Salgının getirdiği sorunlardan uzaklaşmak için sanatın iyileştiriciliğine daha fazla sığındığımız 2020, sanat dünyasının da iyileşmeye ihtiyaç duyduğu bir sene oldu.
Yazı Müjde Işıl
Çoğumuzun unutmak istediği bir seneyi geride bıraktık. Salgından önceki alışkanlıklarımızı, yaşantımızı özledik. Sanat, eski normalimizle buluşma noktamız oldu. Ancak salgının beraberinde getirdiği mali sorunlar sanat dünyasını olumsuz etkilerken izleme alışkanlıklarını da değiştirdi.
Sinemada Kayıp ve Keşif Yılı
Salgında sinemaların uzun süre kapalı kalması, tedbirlerle açılıp sonra yeniden kapanması, filmlerin seyirciyle buluşma şeklini ve zamanını değiştirdi. Pek çok yerli ve yabancı yapım vizyon tarihini ileriye attı. Vizyon takvimi neredeyse boşalırken dijital platformlar iyice ön plana çıktı. Vizyon tarihini ertelemek, ertelese bile gişesini riske atmak istemeyen sinemacılar, dijitale yöneldi. Bundan sonrasının nasıl şekilleneceğini net olarak kestirmek güç. İnsanların evde kalma alışkanlığına bağlı olarak dijital platformlara talep daha da artabilir yahut tam tersine, sosyalleşme ve eski normale dönme motivasyonu, salgın sonrası sinema salonlarını doldurabilir.
2020’de tüm zorluklara rağmen güçlü sinemasal deneyimler de yaşadık. Örneğin İstanbul Film Festivali‘nden ödülle dönen, yönetmeni Valentyn Vasyanovych‘in her karesini olağanüstü incelikle planlandığı “Atlantis”; çağların ıslah olmayan hastalığı ötekileştirmeyi paranoyayla harmanlayan, Kosova’nın Oscar temsilcisi “Exil”; gücün manipülasyonunda “Citizen Kane” zamanından günümüze hiçbir şeyin değişmediğini yüzümüze vuran David Fincher‘ın “Mank”i; hayatın getirdiği ve bedenin teslim olduğu terslikleri aşmak ile kabullenmek arasındaki o yıpratıcı mücadeleyi dinginlikle anlatan “Sound of Metal”; Çernobil sahasının maceracılar ve turistler için keşif yerine dönüşmesini anlatan “Stalking Chernobyl: Exploration After Apocalypse” belgeseli, bu senenin başarılı yapımlarındandı.
Yerli yapımlar açısından az ama öz filmler seyrettiğimiz söylenebilir. Ercan Kesal’ın kendi deneyiminden yola çıktığı politik eleştirisi “Nasipse Adayız”; ancak bu sene vizyon yüzü görebilen, baba-oğul hesaplaşmasından mantık-çıkar-hurafe çatışmasına uzanan “Nuh Tepesi”, tür sineması açısından cesur bir deneme olan “Bina”, Ümit Ünal’ın tabulara, yasaklara, karşı aşkı savunduğu “Aşk, Büyü vs.”, Erdem Tepegöz’ün muhteşem bir distopik evren yarattığı “Gölgeler İçinde”, 2020’nin dikkate değer yerli yapımlarının başındaydı.
Uluslararası ve Ulusal Festivaller
Festivalde film izleme deneyimi, evde film izleme ritüeli ile eşitlendi. 2020’deki durum, 2021’de de kısmen devam edecek gibi görünüyor.
Festivaller sadece film izleme değil, sektörün buluşması ve seyirciyle doğrudan etkileşim kurulması açısından da önemli görev üstleniyor. Salgın bu buluşmayı fiziki olarak kesti: Çevrimiçi söyleşiler ve zoom toplantıları gerçekleşse de sahada olma hali ortadan kalktı. Dolayısıyla festivalde film izleme deneyimi, evde film izleme ritüeli ile eşitlendi. 2020’deki durum, 2021’de de kısmen devam edecek gibi görünüyor. Örneğin her yıl mayısta düzenlenen Cannes Film Festivali 2020’de iptal edildi. 27-29 Ekim arasında mini bir etkinlik gerçekleştirildi sadece. Her şey yolunda giderse 11-21 Mayıs 2021’de fiziki olarak seyirciyle buluşması planlanıyor. 2020’de salgın öncesine denk geldiği için geleneksel şekilde düzenlenen Berlin Film Festivali, 2021 programını 1-5 Mart tarihleri arasında kısıtlı bir dijital etkinlik, Haziran 2021’de de fiziki festival olarak açıkladı şimdilik. Venedik Film Festivali ise eylül başında kısıtlı katılım ve özel tedbirlerle fiziki olarak düzenlendi. Altın Aslan‘ı, 2021’deki Oscar yarışında da hayli iddialı olan Chloé Zhao imzalı “Nomadland” kazandı. Eleştirmenlerin Haftası bölümünde büyük ödülün sahibi ise Azra Deniz Okyay‘ın “Hayaletler”i oldu.
Ülkemizin majör festivallerinden İstanbul Film Festivali tarihini erteleyip sonrasında hem açık hava hem çevrimiçi gösterimler yaparken Adana Film Festivali çevrimiçi düzenlendi. İstanbul’da Altın Lale, Ümit Ünal imzalı “Aşk, Büyü vs.”nin olurken Adana’da Altın Koza’yı, Ercan Kesal‘ın ilk uzun metraj yönetmenliği olan “Nasipse Adayız” kazandı. Antalya Film Festivali ise açık havada ve fiziki olarak gerçekleştirildi. Venedik‘ten ödülle dönen “Hayaletler”, Altın Portakal‘ı da kazandı.
Uluslararası Sahne Sanatlarıyla Buluşma
Moskova’daki muhteşem Bolşoy Tiyatrosu, YouTube hesabından “altın koleksiyonunu” paylaştı. Böylece “Uyuyan Güzel”, “Fındıkkıran”, “Kuğu Gölü” gibi şaheserleri izleme fırsatı bulduk. Kendi adıma özellikle “Don Kişot” balesine hayran kaldığımı söylemeliyim.
Salgın başladığından beri sanat eserleriyle buluşmak iki şekilde ifade ediliyor: Çevrimiçi ve fiziki… Sinema için evde özel sistem kurup devasa televizyon ekranından film izleme seçeneği vardı zaten ama salgın süreci sahne sanatlarının seyirciyle buluşmasında ciddi bir kırılma yaşattı. Tiyatro, opera ve baleye gitmek, seyirci için geleneksel bir ritüeli de devam ettirme anlamı taşır. Evde hazırlanmak, beraber gidilecek insanlarla toplanmak, salonda tanıdık simalar aramak ve elbette sanatçılarla birlikte sahnenin tozunu teneffüs etmek… Salgın bu alışkanlığı bir anda kesiverdi. Ve karşımıza ikinci bir seçenek çıkardı: Evde çevrimiçi izlemek…
Mart ayından itibaren dünyanın ünlü sanat merkezleri, arşivlerini çevrimiçi erişime açtı. Örneğin Moskova’daki muhteşem Bolşoy Tiyatrosu, YouTube hesabından “altın koleksiyonunu” paylaştı. Böylece “Uyuyan Güzel”, “Fındıkkıran”, “Kuğu Gölü” gibi şaheserleri izleme fırsatı bulduk. Kendi adıma özellikle “Don Kişot” balesine hayran kaldığımı söylemeliyim. Petersburg’daki Mariinski Tiyatrosu da benzer yöntemle arşivinden klasikleri paylaşıma açtı. Sanatın merkezi olmalarının sadece mükemmel performanslar ve koreografilerle değil, onları profesyonel kayıtlarla arşivlemeyle de alakalı olduğunu gösterdiler. Keza English National Ballet de öyle… Her çarşamba izleme gecesi düzenleyerek “Dust”, “Broken Wings”, “Manon” gibi eserleri çevrimiçi erişime açtı. Henrik Ibsen‘in ünlü oyunu “A Doll’s House”dan uyarlanan “Nora”yı yarım saat gibi kısa sürede tüm ruhuyla modern baleye aktarma başarısı olağanüstü bir deneyimdi.
Londra’daki National Theatre da “Jane Eyre”, “Coriolanus”, “Antony & Cleopatra”, “Barber Shop Chronicles”, “A Streetcar Named Desire”, “Amadeus” gibi yakın tarihli oyunlarını kısa süreliğine erişime açtı. Benedict Cumberbatch’ın canavar ve bilim insanı olarak iki farklı versiyonda oynadığı “Frankenstein” oyununun, salgın döneminin en beğenilen eserlerinden biri olduğu kesin. Yine Londra’daki tarihi Shakespeare’s Globe da YouTube hesabından yayınladığı “On İkinci Gece”, “Venedik Taciri”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, “Romeo ve Juliet” başta olmak üzere Shakespeare klasiklerini ırk ve cinsiyet açısından yeniden yorumladığı oyunlarıyla sanatseverleri mest etti. Bu noktada bir de parantez açmak gerekiyor. Ülkemizde özel tiyatroların yaşadığı mali krizi Shakespeare’s Globe da yaşadı ve acil destek olmazsa kapanacağını açıkladı. Salgında kapanmalar başlar başlamaz New York’taki Metropolitan Operası da arşivini ücretsiz erişime açtı. Bizet’nin “Carmen”i, Puccini’nin “La Bohème”i, Verdi’nin “Il Trovatore” ve “La Traviata”sı gibi pek çok eseri çevrimiçi izleme imkânı bulduk.
Dünyanın bir ucundaki etkinlikleri yerinde izleme şansını yakalamak kolay olmayabilir. Bu açıdan yukarıda örneklerini verdiğim gösterimler ufuk açıcı oldu. Ancak işin bir de şu boyutu var: Salgın dönemindeki çevrimiçi izlemelerle tiyatro, opera ve bale izleme alışkanlığı, evde film izleme alışkanlığına benzemeye başladı. Canlı ve salonda izlemenin yerini, evde televizyondan film izler gibi opera, tiyatro izlemek tutmuyor. Evet, bu tecrübeyle erişim kolaylaştı ama seyircinin edilgenliği arttı, geleneksel ruh ve etki zayıfladı.
Tiyatronun Durumu
Bazı çevrimiçi tiyatro festivalleri düzenlendi, kaliteli kayıtlarla ortalama üstü oyunlar izledik: “Tırnak İçinde Hizmetçiler”, “Tartuffe” ve “Dansöz” gibi…
İlk olumsuzlukta önce tiyatrolar, sinemalar perdelerini kapatmak zorunda kalıyor genelde. Salgın söz konusu olduğunda da durum değişmedi. Marttaki ilk kapanmada bazı ödenekli ve özel tiyatrolar arşivlerini açtılar, çeşitli oyunlarını YouTube üzerinden seyirciyle buluşturdular. Uluslararası kayıtlarla kıyasladığımızda çekim konusunda pek başarılı olmadığımızı gördük. Sonraki kapanmada ise bazı belediyeler çevrimiçi tiyatro festivali düzenledi, kaliteli kayıtlarla ortalama üstü oyunlar izledik: “Tırnak İçinde Hizmetçiler”, “Tartuffe” ve “Dansöz” gibi…
Aylar süren kapanmalarla birlikte özel tiyatrolar, yurtdışındaki muadilleri gibi yeterli destek alamayınca içinden çıkılmaz mali krizle baş başa kaldı. Örneğin Toy İstanbul sahnesi kapandı, yılların Ankara Sanat Tiyatrosu tarihi mekânını boşaltmak zorunda kaldı. Moda Sahnesi ve DasDas ise teknolojiye ayak uydurarak internet üzerinden canlı olarak oyunlarını biletli seyirciyle buluşturmaya başladı. Salgın devam ettiği sürece mali krizden sağ çıkabilmek adına bu yöntem, en etkin çözüm gibi görünüyor özel tiyatrolar için. Bize de olabildiğince destek olmak düşüyor elbette.
Devlet Tiyatroları’nın “Uçmak”ı, İBB Şehir Tiyatroları’nın “İki Efendinin Uşağı”, Reha Özcan Kumpanyası’nın “Bir Garip Orhan Veli”si, sanırım artık sahnelenmeyecek olan “Çıplak Vatandaşlar” 2020 sezonunda fiziki olarak salonda izlemekten heyecan duyduğum yeni oyunlar oldu her şeye rağmen. Darısı 2021’in başına diyelim…