fbpx

Saatolog.com.tr

Saatolog.com.tr Logo

Adnan Çoker’in Resimlerinde Materyalist Felsefe

1 Eylül 2022
Adnan Çoker’in Resimlerinde Materyalist Felsefe

Adnan Çoker 22 Ağustos tarihinde aramızdan ayrıldığında arkasında birçok öğrenci, resim ve en önemlisi resimde yaratıcılığa dair birçok önemli fikir bıraktı.

Adnan Çoker'In Resimlerinde Materyalist Felsefe
Adnan Çoker, “Küre Kentler”, 2009

Adnan Çoker, sanat tarihinde kendi kanonunu oluşturmayı hedeflemiş ve kendine has tarzıyla öne çıkmış bir sanatçıydı. Adnan Çoker resmi genel olarak 1970 öncesi ve sonrası dönem olarak ikiye ayrılabilir. Her iki döneminde de kendi felsefesiyle hareket eden Çoker’in resminde geometrik formlar, renk ayrımları ve iç uzam kavramı öne çıkar. 1970 öncesi dönemi soyut anlatımcılıkla geçer. Sonrasında ise onun şemalara, mimari formlara yöneldiğini görürüz. 

Bu formlarda ne görürüz ve bu resimler bizleri neden içine çeker?

Resimlerinde siyah fonlar onun tesadüfi şekilde keşfettiği bir ifade biçimi değildir. Aksine, Çoker’in resminde her şey planlanmış ve bilgiyle ortaya konulmuştur. O, bir yandan gördüğünü kendi bilgi ve görü potansiyeliyle resmeder, diğer yandan da resme dair yeni bir söylem geliştirmeye çalışır. Necmi Sönmez Art Unlimited’de “Yel, Toz, Portreler: Adnan Çoker” adlı yazısında onun resimleriyle ve duruşuyla Sanat Tarihi alanında “kanon” oluşturmak isteyen bir tavrı olduğunu söyler. Necmi Sönmez’in bu tespiti oldukça doğrudur. Çoker’in eğitim yaşamı da ona bu kanonu oluşturmak için fırsat vermiştir. Paris’te Andre Lhote, Henri Goetz, Hayter ve Emilio Vedova ile çalışan Çoker, 1960’da öğrenimini tamamlayarak Türkiye’ye döner.

1960 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde asistan olarak çalışmaya başlar. 1963’te A. Gürman, Sarkis, Devrim Erbil ve Tülay Tura ile “Mavi Grup” adlı resim grubunu oluşturur. 1964’te ise Fransa’dan aldığı burs ikinci kez Paris’e giden Çoker, W. Hayter Atölyesi’nde gravür, Goetz Atölyesi’nde boya etütlerini sürdürür ve bu arada “Siyah Fonlu Resimler”e orada başlar. Çoker bu dönemin ardından akademide profesörlüğe kadar yükselir ve kendi öğrencilerini de yetiştirir. Necmi Sönmez aynı yazısında onun asla öğrencilerine kendi tarzını dayatmadığından bahseder. Bu durum da sanatçının genel olarak resme ve sanat özgürlükçü bir alandan bakabilme potansiyelini gösterir.

Adnan Çoker'In Resimlerinde Materyalist Felsefe
“Kubbeler”, 2017

Elbette bu sorunun tek bir cevabı yok. Ancak, Adnan Çoker’in resimlerindeki felsefi yanı anlamak bizi onun resmine yakınlaştırır. Sanatçı, geleneksel Türk mimarisinin iç uzam kavramından yola çıkar. İç uzamdan ilham alırken gizemli anlam aramaz. O soyut bir hacim yaratmak ister resimlerde… Soyut şekiller birbirlerinin üzerine geçmeden düzenli bir şekilde hacim yaratır. Bu şekilde resimlerinde denge ve huzuru arar. Onun resimlerinde Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden kalıntılar görmek mümkündür. Sivri kemerli kapılar, pencere motiflerinden ilham alarak yaptığı resimler içsel bir yolcuğun dışa vuruş halidir. Her şey onun için bir kalıp gibi ortaya çıkar. Çoker’in kendisi de resimlerinden bahsederken “kalıp biçimi” kavramını kullanır. Onun resimlerinde alışagelmiş geometrik formları görebiliriz ama bu formlar sanatçının kendine göre oluşturduğu farklı biçimlerle öne çıkar. Geometrik formlar yeni biçimler ve anlamlar edinir. 

Adnan Çoker'In Resimlerinde Materyalist Felsefe
“L’Origine Du Monde Iii”, 2015

Tüm bunlardan bahsederken, yeniden başa dönecek olursak, Çoker’in resimlerinin etkisinden bahsetmemiz gerekiyor. 

Çoker bir röportajında “Ben gözümün önündekini çiziyorum” der. Bu bir tesadüf değildir. Salzburg, Paris ve İstanbul’da yaptığı resimlerden oluşan bu dönemde Paris’te yaptığı 1965 tarihli “Dinamik Asimetri”, Türk resminin en avangard resimleri arasında yer almıştır ve Çoker’in bildiği ve kültürel bir alandan beslendiği ortadadır. Bu resimlerde Adnan Çoker, klasikleşmiş bir bakış açısından çıkar ve gözün gördüğünü derinleştirerek tuvale aktarır. 

Kronos35’te yayımlanan yazıda resimlerinde yapı-simetri anlayışı çerçevesinde “Abstre Ekspresyonizm”in doğurduğu “kaos”u sınırlandırarak şematik anlatıma varışından bahseder. Bu açıklama onun resmiyle ilgili bizlere yeni bilgiler verir. Çoker, resimde kaostan kaçar ve dışavurumcu tavrını sınırlar içinde tutar. Bunu yaparken de Bizans, Selçuklu ve Osmanlı mimarilerinin formlarından yola çıkar ve her şeyi büyük siyahla boyanmış tuvallere resmeder. Onun resimlerde en çok geometrik şekiller görürüz, yarım daireler, ters üçgenler… 

Sanatçı, eserlerinde Denis Diderot’nun materyalist felsefesini arar, yorumunu yapmak yanlış olmaz. Diderot’nun felsefesini daha iyi anlamak ve Çoker’in resimlerindeki mekân ve gözün gördüğü şey olgusuna değinmek için, “Diderot ve D’Alembert arasındaki konuşma” başlıklı diyaloğa bakmakta fayda var. Bu konuşmanın en başında çok ünlü bir pasaj vardır: “Bir varlık ki, herhangi bir yerdedir, ama bu yer mekânın hiçbir noktasında bulunmaz, bir Varlık ki uzamlı olmadığı halde, uzamda yer tutar; tümüyle, bu uzamın bir parçasının temelindedir. Hem maddeden nitelikçe farklı hem de ona bağlıdır, onu izler ve hareket ettirir ama kendisi hareket etmez.”

Bu pasajda Diderot varlığın hareketsiz olduğunu ama yine de maddeye bağımlılığı nedeniyle hareket edebildiğini söyler. Kısacası hareketsiz duran varlıklar bile değişir ve hareket edebilme potansiyeline sahiptir. Bu nasıl mümkün olur? Başka varlıkları izleyerek ve onlarla etkileşim içinde olarak ve kendini bir yaratıcı varlığa bırakarak. Uzamda kapladıkları yer bile onların değişimleri ve farklılaşmaları için yeterlidir. Böylece, hareket ikiye ayrılır. Birisi ölü hareket, diğeri ise canlı harekettir. Canlı hareket çevremizde gördüğümüz canlıların hareketidir. Ama Diderot hareketsiz varlıkların da harekete tabi kaldıklarını söyler. Her varlıkta karşı varlıktan ya da zaman ve uzamdan etkilenebilecek potansiyel vardır. Bununla gelen harekete de ölü hareket der. Örneğin, bir mermer, heykele dönüşebilir, ağacın gövdesini kesersek, içinde yaşan canlılar vardır ya da su akar… Çoker’in de eserlerinde onun geometrik şekilleri ve etkilendiği mimari, onun sayesinde hareket eder ve etkileşim altında bambaşka formlara bürünür. Bir minare bir minareden daha fazlasıdır artık, bir bina ya da sanatçının etkilendiği Selçuklu, Bizans ve Osmanlı klasik mimarisi, sadece bir mimari değil bir sanat eserine dönmüştür. Tuval bu hareketsiz varlıklara alan açar. Onları hareket ettirir ama tuval hareket etmez. Onları harekete iten ise ressamdır. Böylece, bu yapılar ve şekiller duyarlı ve aktif hale gelir. Resmin bir parçasıdır, değişir ve ölü hareketle birlikte hayatın bir parçası olur.

Çoker, resimlerinde bizlere ölü hareketin nasıl potansiyelle oluştuğunu gösterir. Bu figürler ve geometrik şekiller özenle ortaya çıkar ve kendi hareket ve etki alanlarında Çoker’in resminden izleyiciyle buluşur. Onun resmini ve oluşturmaya çalıştığı “kanon”un belki de en önemli etki alanı burada başlar: Sonsuz ölü hareket içinde devinen geometrik şekiller.