Czapek, Promenade koleksiyonuyla guilloché ve mine sanatının Watches & Wonders 2024 fuarındaki en güzel örneklerini sundu.
Bazı saatler beni kitap okumaya sürüklüyor. Mesela Marcel Proust’un ünlü eseri “Kayıp Zamanın İzinde” kitabında geçen bir cümleye gidiyorum:
“Bir saat, sadece bir saat değildir, kokularla, seslerle, projelerle ve iklimlerle dolu bir kaptır.”
Bazı markaların mükemmel olmak için yüzyıllara ihtiyacı yok. Czapek, mirası unutulmaya yüz tutan François Czapek’in anısını ve çalışmalarını onurlandırmak için 2012’de kurulan ve 2015’te ilk saatini piyasaya çıkaran bir marka ve bu konuda çok iyi bir örnek: Czapek az zamanda çok büyük işler yaptı, mesela daha on yılını tamamlamadan dört koleksiyon çıkardı. Bu yıl da beşinci koleksiyonu Promenade‘i piyasaya çıkardı. Rolex’in hakkını yemeyelim ama Czapek, Promenade koleksiyonuyla guilloché ve mine sanatının belki Watches & Wonders 2024 fuarındaki en güzel örneklerini sundu.
Guilloché modeller çok iyi ama asıl büyük olay mine kadranların efsane ismi Donzé Cadrans ile birlikte yapılan ışık- gölge oyunuyla meraklıların aklını başından alan Goutte d’Eau (su damlası) modeli oldu. Mine işçiliği son derece zor olduğundan sadece 100 adet üretilecek olan Goutte d’Eau 38 mm çapında ince, sade, şık, hayat dolu ve zarif bir saat. Kadranın sade güzelliğinin tam arkasında karmaşık bir mekanizma var. Bu kısım da mekanik hareketlerin ve mikro rotorun güzelliğine düşkün olanlar için ayrı bir özenle tasarlanmış.
Asimetrik kadran tasarımlarının kendine özgü bir cazibesi vardır. Güzel sanatlara düşkün olanlar belki saatlerde bir simetri arar ama Czapek’in yağmur damlalarının suyun yüzeyinde oluşturduğu dalgacıkları ve zamanın titreşimlerini bir araya getiren hipnotize edici küçük saniye alt kadranından yayılan aura belki de yanına Marcel Proust’u alıp daha cazip bir şey söylüyor:
“Ama saatini değiştirmeye tenezzül etmeyen, ışıkları yanan şehrin üzerine oyalanan gün ışığının mavi tonlarını tembel tembel yaymaya devam eden bu gevşek, fazlasıyla güzel gökyüzüne baktıkça, insanın başı dönüyordu; gökyüzü düz bir denizken, basamak basamak yükselen mavi buzullara dönüşüyordu. Camgöbeği basamakların yanı başında gibi görünen Trocadero kuleleri ise, tıpkı İsviçre’nin bazı kentlerinde, uzaktan, yüksek dağların yamaçlarıyla yan yanaymış gibi görünen çifte kuleler gibi, aslında çok uzakta olsalar gerekti.”