Hatice Utkan Özden
Felsefe Profesörü Betül Çotuksöken, 2013 yılında “Augustinus ve Felsefe” adlı konuşmasında; birey olarak insanın günlük yaşantıda karşılaştığı somut durumları kavrarken, zihninde daha önceden bulunan çerçevelerle çatışabileceğini söyler. Hatta, bu durumu, kendi felsefi bakış açısından anlatır ve zihinde bulunan kavramların “tümelleri” ve yaşanan olayların da “tekilleri” ifade edebileceğini anlatır. Her insan, karşılaştığı somut durumları anlamak için, zihninde daha önce var olan kavramlara başvurur. Çotuksöken bu kavramlara ortaçağ felsefesinde de çokça duyulan bir terim olan “tümeller” adını verir ve şöyle der: “Sahip olduğumuz kavramlarla (tümeller), günlük yaşantımızda karşılaştığımız durumlar karşısında (tekiller) her zaman uyum göremeyebiliriz ve anlamlandırmakta güçlük çekebiliriz. Bu da belirli bir gerilim yaratır.”
Aslında, bunu söylerken çağdaş sanatın alanlarını dahil etmez ama bu söylemi o kadar güçlüdür ki sadece hayatın alanlarına değil, sanatsal ifadelere de uyarlanabilir. Daha derin düşündüğümüzde insanların gerçekten belirli olayları zihinlerinde anlamlandırmakta güçlük çekerek yaşadıklarını görürüz. Bu nedenle sanat, felsefe gibi alanlar ve bilimler hem dış dünyayı hem de kendi iç dünyamızı anlamamızda yardımcı olur. Tam da bu yüzden çağdaş sanat için “Hayatın tam içinde var olur” denir. Çağdaş sanat düşünceyi somuta, somutu ise düşünceye yansıtmamıza yardımcı olur. Ve belki de somut ve düşünce arasındaki kavramları birbirine yansıtma konusunda en güçlü bağlantıyı kurar.
Tüm bu kavramlar arasında öyle bir kavram vardır ki hem dış hem de iç dünyamıza derinden sirayet eder ve birçok durumda hem anlaşılmaz hem de vazgeçilmez olarak önümüze çıkar. Zaman, iç dünyamızda düşüncelerle birlikte, geçmiş, gelecek ve şimdi bağlamında bizi zorlarken, dış dünyamızda da ihtiyaç durduğumuz bir olgudur. Aslında “zaman”, yaşantımızda hem tümel hem de tikel olarak var olabilir. Bu karışık konunun detaylarını, zaman kavramı konusunda çığır açmış bir filozof olan St. Augustinus şöyle açıklar; (Zübeyir Erkam’ın YouTube videosundan alıntılanarak), geçmiş zaman şimdiki zamanda bir imge, gelecek zaman bir beklenti, şimdiki zaman “an” olarak sezgisel alanda asıl var olandır.
Zaman ve Yerleştirme Sanatının Bağlantısı: An
Zamansal bağlamda baktığımızda sanatın, özellikle de yerleştirme sanatının çok yakın bir şekilde zamanla bağlantılı olduğunu görebiliriz. Bir sanat eserinin, özellikle de bir yerleştirmenin en çok ilgilendiği ise şimdiki zamandır, yani “an”dır. Sanatçı bir yerleştirmeyi yaparken ziyaretçinin o an ne hissedeceğini ve göreceğini düşünerek kendi iç sesini yüreklendirir. İşte tam da bu yüzden çağdaş sanat o an var olan duyulara ve gerçeklere hitap eder. Bu arada kavramsal olarak dış dünyadaki durumları, içimizdeki kavramlarla bir araya getirir. Ancak bu anlam süreci, yerleştirme sanatında bizleri yeni bir algı alanına sürükler. O “an” akıl görmeye başlar ve gözler hisseder.
Yerleştirme sanatını eserlerinde sıkça kullanan Sarkis, İstanbul Modern’in 10. yılına özel yaptığı “Gökkuşak” adlı yerleştirmeyi anlatırken, bu eseri “gökkuşağının Big Bang’e doğru hız alması” olarak ifade etmişti. Zaman kavramını Big Bang ve hız ile bir araya getirerek gözle görülenin, hissedilenle birlikte yeni bir alanda fark edilmesini sağlamıştı.
Sarkis bu yerleştirmesinde zaman kavramını “başlangıç” ve “son” gibi ifadelerle yeniden önümüze serer. “Gökkuşak” adını verdiği eserinin bir mucize gibi görülmesi gerektiğini ve sanatın her zaman başlangıçları dile getirdiğini ama yaratırken de tüm referansların silinip yeniliklerin ortaya konduğunu söyler. Böylece, bildiğimiz zaman kavramını ters yüz eder ve yeni bir “an” ortaya çıkartır.
2020’nin Mayıs ayında hayata gözlerini yuman ve çevresel yerleştirme eserleriyle “zaman” kavramına yeni anlamlar katan Christo ise, tüm projelerinde değişim ve “an” içinde farklılaşan doğaya dikkat çeker. Christo, partneri Jeanne Claude ile zaman odaklı çevresel yerleştirmelere imza atmıştı ve bunlar arasında belki de en bilineni Serpentine Gölü’ndeki “Londra Mastabası” oldu. Mastaba, Mısır ve Mezopotamya mimarisinde çok fazla kullanılan eğimli mezarları ifade eden bir kelime… Christo 7 bin 506 adet varille yarattığı bu büyük ve geçici mezarı tasarlarken zamanın ve zamanla gelen sonun geçiciliğine dikkat çekmişti.
Lorenzo Quinn’in 2017 yılında ürettiği “Support” adlı eseri ise Venedik Bienali’nin en gözde yerleştirmelerinden biri oldu. Quinn, “Support“, yani Destek adını verdiği eserin alt metninde, yaşadığımız çevrenin zaman içinde kırılganlığının artması ve sürdürebilirliği anlatılıyor. Kanaldan yükselen kocaman elin bir otel duvarını desteklermiş gibi tutması, zamanın da ne kadar kırılgan bir olgu olduğuna da dikkat çekiyordu. Kanal zamanla yükselen sularla doluydu ve enstalasyon zamanla aşınıyordu.
Zamanın algılanmasını ve nasıl farklılaştığını anlatan yerleştirme sanatı, kavramlarla günlük olayları bir araya getiriyor. Bize yaşadığımız günlük hayatın zamansal geçiciliğini ve kırılganlığını anlatıyor. Diğer yandan, her eserin ait olduğu bir “an” var ve o “an” ziyaretçinin gözünde yeniden şekilleniyor. Böylece, yaşantımızda, dışarı dünyada görülen tekil olaylarla içimizdeki kavramların (tümellerle) çatışabileceğini ama bu çatışmanın algımızı bir üst seviyeye taşıyabileceğini gösteriyor. Yerleştirme sanatı bu açıdan bakınca, aklımızın her şeyi görebileceğini haber veren bir tür özgürleşme ya da zaman algımızın değişebileceğine dair bir işaret…