Renkli megakent kış sezonuna hükmeden yeni mekânlarıyla cazibe merkezi olmaya devam ediyor. Bizler de New York’un en yeni 5 restoranını keşfe çıkıyoruz.
Café Carmellini
Geçtiğimiz kasım ayında kapılarını açan Café Carmellini, iyi bir fine dining deneyiminin New York’taki yeni adresi. Üstelik bünyesinde yer aldığı The Fifth Avenue Hotel de şu sıralar şehrin hakkında en çok konuşulan yeni oteli. Locanda Verne, Lafayette, Bar Primi gibi eğlence sektörünün önemli mekânlarında imzası bulunan Şef Andrew Carmellini’nin bu kez kendi adını taşıyan yeni projesi, Yaldızlı Çağ’ın New York’una atıfta bulunan son derece görkemli dekorasyonu, Fransız ve İtalyan mutfağından esintiler taşıyan kayda değer menüsü ve 1800’den fazla şişeden oluşan 70 sayfalık şarap listesiyle şu sıralar New York’ta masa bulmanın neredeyse imkansız olduğu adreslerden biri.
Roscioli
Roma’nın enfes yemeklerini New York’ta tatmak isteyenleri ağırlayan Roscioli, İtalyan gastronomisinin şehirdeki yeni adresi. Tıpkı Roma, Campo de’ Fiori’de bulunan orijinalindeki gibi sadece yemek servisi yapmakla kalmıyor, İtalya’dan ithal ettiği 300’den fazla peynir çeşidi, şarküteri ve şarabı da meraklısı için satışa sunuyor. İçeri adım attığınız andan itibaren canlı ve otantik atmosferiyle sizi adeta Roma’ya doğru bir yolculuğa çıkaran Roscioli’nin makarna ve pizza’ları çoktan trend oldu bile…
Sushidelic
New York’un belki de en renkli restoranı Sushidelic. Adından da anlayacağınız gibi suşileriyle nam salan mekân hem dekorasyonuyla hem de rengârenk suşileriyle bu Japon lezzetine delicesine tutkun olanlar için adeta bir mabed olarak yaratılmış… Soho’daki restoran pembe, mavi ve mor renklerin hakimiyetindeki diskovari atmosferiyle şehir sakinlerinin ve turistlerin öncelikle sıradışı instagram fotoğrafları çekmek için uğradıkları bir mekân haline gelse de iki ayrı set menü olarak sunulan en az ortamın kendisi kadar renkli ve lezzetli suşileriyle adından söz ettiriyor.
Café Chelsea
Sosyal medyada viral olan ravilo’siyle kısa sürede şehrin yeme-içme haritasında üst sıralara yükselen Café Chelsea, adından da anlayacağınız üzere bir zamanlar Andy Warhol, Janice Japlin gibi isimlerin favorisi olan ünlü Chelsea Hotel’in içerisinde yer alan tipik bir Fransız-Amerikan bistrosu. Şu an şehirde “görünmek” isteyenlerin bir numaralı tercihlerinden biri olmasında tabii ki en az ravioli’si kadar iyi lezzetlerden oluşan menüsü önemli rol oynuyor -steak tartar bunlardan biri. Art Deco duvar süslemeleri, vintage aynalar, devasa kristal avizeler ve çini yer karolarıyla Avrupa’nın tarihi dokusunu New York’a taşımaya çalışan Café Chelsea, uzun yıllardır New York sosyetesine hizmet eden Balthazar’ın şöhretini elinden almak üzere…
Ilis
Brooklyn’de açılan Ilis, odun ateşinde pişen av etleri, mevsim sebzeleri, deniz ürünleri ve hamur işleriyle bu kış New York’a sımsıcak bir hava getirdi. Endüstriyel bir açık mutfağa sade bir dekorasyonun ve sanat eserlerinin eşlik ettiği mekânın adı Ilis, Dancada ateş ve buz anlamına gelen il ve is kelimelerinden oluşuyor. Bu da sıradışı restoranda sizi sıradışı bir deneyimin beklediğinin habercisi. Zaten yaratıcısı Mads Refslund, uzun yıllar üst üste dünyanın en iyi restoranı seçilen Danimarka’daki Noma’nın kurucu ortaklarından. Ilis tek bir açık alandan oluşuyor; yani mutfak ve restoran bölümü aynı yerde konumlanıyor. Böylece zaman zaman şefler de garson görevini üstlenerek misafirlerin gözü önünde pişirdikleri yemekleri servis edebiliyor. Bu muhteşem performansı izlemek isteyenler bekleme listeleri oluşturdu bile…