Tüm zamanların en meşhur oyuncak bebeği Barbie, Greta Gerwig yönetmenliğinde gerçek dünyaya adım atıyor.
Hemen hepimizin bir vakitler oynadığı, dünyanın en meşhur bebeği Barbie’nin nasıl ortaya çıktığını biliyor muydunuz? Yarım asrı geçen bir süredir hayatımızda olan Barbie’nin yaratıcıları Ruth ve Elliot Handler çifti, kızları Barbara’nın kâğıttan bebekleriyle oynamasından ilham alır. 9 Mart 1959’da New York Oyuncak Fuarı’nda tanıtılan Barbie bebek, küçük bir kız çocuğunun kâğıttan bebekleriyle oynarken büründüğü yetişkin düşünden doğmuştu. * Ruth’a göre bu, Barbara’nın geleceği güvenli bir yoldan deneyimleme şekliydi. Bu kâğıt bebekler zamanla sarı saçları, mavi gözleri, incecik belleri ve uzun boylarıyla bir Amerikan rüyasına dönüştü.
Gerçek bir kadın bedeninden uzak Barbie bebekler, normal vücut ölçülerinde olması mümkün olmayan incelikte belleri ve her daim topuklu ayakkabı giymek için yaratılmış, tabanları eğimli ayaklarıyla yıllar boyu pembe dekorlarla tasarlanmış gerçeküstü bir dünyanın oyuncak bebekleri olageldi. Peki ya, düş gücümüzde bir harikalar diyarında yaşayan Barbie’nin bir gün ayak tabanları düzleşse, duşundaki sular soğuk akmaya başlasa ve onlarca Barbie ve Ken ile dolu bir partide, “Hiç ölüm hakkında düşünüyor musunuz?” diye gerçek yaşama dair bir soru sorsa ne olurdu? Yönetmen Greta Gerwig, hepimizin çocukluk oyunlarından alışkanlıkla bir harikalar diyarında düşlediği Barbie’yi büyülü evreninden çıkarıp gerçek dünyaya konuk ediyor.
Feminist dokunuşlarla uyarladığı “Little Women” ile tanıdığımız Greta Gerwig, fragmanından anladığımız kadarıyla “Barbie”yi de feminist bir yerden ele alıyor. Barbie dünyasında gördüğümüz Barbie’lerden kimi doktor kimi ise Nobel Fizik Ödülü sahibi bir Barbie, fakat dünyadaki tüm Ken’ler birbiriyle aynı ve hiçbir noktada ayrışmıyor. Filmin afişinde ise tüm hikâyenin Barbie ile ilgili olduğunu, erkek karakter Ken’in ise yalnızca Ken olduğunu vurgulayan “She’s everything. He’s just Ken” cümlesi yer alıyor.
Fragmandan gördüğümüz, Greta Gerwig, Barbie’yi alışılmış pembe kutusundan çıkarıp gerçek dünyanın sokaklarına bırakıyor. Gerçek dünyaya adım atar atmaz Los Angeles sokaklarında bir erkeğin rahatsız edici el şakasına maruz kalıyor olması bile, Gerwig’in oyuncak kutudan çıkan bir kadın figürünün dahi dünyada başına gelecek türlü zorlukları perdeye taşıyacağına bir ipucu.
Barbie’ye hayat veren Margot Robbie’nin birbirinden ikonik Chanel tasarımlarıyla Los Angeles sahillerinde boy gösterdiği “Barbie”yi vizyonda görmeyi beklerken varoluşsal krizler yaşayan bir Barbie hikâyesi izlemenin sabırsızlığını hissediyorum. Sahi, Barbie topuklu ayakkabılarını çıkarıp kendi hikâyesini yazmak için gerçek dünyanın sokaklarını mı gezmeli yoksa pembe kutusuna geri mi dönmeli?
*Dilara Buket Tatar, “Modernleşmeden Postmodernleşmeye Barbie”, Hacettepe Hukuk Fakültesi dergisi, 2016.
