belgesel hem de ana kahramanı Mark Landis açısından hafife alınmış ve kısıtlı bir çevre tarafından biliniyor. Bugün hâlâ Mississippi’de yaşayan Mark Landis, 30 yıldan fazla bir süre boyunca sayısız müzeye sahte resimler bağışladı. Yaptığı şey dolandırıcılık ancak Landis’in paradoksu tam da bu. Bağışladığı eserler üzerinden hiç para kazanmadığı için herhangi bir ceza almadı. Sanat enstitülerinde okuyan ve sayısız sanat kursuna katılan Landis, küçük yaşta kaybettiği babasının onuruna bir Maynard Dixon illüstrasyonunun kopyasını hazırladı ve orijinalmiş gibi Kaliforniya’da bir müzeye bağışladı. Bu sahteciliği başarıyla yürütünce de gerisi geldi. Aynı eserin altı kopyasını farklı müzelerin koleksiyonlarına sokacak kadar başarılıydı. 2007 yılında Oklahoma Sanat Müzesi’ne verdiği eserler kayıt memurunun dikkatini çekince hakkındaki soruşturmanın fitili ateşlenmiş oldu. Üç yıl boyunca gizli yürütülen soruşturma 2010 yılında Landis’in kaybettiği annesinin onuruna yine bir sanat eseri bağışlamak üzere gittiği Paul and Lulu Hilliard Üniversitesi Sanat Müzesi’nde kayıt memurunun ultraviyole ışık altında inceleme yapmasıyla patlak verdi. Olay birçok gazeteye yansıdı, Landis’in aldatmacası herkes tarafından kabul görse de herhangi bir yasa ihlali yoktu. Sonuçta o, kendi parasıyla ülkeyi gezen ve müzelere ücretsiz resim veren bir adamdı ve hediyelerinin yol açtığı beş milyon dolar zararı kimse kanıtlayamıyordu. Bu ilginç olayı anlatan Art&Craft da en az Landis’in kendisi kadar ilgi çekici bir belgesel.
“ARMSTRONG LIE”
HAYRANLIKTAN NEFRETE
“Armstrong Lie”, ana kahramanı ünlü bisikletçi Lance Armstrong’un yüzleştirici öyküsünün yanı sıra belgeselin yapım hikayesiyle de oldukça ilginç. Ödüllü belgeselleriyle tanınan Alex Gibney, Tour de France’i yedi kez kazanmış Armstrong’un ilerlemiş testis kanserini yenerek spor hayatına geri dönmesini hayranlıkla izlerken onun bu inanılmaz öyküsünü film yapmayı kafaya koyuyor. Ünlü sporcunun 2005 yılında emekliye ayrıldıktan dört yıl sonra bisiklet yarışlarına geri döndüğünü açıklamasıyla da filmin startını veriyor. Ancak talihe bakın ki; kariyerinin başından beri kendisine şüpheyle yaklaşanların doping iddialarını Armstrong inatla yalanlasa da 2013 yılında basının ve hatta takım arkadaşlarının da delilleriyle köşeye sıkışıyor ve Oprah Winfrey’nin programında kullandığı tüm yasaklı maddeleri itiraf ediyor. Gibney için bu şok herkesten fazla sarsıcı olsa da projeden vazgeçmiyor ve filmin yapımına kurguyu baştan sona değiştirerek devam ediyor. Geri Dönüş Yolu’ndan Armstrong Yalanı’na dönen belgesel, rekabetin yüksek dozda yaşandığı spor dallarında kazanmak uğruna her yolun mübah olup olmadığı tartışmasını gündeme getiriyor. Kullandığı dopinglerle kazandığı başarıları ve haliyle itibarını yerle bir eden Armstrong, hastalıktan sonraki sürecini de pazarlama unsuru olarak kullandığı için birçok kanser hastasından tepki görüyor. Spor tarihinin en büyük skandallarından biri olan olayı anlatan belgesel, izleyicisini de birçok psikolojik sınavla yüzleştiriyor.
“FUGITIVE: THE CURIOUS CASE OF CARLOS GHOSN”
HOLLYWOOD’U ARATMAYAN KAÇIŞ
Otomotiv sektörünün gelmiş geçmiş en büyük skandallarından birini anlatan “Fugitive: The Curious Case of Carlos Ghosn”, Renault-Nissan ittifakının eski CEO’su Carlos Ghosn’un Hollywood filmlerini aratmayan hikayesini anlatıyor. Ghosn, 90’lı yılların sonunda bu güçlü ittifakın başına geldiğinde radikal değişiklikler yaparak markasına olağanüstü bir kâr elde etmiş ve adeta otomotiv dünyasının yaşayan efsanelerinden biri haline gelmişti. Birçok alt markayı iflastan kurtaran ve yaptığı reformist değişikliklerle “Le Cost Killer” lakabını alan Ghosn, 2018 yılında kişisel harcamalarıyla gündeme geldi. Akabinde hızla bu harcamaların kayıtsızlığı ve zimmetine para geçirme suçlarıyla karşı karşıya kalan Ghosn, yakalanacağını anladığında ise akıl almaz yöntemlerle Japonya’dan Lübnan’a kaçtı. Bir anda uluslararası bir kaçağa dönüşen Ghosn’un hikayesi röportajlar, arşiv görüntüleri ve olağanüstü kaçışın kamera görüntüleriyle hazırlanan film Bugün hala Japonya’yla suçlu iadeleri konusunda bir anlaşması olmayan Lübnan’da yaşayan ünlü isim, otomotiv sektöründen ve geçmişinden uzakta bir hayat sürüyor. Ama onun adına yapılan yapımlar daha uzun yıllar izleyici çekecek gibi görünüyor. Bir de dip not; Ghosn hakkında yapılmış bir diğer çalışma da “Carlos Ghosn: The Last Flight”. Bu efsanevi hikâyeye doyamayanlar, filmde olanları bir de Ghosn’un ağzından dinleyebiliyor.