41. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma kategorisinde Altın Lale Ödülü’nü alan Gaspar Noé imzalı “Vortex”, festivalin en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Fransız yönetmenin festivalin davetlisi olarak “Vortex” gösterimlerine katılması ise en az filmi kadar ilgi gördü.
“Bütün görüp görebileceğimiz rüya içinde rüya değil midir?” Edgar Allan Poe
Bu sene “41 yıllık rüya” sloganıyla şehrin belli başlı sinema salonlarını gezen 41. İstanbul Film Festivali 19 Nisan’da sona erdi. (Atlas 1948 ve Beyoğlu Sineması gibi şehrin ikonik sinema salonlarında düzenlenen festivalde yokluğu hissedilen Rexx Sineması’nı da anmalı.) Festivalin son gününe ise Atlas 1948’deki “Vortex” gösterimine katılan Fransız yönetmen Gaspar Noé damgasını vurdu. Filmin biletleri tükenmiş olsa da Noé’nun gösterime katılacağını öğrenen sinema severler, Atlas Sineması’nın önünde uzun bir bilet kuyruğu oluşturdu.
Filmin gösteriminden önce seyircileri selamlayan Noé, gösterim sonrası gelen soruları yanıtladı. Pandemide yapımcılarının birkaç aktörle film çekip çekemeyeceğini sorduklarını söyleyen Noé, “Vortex”in nasıl ortaya çıktığından da bahsetti. Filmi çekerken Jean Eustache’ın yine Françoise Lebrun’un oynadığı “Le Maman et la Putain” filmini çok düşündüğünden de bahseden yönetmen, çocuk aktör dışındaki tüm oyuncuların emprovizasyon yaptığını anlattı. Söyleşide gelen sorular üzerine Türkiye sinemasından Yılmaz Güney’i tanıdığını söyleyen Noé, çocuk aktörle çektiği sahnelerde Güney’in çocuk oyuncularla çalışma yönteminden ilham aldığını da dile getirdi. Çekirdek ailenin masada oturduğu sahnede, küçük aktörün oyuncak arabalarını birbirine vurup ortamı terörize ettiği anın çekimini ise şöyle aktardı: “Çocuğu kenara çekip arabaları birbirine kıracak kadar sert vurursa ona istediği oyuncak motoru alacağımı söyledim. Çocuk ortamı o kadar gerdi ki Françoise bir anda ağlamaya başladı. Bunun üzerine Dario, Françoise’ın elini tutup ‘Nasılsın, iyi misin Françoise?’ dedi. Fakat elbette, Françoise dediği kısmı filmden kestik. Bunların hepsi olurken de arkada gözyaşlarına boğuldum, çünkü sahne tam istediğim gibiydi. Bütün yönetmenler manipülatördür ve bundan utanmamak lazım.”
“Beyni kalplerinden önce çürüyecek herkese…”
Gaspar Noé’nun Paris’te yaşayan yaşlı bir çiftin hikâyesini anlattığı “Vortex”, çiftin balkonda şarap içtikleri sahneyle açıyor. Ardından birlikte uyudukları sırada çiftin yataklarına odaklanan kamera, yatağın başucundan itibaren yavaş yavaş siyah bir bariyer ile ekranı ikiye bölüyor. Böylece demans hastası anne (Françoise Lebrun) ile iki sene önce kalp krizi geçirse de eşine göre daha sağlıklı olan babayı (Dairo Argento) film boyunca bölünmüş bir ekranın ayrı karelerinde izliyoruz. Demanstan dolayı annenin bilincini yitirdiği vakitlerde, çift arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların keskinliği ikiye bölünmüş ekranla pekiştiriliyor. Bölünmüş ekran tekniği yalnız çift arasında ayrı düşmeyi değil, oğlun anne ve babasının yaşlılığı karşısında düştüğü çaresizliği de aynı keskin çizgiyle taşıyor ekrana.
Dario’nun canlandırdığı baba karakterini filmler ve rüyalarla ilgili bir kitap hazırlarken görüyoruz, baba bir yandan da demans hastası eşinin unutkanlığı ve bilincinin gidip gelmesiyle baş etmeye çalışıyor. Noé, biri demans hastası yaşlı bir çiftin hikâyesini yalın bir anlatıyla getiriyor ekrana. Film, her ne kadar şarap kadehlerinin tokuşturulduğu lirik bir sahneyle açılsa da devamında birbirine sevgiyle bağlı bir çiftin yaşlılığını değil, bir ömrü birlikte geçiren iki insanın birbirine yabancılaşmasını izliyoruz.
İkiye bölünmüş ekran yalnız çifti değil, oğullarını ve torunları Kiki’yi de alıyor kadrajına. Aslında hepimizin bildiği bir hikâyeyi izliyoruz: Anne ve babasının yaşlılığının getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışan erişkin bir evlat. Alex Lutz’un canlandırdığı Stéphane’ın uyuşturucu bağımlılığı ve eski bir psikiyatr olan anneyle birlikte ailenin aslında yıllardan beri çeşitli hallerde ilaçlarla olan yakın ilişkisi, demansın getirdiği unutkanlığın yanı sıra filmde bilincin bulanıklaştığı sahnelerin kapısını aralıyor.
Noé’nun “Beyni kalplerinden önce çürüyecek herkese” ithaf ederek açılışını yaptığı “Vortex”; yaşlılık, ölüm ve rüya kavramlarını, yönetmenin alışkın olduğumuz tarzının aksine çok çarpıcı olmayan yalın bir akışla işliyor. Hiçbir şeyin birdenbire olmadığı, usul usul bir akışta ilerleyen “Vortex”, görüp görebileceğimizin her şeyin en nihayetinde bir rüyadan mı ibaret olduğunu sorguluyor.