
Adolescence ergenlik döneminin sancıları, aile kurumu ve akran zorbalığı kesişimine değerek dünya çapında parlayıverdi. Benzer temalar etrafında hikayelendirilen ebeveynlik üzerine film ve dizileri sizler için derledik.
Ergenlik ve bu dönemdeki ilişkiler, çatışmalar ve uzlaşmalar edebiyatta ve sinemada hemen her zaman kendisine yer bulan ilgi çekici bir alan oldu. Buna bir de içinde bulunduğumuz yüzyılın en yakıcı sorunlarından incellik, akran zorbalığı ve şiddeti eklendi.
UNESCO’nun 2019’da bildirdiğine göre dünya ölçeğinde her üç gençten biri akran zorbalığına uğruyor. Cinayetler, kadın ve çocuk haklarının dünyanın neredeyse her yerinde az veya çok saldırı altında olması ve hükümetlerin bu taarruzlara karşı duyarsız kalması hem öfkeyi hem de tartışmaları alevlendiriyor. Bu sorunlar ve çatışma alanlarının şüphesiz ekranlarda da kendisine yer bulması sürpriz değil. Ergenlik halleri, akran zorbalığı, ergenlerin birbirleriyle kurduğu bağ ve dil, yetişkinlerin ve öğretmenlerin onların dünyasına yabancılığı veya aşinalığı…
“UNESCO’nun 2019’da bildirdiğine göre dünya ölçeğinde her üç gençten biri akran zorbalığına uğruyor.”
Bu temalar etrafında gezinen hikâyelerin, romanların, televizyon dizilerinin ve filmlerin artışı da bize bir şey söylüyor olmalı: Her hikâye kendi özgünlüğü içerisinden farklı anlamlar taşısa da evrensel düzeyde ortaklıklar barındırıyor. Dijital dünyanın yabancılaştırıcı etkisi, toplumsal normları belirleme gücü ve sosyal ilişkilerde yarattığı farklılıklar bugüne kadar bildiğimiz dünyanın tam olarak neresinde olduğumuzu düşünmemize yol açıyor. Klasik ve geleneksel anne-çocuk ilişkisi yerini ne tür bir ilişkiye bırakıyor? Ergenler birbirleriyle ilişkilenirken nasıl değer yargılarını temel alıyor? Yetişkinlerle ilişkilerinde sınırlar nasıl belirleniyor? Tüm bu soruların cevabı yaşadıkları dünyaya ve kendilerini içerisinde buldukları toplumsal ilişkilere nasıl yanıt verdikleriyle bağlantılı.
Bu değişimler ve dönüşümler ışığında bakıldığında, 2025’in şimdiye kadar en çok ses getiren dizisinin Adolescence olduğunu söyleyebiliriz. 13 yaşında bir çocuğun evine polislerin dalmasıyla bizi karşılayan ilk bölümden yakıcı son sahnesine kadar dizi her bölümünde seyircinin avuçlarına ayrı bir soru işareti bırakıyor. Adolescence’ı bu kadar tartışılır kılan, hatta beğenilir yapan neydi? Buna çok açık bir yanıt vermek zorsa da “olağan şüpheli” olarak müphemliği öne sürebiliriz.

Dört bölüm boyunca seyirci cinayete sebep ararken bir anda kendini en temel gerekçeden uzaklaşırken buluyor: “Suç neden işlenmiştir?” Bunun yerine dizi türlü sorularla suçun toplumsal, psikolojik, sosyolojik ve bir ölçüde de teknolojik eksenlerini boylu boyunca önümüze seriyor. Eğitim sistemi, aile kurumu, sosyal hizmetler, toplumsal alanlar, bunların hepsiyle çaktırmadan derin bir hesaplaşmaya giriyoruz ve tek bir sebebin büyük bir sonuca yol açamayacağını idrak ederken, günümüz dünyasının “müphem” kültürüyle o kaçınılmaz yüzleşmeyi yaşıyoruz.
Elbette her seyirci kendi beğeni yargısına göre farklı gerekçeler öne sürebilecekse de Adolescence’ın çok konuşulur ve tartışılır olmasından hareketle gazetelere, televizyon programlarına, siyasi tartışma oturumlarına konu olan bu dizinden yola çıkarak Saatolog okurlarına bir “izlenecekler listesi” sunuyoruz.
Ebeveynlik Hakkında En İyi Film ve Diziler
Kevin Hakkında Konuşmalıyız (2011)
İsmine nazire yaparcasına Kevin hakkında asla konuşulmayan bu film, tıpkı Adolescence gibi bizi bir müphemlik kuyusuna davet ediyor. Müphemlikten kasıt, burada da ana-akım suç türünün merkezinde yer alan belirli bir suçlu profilinin veya “tek ve büyük” nedenin söz konusu olmaması. Maddi açıdan gayet müreffeh olan, orta-üst sınıfa mensup diyebileceğimiz bir ailenin büyük çocukları Kevin, doğduğu günden itibaren annesiyle tekinsiz bir çatışmaya giriyor. Film bizi “nature or nurture”, yani bir yönelim doğuştan mıdır yoksa sonradan mı edilinir ikileminden kurtarmak için büyük çaba harcıyor.
Anne, her anne gibi arada sırada annelik rolünü sorguluyor; her anne gibi zaman zaman çocuğunun yaramazlık ve huysuzluklarından usanıyor; her anne gibi onun hareketlerine bir anlam vermeye çalışırken kendini çok karmaşık bir denklemin içinde buluyor ve yine her anne gibi çoğu zaman iyi bir anne olamadığına hayıflanıyor. Her şey olması gerektiği gibi, “normal”. Baba da her baba gibi işe gidiyor, çocuklarıyla vakit geçiriyor, bundan mutlu da oluyor; alkol veya kumar problemi yok, yasak aşkı yok, tuhaf fantezileri yok, sonradan dünyaya gelecek kızları da dahil olmak üzere ailesiyle ilgili alakalı bir adam.

Filmin izleyiciye olta attığı yerler yok değil: Annenin yalnızken düşüncelere daldığı, film şeridi gibi geçen anlar; kocasıyla çocuksuzken geçirdiği güzel akşamlar, eğlenceli vakitler… Ve aniden bunları kesen dehşet sahneleri. İnsanların bağırdığı, çağırdığı, panik halinde oraya buraya koşturduğu geçişler.
Kevin’ın işlediği suçun ardından, Eva’nın toplum tarafından cezalandırılıp dışlanması, Adolescence’ta olduğu gibi bize şunu söylüyor: yetişkin kategorisinde olmayan bir insanın işlediği suç, özellikle de cinayet gibi ağır bir suç ise, asla bireysel olarak algılanmıyor. İnsanlar nazarında ebeveynler, özellikle anne de aynı derecede suçlu (çünkü “nasıl böyle bir çocuk yetiştirmiştir?”) ve belki yasalar bu annelere babalara dokunamasa da toplum cezalarını mutlaka kesiyor.
Film de aslında Kevin’in annesi Eva’nın başından beri bu katliamda kendi payını aramasının, “ben nerede hata yaptım?” sorgulamasının uzun metraj hali olduğunu söyleyebiliriz. En büyük başarısı da izleyicinin kendi “iyi anne” tanımına ayna tutarak “nature or nurture” sorusunun cevabını ona bırakması oluyor.

Broadchurch (2013-2017)
Ortamıyla, karakterleriyle, atmosferiyle tam bir İngiliz işi olan Broadchurch, kendi halinde insanların yaşadığı, öyle belirgin bir özelliği olmayan bir kasabada geçen bir suç hikâyesi esasında fakat odağında, Latimer ailesinin 11 yaşındaki oğulları var. Çocuğun sahilde ölü bulunmasından sonra o sessiz sakin kendi halinde soluk alan kasaba birdenbire gün yüzüne çıkmamış çatışmalara, kasabadaki çocukların dünyasına, müzakere konusu olamayacak birtakım çatışmalara ev sahipliği yapmaya başlıyor. Bilinmemesi gereken sırlar, ortaya dökülmeye başlıyor.

Cinayetin soruşturmayı yürüten iki nevi şahsına münhasır polisten birine bağlanması dizinin sonunda hem seyirci hem de kasaba açısından travmatik bir etkiye yol açarken, bölümler adeta su gibi akıyor ve dizinin sonuna kadar kasabadaki bir topluluğun bir cinayet karşısında psikolojik çözülüşünü ilmek ilmek örüyor. Topluluk yaşamında kimsenin birbirine göstermediği kırılganlıklar, umutsuzluklar, toplumsal yaralar, medya dünyasının suçu ele alış biçimi ve bunun insanlar üzerindeki etkisi gibi pek çok başlıkta izleyicisini düşünmeye davet ediyor. Öte yandan yetişkinler ve çocuklar arasındaki ilişkiye dair de derin bir sorgulamaya çağırıyor bizleri.
Mare of Easttown (2021)
Mare of Easttown, başrolünde Kate Winslet’in oynadığı bir polisiye. Hikâye yine küçük bir kasabadaki cinayet üzerinden ilerliyor ve anne-çocuk ilişkilerine dair insanı sarsan bir anlatı sunuyor. Dizideki anlatı, aynı zamanda uşaklar arası iletişimsizliğin, bastırılmış travmaların ve ebeveynliğin zorluklarıyla yüzleştiriyor seyircisini. Kate Winslet’ın hayat verdiği Mare Sheehan bir polistir ama kasabadaki rolü bundan ibaret değildir; oğlu intihar etmiş bir annedir ve kocasından boşandıktan sonra küçük yaştaki torunu, annesi ve kızından oluşan ailesini bir arada tutmak için çırpınan bir karakterdir.

Dizideki gerilim, bozulmuş ilişkileri yüzünden duygusal buhranlar içerisinde debelenen yetişkinlerle küçük yerin o boğucu ve durağan atmosferinde büyümek durumunda kalan ergenler ve gençler vasıtasıyla kuruluyor. Kasabadaki bazı anne-babalar çocuklarına, çocuklara bir yol gösterici tip temsil etmekten uzakken, böyle bir ortamda yalpalayan, hatalar yapan ve bütün bunlarla tek başına başa çıkmakta zorlanan bir ergenler dünyasıyla karşılaşıyoruz. Mare of Easttown, tıpkı Adolescence gibi, gençliğin sessiz çığlığını ve yetişkinlerin sözüm ona duyarsızlığını merkeze alan bir anlatı. Suçun ve yasın gölgesinde, ebeveynlik ve ergenlik çatışmasının izini süren iyi bir hikâye vadediyor seyirciye.

Shameless (ABD, 2011-2021)
Shameless, tam 10 sezon devam etmiş ve tüm zamanların en şevkle takip edilen işleri arasında geliyor desek abartmış olmayız. Öyle ki; dizinin Türkiye’de bir uyarlaması yapılmıştı ve Bizim Hikâye adıyla iki sezon kadar FOX TV’de yayınlamıştı. Şimdi 30’larına gelmiş olanlarınız hatırlayacaktır, bizdeki Üvey Baba’dan fırlamış gibi duran Frank Gallagher’ın ailesi ve çocuklarıyla kurduğu ilişki Üvey Baba’nın Halil tiplemesine nazaran yufka yürekli bile kalabilir!
Shameless, Gallagher ailesinin çocuklarını merkeze alan bir büyüme hikâyesi. Bu kez öyle cinayetler yok, ama vurdu kırdı ve çatışmalar eksik de değil. Çocukların anasız babasız ve yetişkin ablaları Fiona’nın neredeyse insanüstü gayretleriyle büyümesini konu alıyor. Kaldı ki Fiona, doğrusunu söylemek gerekirse kendi çocukluğunu, yetişkinliğini yaşayamadan kendisini bir anda çocuk sahibi bir anne rolünde buluyor. Her seferinde “Bu kadarı da olmaz”, “Bu kadarı da yapılmaz” denilenleri olduran ve yapan baba Frank Gallagher’ın maceraları ise arka planda hep baş köşede duruyor ve işler her yoluna girdiğinde, Frank oradan bir yerlerden kafasını uzatıyor.

Herhangi bir otorite figürünü örnek alma imkânından yoksun büyüyen çocuklar (bilhassa Lip ve Ian; tabii onlardan daha ufak olan Carl ve Debbie) el yordamıyla yaşıyorlar hayatlarını. Vura vura kıra kıra, ağlaya sızlaya öğreniyor her ne öğreniyorlarsa. Carl’ın destansı serserilikleri ve şiirsel adalet algısı böyle bir ortamda büyüyüp serpiliyor. Okulla, sistemle, mahalleyle, komşularla, polisle, kanunla çarpışa çarpışa bir çocukluk ve ergenliğin içinden geçiyorlar. Ergen ve çocuk olmanın, üstelik bunları “alt katlarda” deneyimlemenin nasıl bir şey olduğunu izliyoruz; yer yer tebessüm ve kahkahayla, yer yer ise insanın içini buran bir acılıkla.

Defending Jacob (2020)
Defending Jacob da bu listede yer verdiğimiz diğer yapımlar gibi temelde bir suç draması olsa da merkezinde yine ergenlik döneminde bir çocuğun dünyasını göstermesi bakımından oldukça incelikli ilerleyen bir dizi. 14 yaşındaki Jacob sınıf arkadaşının ölümünden sorumlu tutuluyor; üstelik öğretmen bir anne ve savcı bir babanın çocuğu Jacob. Toplumsal normları ve değer yargılarını oluşturan en önemli kurumlardan eğitim ve adaletin temsilcisi ebeveynler, çocuklarının katil olma ihtimaline karşı büyük bir bunalım içerisinde sürüklenirken dizi bir yandan da Jacob’un, yani ergenlik âlemine ışık tutuyor.

Jacob sınıf arkadaşlarıyla mesafeli bir ilişki kuran, etrafındaki herhangi bir şeye yoğun bir ilgi duymayan, tamamen içine kapanık diyemesek bile oraya yakın duran bir çocuk. Sosyal medyada suçlanmasıyla ve bunun sonucunda iyiden iyiye dışarlıklı görünmesiyle birlikte “hakkında” söylenenlerin onun kimliklenme arayışına nasıl etki ettiğini izliyoruz. Kendine dair algısının nasıl da kendisine dair olan görüşlerle şekillendiğine tanıklık ediyoruz. Bu da sosyal medya platformlarının kimliklenme, ergenlik, kişilik oluşumu gibi süreçlerde ne kadar belirleyici olduğunu gösterirken, suçun, değer yargılarının ve toplumsal normların dijital dünya ile etkileşimine dair seyirciyi kafa yormaya davet ediyor.
BONUS: Gibi: “Çağrı’yla Yapılan 17 Konuşma”
Evet, hep “ciddi” şeyler konuştuktan sonra sıra biraz “komiklikte.”
Gibi’nin altıncı sezonunun altıncı bölümü, bir ergenin dünyasının dört güya yetişkinle (İlkkan, Yılmaz, Ersoy ve Çağrı’nın çok endişeli babası) sınanmasını absürdün sınırlarını zorlayarak ama bir yandan da oldukça tanıdık gelen tepkilerle yorumluyor. Çağrı, her ergenin girdiği triplere giriyor, her ergen gibi isyan ediyor, beğenmiyor, sorguluyor, her ergen gibi kimsenin kendini anlamadığını ve anlayamayacağını düşünüyor. Ne yazık ki oğlunun gidişatı konusunda endişelenen babası, ilkkan, Yılmaz ve Ersoy’la dertleşme gafletinde bulunuyor ve olanlar oluyor. Ergenden daha ergen olan bu üçlü, Çağrı’yı yola getirmeye karar veriyor ve uzay zamanda kırılmalara yol açıyorlar. Daha fazla spoiler vermeden bu bölümün bu yazının konusuna komedi türünden bir örnek teşkil ettiğini tekrarlayarak bitirelim.
