
Bu kentin saatleri hem zamanı gösterir hem zamanı anlatır… İstanbul’un saat kuleleriyle büyüleyici bir yolculuğa çıkıyoruz.
Bir zamanlar Osmanlı topraklarında zaman muhtemelen daha yavaş akıyordu. Çoğunlukla güneş ve ezan, insanlara günün hangi diliminde olduklarını hatırlatıyor, işler güçler de böylece ağır ağır tamamlanıyordu. Oysa Batı alemi başka bir ritme geçmişti. 13. yüzyıldan itibaren herkesin ekonomik ve sosyal yaşamın akışını yakalayabilmesi için kamusal bir çözüm bulunmuştu: Şehirlerin her yerinden görülebilen saat kuleleri.
15. yüzyılda Osmanlı sarayında mekanik saat kullanıldığı da biliniyor. Yine de kamusal alana bir saat koyma fikri onlara cazip gelmemiş. Bunun bir nedeni, mekanik saatin müezzin ve muvakkitlerin konumunu sarsacağından korkulması; diğeri de mekanik saatlerin hata payı nedeniyle namaz vakitlerinde yanılma endişesiydi.

Osmanlı’da Batılılaşma hareketi başladığında bu endişeler susturulup, kentler saat kuleleriyle süslenmeye başladı; özellikle de II. Abdülhamid döneminde. 1901’de onun tahta çıkışının 25. yılı şerefine hemen her kente saat kulesi inşa edildi. Saat artık sadece çağdaşlaşmanın bir gereği değildi; ayrıca merkezi otoritenin kentte yükselen simgesiydi. Kimisi Antalya ve İzmir’deki gibi şehrin kalbine yerleştirilmişti, kimisi Sivrihisar ve Bursa Tophane’deki gibi şehre tepeden bakıyordu. Yıldız ve Şişli Etfal Hastanesi saat kuleleri gibi bazıları da bir kompleksin bahçesine atılmış birer imzaydı. Bazıları da kalelere, gar binalarına, çeşmelere zarafetle iliştirilmişti.
“Saat artık sadece çağdaşlaşmanın bir gereği değildi; ayrıca merkezi otoritenin kentte yükselen simgesiydi”
19. yüzyıl sonundan itibaren inşa edilen kulelerin çoğu kaide, gövde ve köşk bölümünden oluşuyor. İç merdivenle köşkteki saat mekanizmasına ulaşılıyor. Mekanizmanın üzerinde bulunan küçük bir saat, akrep ve yelkovanın hareketini sağlayan mile bağlı oluyor. Ayrıca çarklar arasındaki iki makaraya sarılı çelik halatların uçlarındaki ağırlıklardan biri aşağı yukarı inip çıkarak saatin kurulmasını, ikinci ağırlıksa (eğer varsa) çanın çalmasını sağlıyor. Saat 15 günde bir kuruluyor.

Başlangıçta ezan saatine ayarlı olan kuleler 1925’te çıkarılan Günün 24 Saate Taksimine Dair Kanun’la öğlen 12.00’yi başlangıç olarak alan zevali saate uyarlandı. 1928’de Uluslararası Rakamların Kullanılmasına Dair Kanun’la kadranlarındaki Arap rakamları yerlerini Latin rakamlarına bıraktı.
Bugün o saat kulelerinin 23’ü tamamen yok olmuş, 11’i yıkıldıktan sonra yenisi yapılmış ve dördü de yerinden taşınmış olsa da toplamda 126’sı halen ayakta. Gerçi artık onlara saati soran pek yok. Kimse onlara bakıp merkezi otoritenin gücünü kemiklerinde hissetmiyor da. Yine de bu saatlerin çoğu kararlılıkla hâlâ doğru zamanı gösteriyor ve yakın tarihimizin öykülerini anlatıyor. 20 saat kulesiyle başı çeken İstanbul’unsa anlatacağı çok öyküsü var her zaman olduğu gibi…
Dolmabahçe Saat Kulesi

İstanbul Boğazı’nın tadını en çok çıkaran belki de Dolmabahçe Saat Kulesi’dir. Boğaz’la arasında sadece birkaç yaşlı ağaç ve hoş bir kafe var. Bir yanı Bezmialem Valide Sultan Camisi, öte yanıysa Osmanlı’nın son sarayının Saltanat Kapısı. Saray ve cami Sultan Abdülmecid zamanında eşzamanlı inşa edildi ve 1854-1855 tarihlerinde açıldı. Saat kulesiyse 1895’te Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırıldı. Yine de bu muhteşem yapıların Avrupai eklektik üslupları, Boğaz’a karşı vakur duruşları birbiriyle uyumlu. Zira üçü de Ermeni saray mimarları Balyan ailesinin imzasını taşıyor.

27 metre yüksekliğinde ve dört katlı kulede Neobarok ve Ampir özellikler öne çıkıyor. Kulenin kenarları yerleştirilmiş, kuşların neşeyle su içtiği fıskiyelerden ve taşın dantel gibi işlendiği dış bezemelerden gözünü alabilenler, giriş katının dört cephesindeki barometreleri fark edebiliyor. Dördüncü kattaki dört saat, kuleye nereden yaklaşırsanız yaklaşın size zamanı söylüyor. Deniz tarafındaki saat hariç diğer üçü birlikte kuruluyor. Dönemin saatçibaşısı Johann Meyer tarafından takılan Paul Garnier marka bu saatler, 1979’da yapılan eklemelerle kısmen elektronik sisteme dönüştürülmüş ve çalışır durumda.
Tophane Saat Kulesi

Dolmabahçe’den Karaköy’e doğru yarım saatlik, düzayak bir Boğaz yürüyüşü yaparsanız yolda Osmanlı’nın yaklaşık 500 yılının izleriyle karşılaşırsınız. Ama konumuz bu değil, bu nedenle II. Mahmud tarafından 1823’te yaptırılan Nispetiye Camisi’ne gelince Galataport’a girmenizi öneririz. Burası kentin ilk saat kulesi meydanı ve 19. yüzyıl ortasında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan kule de bugün sanatla çevrili. İstanbul Modern ve MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi tarafından korunuyor sanki.

Bir zamanlar denizin taşlarını yaladığı Tophane Saat Kulesi, bugün sahil dolgusu nedeniyle bir miktar içeride kalıyor. Neoklasik tarzdaki kule denize yakınlığı ve üzerindeki sancak direğinin etkisiyle zaman içinde denize doğru 1.5 derece yatmıştı; yani Pisa Kulesi’nden hallice bir durumdaydı. Galataport inşaatı sırasında yapılan restorasyonla bu sorun giderildi; hatta toprak altında unutulan 140 cm’lik bir katı ortaya çıkarıldı. Böylece artık bu kuleyi tarif ederken “kademeli olarak daralan dört katlı, 15 metre yüksekliğinde bir bina” diyoruz. Tepesindeki Zenith marka saatlerden ikisi, bu son restorasyonda saray saatlerinin tamircisi Recep Gürgen tarafından onarıldı. Zaman o sanat meydanında da doğru akıyor artık.
Şişli Etfal Hastanesi Saat Kulesi

II. Abdülhamid küçük kızını difteriden kaybettikten sonra Osmanlı’nın ilk çocuk hastanesinin kurulması emrini verir. 1899’da Hamidiye Etfal (Abdülhamid Çocuk) Hastanesi hizmete girer. Hastanenin bahçesindeki saat kulesi inşaatıysa 1907’de biter. Kulenin Art Nouveau tarzını Osmanlı mimarisiyle harmanlayan tasarımı, dönemin saray mimarı İtalyan Raimondo D’Aronco’ya ait. Uygulamadaysa hastanenin başmimarı Mahmud Şükrü Bey’in katkısı büyük. Mermer, kırmızı tuğla ve Hereke taşından inşa edilen kule yaklaşık 20 metre yüksekliğinde. Biri saat kulesine diğeri mescit bölümüne ait iki girişi var. Saat, kulenin tepesindeki balkona kadar uzanan pencerelerin üstünde, kemer alanının içine yerleştirilmiş.

İnşa edildiği dönemin kayıtlarında bu saatin hem alaturka hem de alafranga saati gösterdiği “porcelaine diaphane”dan yapıldığı; rakamların porselen üzerine siyahla boyanmış olduğu ve geceleri aydınlatıldığı bilgisi var. Zamanla tamamen çürüyen saat mekanizması ve yıkılma riski taşıyan bina 2013’te yeniden hayata döndü.
Yıldız Saat Kulesi

Beşiktaş sahilden Yıldız’a tırmananların büyük ödülü, restorasyonu yeni biten ve ziyarete açılan Yıldız Sarayı ve bahçesinde soluklanmak oluyor. Ama saray alanına girmeden önce yıldızlarla süslenmiş Yıldız Camisi’ne ve Saat Kulesi’ne uğramak gerek. 16. yüzyıldan beri saray ahalisinin farklı şekillerde kullandığı bu kompleksin Yıldız Saray-ı Hümayun sıfatını kazanması II. Abdülhamid dönemine rastlıyor. Onun adı da pek çok başka konu dışında saat kuleleriyle de anılıyor elbette. Oryantalist ve neogotik bir üslup tercih edilen üç katlı yapı 1890’da inşa edilmiş. İkinci katındaki pencerenin altında bir termometre ve barometre var; en üst kattaysa saat ve saat odası. Buradaki saat 1993’te tamir edilmiş. Ayrıca çatısında bir pusula ve en tepede de bir rüzgâr gülü bulunuyor.
Büyükada Saat Kulesi

Geldik en az gösterişli ama önünde en çok fotoğraf çektirilen İstanbul saat kulesine… Büyükada’da vapurdan inip Büyük İskele Caddesi’nden yukarı tırmandığınızda, meydanın ortasında koni biçiminde kubbesi ve üzerindeki banka reklamıyla pek de görkemli olmayan bir saat kulesi sizi karşılıyor. Köşelerini süsleyen ahşap görünümlü plakalar, içi boş gövdesi, minik köşkü ve baharda eteklerinde açan çiçeklerle sevimli bir ada simgesi. Eski fotoğraflarda kulenin taş bir yapı olduğu anlaşılıyor. Aynı fotoğraflar saatin de metal bir destekle yapının dışında asılı olduğunu gösteriyor. Belli ki sert ve neredeyse acımasız bir restorasyondan geçmiş.
Bazı araştırmacılar kulenin 1912’de Bostancı İskelesi’yle aynı zamanda dikildiğini söylüyor; bazısı da 1923’e tarihlendiriyor. Yapının deniz doldurulmadan ve bugünkü iskele yapılmadan önce, sahilde olduğu da iddialar arasında. Ama Prens Adaları’nın yerlisi, araştırmacı yazar Akillas Millas tamamen başka bir öykü anlatıyor. Ona göre bu yapı 1857 yılında, Sagredos adlı bir adalının deniz kıyısındaki içki bayisi olarak inşa edilmiş. Günümüze kadar özgün formunu büyük ölçüde koruyan tek bölümüyse kubbesi.