Jonathan Anderson’ın giyilebilir ekranlarını ve doğadan ilhamla hazırladığı İlkbahar/Yaz 2023 erkek koleksiyonunu kendimize çıkış noktası alarak yüksek modanın bilim ve sürdürülebilirlikle olan işbirliklerine hızlı bir bakış!
Jonathan Anderson’ın Loewe için tasarladığı İlkbahar/Yaz 2023 Koleksiyonu bize yakın bir gelecekten selam gönderiyor. Tam olarak işlevini kavrayamadığımız dijital kıyafetlere kendini teslim etmeden deneysel bir koleksiyon yolladı Paris Moda Haftası sırasında podyumlara. 25 Haziran’daki defile öncesinde Loewe’nin Instagram’dan paylaştığı teaser’lar nelerle karşılaşacağımız konusunda ipucu veriyordu. Ancak hikâyenin geldiği noktayı tahmin edemezdik. Mantarlar, kendilerini tamamen makinelere teslim eden insanlar bir araya geldiklerinde neler olabilirdi?
Defileyi ve koleksiyonu özetleyen iki sözcük vardı: Organik ve high-tech! Şov başladığında tüm podyum “beyaz ekran” verdi! Alabildiğince parlaklığın arasından çim ayakkabılar, iPad’ler ve Güney bölgelerinde sıklıkla karşımıza çıkan güneş panellerini anımsatan ekranlar kıyafetlerin üzerinden geleceği yansıtıyordu. Esasında bu birbirine uzak görülebilecek iki farklı bakış açısı aynı noktaya işaret ediyor. Bilim ve deneylerle şekillenen daha yeşil ve temiz bir gelecek! “Gerçek olan ve gerçekliğin teknoloji yardımıyla yeniden yaratılması” yazıyordu şovun notlarında. “Kuşlar kanat çırpıyor, balıklar yüzüyor, insanlar öpüşüyor. Biz de o ekranlardan bunları izliyoruz.”
“Jonathan Anderson bu koleksiyon için İspanyol biyo-tasarımcı Paula Ulargui Escalona’yla bir işbirliği yaptı. Paris’in tünellerinde defileden önce 20 gün boyunca çimler yetiştirildi. Ardından bu çimler jean, ceket, pantolon ve ayakkabıların üzerine işlendi.”
Loewe’nin bu koleksiyonu sadece markanın Madrid’deki atölyelerindeki uykusuz gecelerin bir sonucu değil, koleksiyon Paris’in hemen dışındaki yeraltı tünellerinde finalize edildi. Tahmin ediyorum bu cümleyi ilk okuduğunuzda biraz gotik biraz da bilimkurgu filmlerini anımsatan bir dünya canlanıyor gözünüzde. Anderson belki çıldırıp kendini karanlık odalara kapatarak geleceği kurtarmak için çalışmalara başlamadı, ancak moda endüstrisinin ihtiyacı olan taze kanı yaratıcı bir şekilde sunduğu kesin.
Jonathan Anderson bu koleksiyon için İspanyol biyo-tasarımcı Paula Ulargui Escalona’yla bir işbirliği yaptı. Paris’in tünellerinde defileden hemen önce 20 gün boyunca çimler yetiştirildi. Tohumları toprağa verildi, uygun şartlarda sulandı. Ardından jean, ceket, pantolon ve ayakkabıların üzerine işlendi. (Tıpkı kristalleri nakışlamak gibi…)
Peki, teknolojik ürünlerin tam olarak işi neydi? Kuzey İrlandalı tasarımcı Anderson defile sonrasında şöyle diyordu: “Koleksiyonun, kıyafetlerin gerçeküstü görünmelerini istedim. Bilgisayar ortamında kurgulanmış gibi bir hava yaratmaya çalıştım. Zaten kısa süre sonra, arıları ve türleri tehlikede olan bitki çeşitlerini de sadece dijital ekranların arkasından görebileceğiz.”
“Tasarımcı Anderson defile sonrasında şöyle diyordu: ‘Koleksiyonun, kıyafetlerin gerçeküstü görünmelerini istedim. Zaten kısa süre sonra, arıları ve türleri tehlikede olan bitki çeşitlerini de sadece dijital ekranların arkasından görebileceğiz.'”
Doğallık ve Yüksek Moda
Moda tasarımcılarının biyo-tasarımcılarla yaptıkları işbirlikleri yeni değil. Hatta yüksek moda bir süredir sadece atölyelerde değil, laboratuvarlarda da üretilmeye başlandı. Tüm bu yeni süreç mantarlarla başladı, henüz pek de yaygınlaşmış değil, ancak bugün moda dünyasının en hip materyallerinin başında geliyor.
Tasarımcıların koleksiyonlarında kullandıkları mantarlar Mylo olarak adlandırılıyor. Yeni deri de diyebiliriz ona. Kaliforniya’da biyoenerji ve biyokimya laboratuvarı olan Bold Threads’teki bilim insanları tarafından geliştiriliyor. Mantarlardan elde edilen “mycelium” isimli maddeyle şekilleniyor. Laboratuvarda bu deneyi geliştirmek için harcanan süre sadece iki hafta; Bold Threads’in internet sayfasına göre üretim aşamasında kullanılan su, diğer kaynaklar ve bunlara bağlı olarak karbon salınımındaki miktar da çok daha düşük. Ve diğer suni deri ya da PVC gibi dokularda yer alan petrol bazlı içerikler de yer almıyor. Sağlığa zararlı değil yani. Mylo’yu tasarımlarına ilk dahil eden markalar Stella McCartney, Hermès ve Gucci. McCartney Wired‘a verdiği röportajda şöyle demişti: “Doğaya karşı değil, onunla işbirliği halinde olmalıyız, bu yüzden de yaratıcı yöntemleri keşfetmemiz gerekiyor.”
Bugün endüstri içinde üretilen kıyafetlerin yüzde 55’i polyester içeriyor. Onu naylon ve akrilik takip ediyor. Polyesterin üretimi için 330 milyon varil petrol kullanımı gerekiyor. Kering’in raporuna göre Balenciaga, Ekim 2020’de sunduğu koleksiyonda sadece geri dönüştürülmüş, ileri dönüştürülmüş, organik ve sürdürülebilir olduğuna dair sertifikalarla onaylanan kumaşlar kullanmıştı. Kering 2025 yılına kadar karbon ayak izini azaltacağını açıkladığında bunu yerine getirebilmek için yenilikçi adımlar atmak zorundaydı. Kering, Marie-Claire Daveu öncülüğünde inovatif hammaddeler konusunda çalışabilmek için laboratuvarlar da açmıştı. Bu sırada Tommy Hilfiger Frumat adı verilen elma kabuklarından, Salvatore Ferragamo ise portakal kabuklarındaki liflerden eşarplar üretti.
Stella McCartney Wired‘a verdiği röportajda şöyle demişti: “Doğaya karşı değil, onunla işbirliği halinde olmalıyız, bu yüzden de yaratıcı yöntemleri keşfetmemiz gerekiyor.”
İstanbul menşeli Gozen Institute biyoteknoloji, moda, tasarım ve sanat odağında çalışmalar gerçekleştiren multidisipliner bir kurum ve sürdürülebilir, döngüsel bir gelecek inşa etmek için kurulmuş. Bünyelerindeki laboratuvarlarda yeni dünyanın sürdürülebilir biyoplastik, vegan deri gibi biyomateryallerini üretiyorlar. Bunlardan biri Xylozen. Canlı organizmalarla işbirliği sonucunda laboratuvar ortamında geliştirilen bu biyomateryal, hayvan derisi ve suni deri yerine geçebilecek sürdürülebilir ve plastiksiz bir vegan deri. Giyimden ayakkabı ve aksesuara, otomotivden ambalaja kadar birçok farklı sektörde kullanılabilecek. Ömrünü tamamladığında biyolojik olarak çözünen ve toprağa atıldığında doğaya kaynak olarak tekrar dönen ekolojik bir materyal.